Zafer Partisi Kayseri’de kadın ve çocuk katliamlarına tepki gösterdi Karamahmutoğlu Ankara’da gündemi değerlendirdi

ZAFER PARTİSİ KAYSERİ KADIN KOLLARI TARAFINDAN HER GEÇEN GÜN ARTAN KADIN CİNAYETLERİ VE ÇOCUK KATLİAMIYLA İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI YAPILDI VE BİLDİRİ DAĞITILDI
Basın açıklaması yapan Zafer Partisi Kayseri Kadın kolları başkanı Buket Atay şöyle dedi:
“Aziz Türk Milleti;
Her gün yüzlerce kadının şiddet gördüğü, onlarca çocuğun cinsel istismara uğradığı bir ülkede yaşamak zorunda olan kadınlarız biz. Yaşamak da değil sadece, mücadele etmek, kavga vermek, kendimizi her an savunmak zorunda olanlarız!
Türkiye’de artık kadın öldürülmediği bir gün bile yok. Kadına yönelik şiddet vakası yaşanmayan bir günümüz yok. Geleceğimiz, aydınlık yarınlarımız olan çocuklarımızın cinsel istismara, şiddete uğramadığı bir gün bile yok. Bir de ne yok biliyor musunuz? Kadınların ve çocukların canına, hayatına kastedenlerin serbest kalmadıkları, ön kapıdan alınıp arka kapıdan salınmadıkları bir gün bile yok!”

Zafer Partisi Sözcüsü Azmi Karamahmutoğlu, haftalık basın toplantısında konuştu.

Azmi Karamahmutoğlu: Geçen hafta içerisinde Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıklamış olduğu ve hükümetin almış olduğu bir karar var. Bu karar şunu söylüyor. Kaçak ve sığınmacıların çalışma izni olmadan 3 yıla kadar çalışabilmeleri olanaklı kılınıyor. Bir yerde izinsiz olarak, SGK’sız olarak bir Türk yurttaşının çalışabilmesi suçtur.
Fakat biliniyor ki ülkemizde kaçak ve sığınmacıların çok az bir kısmı, onda da yalnızca geçici sığınmacı hüviyetiyle burada bulunanların çok az bir kısmı SGK’lı olarak, sigortalı olarak çalıştırılabilmekte. Diğer birçoğu ucuz iş gücü sömürüsüyle sigortası olarak çalıştırılmakta. Öyleyse üç yıla kadar izinsiz olarak bunların çalışabilmeleri yasal bir zemine kavuşturuluyorsa bu ülkemizde artık ikili bir hukuki düzene geçildiğinin işaretidir, emaresidir, göstergesidir. Yani hukuksal düzenin bozulduğunun göstergesidir.
Diğer taraftan ucuz iş gücü sebebiyle tercih edildikleri için istihdam sorunu yaratmakta. Türklerin, vatandaşların işsizlik sorununu büyütmekte, beslemekte. Diğer yanıyla esnaflık yapanları getirdikleri malları kaçak olarak getirdikleri için, faturasız olarak getirdikleri için bir buradan gelir kaybı var. İşsizliği besleyen diğer hususlardan bir tanesi. AKP’nin mülteciler politikası sürdüğü müddetçe Zafer Partisi de bu politikayı işlemeye ve Zafer Partisi’nin mültecilerden başka bir siyaseti yok mu eleştirisine almaya devam edecek.
Hastanelerimiz sağlık hizmeti vermek yerine bebeklerimize morg olmuş. Yalnızca morg hizmeti veren özel kurumlar haline gelmiş. Geçen hafta içerisinde Meclis’te başlayan tokalaşmalarla süren, fakat mahcubiyetten dolayı adı çözüm süreci mi, barış mı, yoksa açılım mı diye bir türlü konamayan, halen daha tarifi için tartışmaların sürdüğü, fakat belli ki kamuoyuna yansımadan çok daha evvel bir yerlerde pişirilip suyu kaynatılmış bulunan bir husus var. Bu, Türkiye’nin, hükümetimizin, devletin, kendi dinamiklerinden kaynaklanan bir politika mı yoksa önümüze servis edilmiş bir politika mı bilemiyoruz.
Yani bu ajanda, Kürt siyasetiyle ilgili bu ajanda, Türkiye’nin ajandası mı yoksa dışarıda başka merkezlerin ajandası mı hala daha hem siyaset kurumu hem aydınlar bu hususu tartışıyorlar. Henüz daha adı konulabilmiş değil. Sadece Türkiye’nin içini mi ilgilendiriyor? Yoksa Türkiye’yi değil de Türkiye’nin komşu ülkelerini mi ilgilendiriyor? Türkiye coğrafyasında Türk milletinin tarihsel kazanımlarına en ufak bir zarar getirecek hiçbir adımdan, eylemden yana değiliz. Tam siper hepsini karşısında olacağız.
Şöyle bir sakıncalı durum yaşanmıştı. Terörist başı Abdullah Öcalan’dan terör suçundan dolayı terör örgütünün başı olduğundan dolayı hüküm yemiş, yediği hükmün cezasını halen daha çekmekte olan Öcalan’dan PKK terör örgütüne dönük talimatlar vermesi beklendi. Öcalan’dan bu sipariş edildi. Medya yoluyla kamuoyunda bu söylendi. Şimdi hapisteki hükümlü cezasını çekmekte olan baş terörist Öcalan’dan bunu beklemek demek, Öcalan’ın PKK’yı yönettiğini kabul etmek demektir.Öyleyse bu durum yargılanmayı gerektirir. Bu bir suçtur.
Hafta sonu İstanbul Barosu’nun seçimleri oldu. İstanbul Barosu’nun başına eski bir Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili seçildi. İbrahim Kaboğlu, kendisi ne yazık ki anayasal olarak bile, anayasal vatandaşlık tanımıyla bile Türklüğü üstüne alamamış, Türklüğü sindirememiş, anayasal vatandaşlık bakımından bile kendini Türk olarak tanımlayamayabilen bir yurttaş olarak ne acıdır ki Türklüğün kaderine kefen biçecek laflar etmeye başlamıştır daha ilk günden. İstanbul Barosu’nun başına oturduğu ilk günden itibaren. Buyurmuştur ki yeni İstanbul Barosunun başkanı değişmez maddelere anayasadaki değişmez maddelere olumlu anlamda dokunulabilir diye söylemiştir. Aynı lafı biliyorsunuz iki hafta önce Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin başkanı Sayın Numan Kurtulmuş da yapmıştı.
Bu çabalar Türkiye’de, Anadolu coğrafyasında Türklüğü geriletmek, zayıflatmak girişimleridir, çabalarıdır. İşte Zafer Partisi’nin varlığı siyasal kurum olarak tam da burada bu yüzden gereklidir. Zafer Partisi de burada Türklüğü daha ileriye ve daha yukarıya taşımak için siyaset yapmakta ve çalışmaktadır.
Yenidoğan Çetesi’nden söz ediyoruz. Artık Anadolu’nun dört iline de sıçramış olduğu dün anlaşılan fakat daha çok İstanbul’da ki hastanelerde ortaya çıkan, yaşanan yenidoğan servislerindeki bebek ölümleriyle ilgili bu bebek ölümlerinin üzerinden kar elde eden, gelir elde eden çetenin yaşamış oldukları toplum olarak 23 yıllık AKP iktidarının yönetimi sonucunda kurumları, kuralları, değerleri boşalan Türkiye’de insanımızın da içinin etik ve ahlaki değerlerin boşalmasıyla ne hale geldiğimizin bir göstergesi oldu.
Şüphesiz yargı çalışacaktır, çalışmalıdır ve bu cinayet şebekesi en ağır cezayı almalıdır. Bu gereklidir. Fakat bu tek başına sorunu çözmeye yeterli olmayacaktır. Zira hastayı müşteri gibi gören ticarileşmiş bir sağlık sistemi bu caniliği üretiyor.
Bu şekilde ticarileşmiş olan hastayı müşteri gibi gören sağlık sistemi var olduğu müddetçe hastalar ve onların sağlıkları ve hayatları üzerinden bir mal-meta alışverişi yapar gibi kar elde etmek, ticaret yapmak alışverişi de sürecektir. Diğer yanıyla kamu bütçesinden özel sağlık sektörüne para akıtan bu sistemin değişmesi gerekiyor.

Çünkü belli ki İktidarının uzun süreceğini bilen AKP hükümeti iş başına geldiğinde ilk el attığı ve kendi iş adamlarına, kendi çevresine, tarikat ve cemaatlere hastaneler kurdurması şimdi yaşadığımız rezaletle birlikte başlangıçta o girişimlerin niçin yapıldığını izah ediyor. Çünkü biliyorlardı ki tek başına belki bir özel hastane işletme yeterli olmayacaktır. Fakat yapılacak olan değişikliklerle birlikte bu özel hastanelerin kamu kaynaklarından besleneceğini biliyorlardı. Sistemi böyle kurmuşlardı ve bu şekilde de devam ettiler.
Tam da bu sebepledir sektörden birini, bir hastane sahibini, Sağlık Bakanı yapmışlığı vardır AKP’nin Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, Mehmet Müezzinoğlu ki bu yeni doğan çetesinin içerisinde soruşturmaya tabi tutulan ve kapanan hastaneler arasında bu AKP’li eski Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun hastanesi de vardır.
AKP hükümetini kurdu ve uzun yıllar boyunca sürdürdüğü bugüne kadar işlettiği bu sistem ele alınmalıdır. Eğer bu sistemi ele almazsak özel hastanelerin sahiplerini onların iş ve işlemlerini ele almazsak Bütün bunlar bilindiği halde buna göz yuman yöneticileri, bürokrasiyi, siyaset kadrosunu ele almazsak sistemdeki sorun ve yaşanan acılar artarak devam edecektir. Bebek ölümleri yine devam edecektir. Sağlık Bakanı Memişoğlu, yine AKP’li Sağlık Bakanı, görevdeki Sağlık Bakanı Memişoğlu, Bu takibatın ve Adalet Bakanı aynı şeyi söylüyor. Bu takibatın, hazırlığın bir buçuk yıl evvelden başladığını söylüyor.
Bir buçuk yıldır yine bebeklerin yenidoğan ünitelerinde ticareti devam etmiş, bebek ölümleri devam etmiş. Düşünün ki kendilerinde, kendi hükümetlerinde Sağlık Bakanlığı yapmış olan bir hastane sahibine bile izin verilmemiş. Öyleyse ya AKP ile Sağlık Bakanı Müezzin oğlu yalan söylüyor. Ya AKP’li Sağlık Bakanı Memişoğlu yalan söylüyor. Bu iki şıktan hangisi geçerli olursa olsun tek bir gerçek var. AKP’li Sağlık Bakanı yalan söylüyor.
Almanya Başbakanı Şansölye Scholz bunu öylesine dert etmiş ki, kalkmış Türkiye’ye gelmiş. Evet, geçen günlerde Türkiye’deydi Şansölye Scholz ve Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan’la görüştü. Görüştükleri konunun özünde esasında bu vardı. Almanya’daki kaçakların, sığınmacıların gönderilmesi vardı. Türk kökenli olanlar yani Türk vatandaşı olanlar Almanya’daki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından sığınmacı olarak bulunanlar yahut suça karışmış olanların Türkiye’ye iadesini görüştüler. Beraberinde 2016 yılında imzalanmış olan bir anlaşmaya dayanarak diğer ülke yurttaşlarının da Türkiye’ye iadesini görüştüler. Biz ne yazık ki AKP hükümetleri dönemindeki kötü bir alışkanlıkla özellikle bu uluslararası görüşmelerin içeriğini resmi yollardan öğrenebilme imkan ihtimalinden yoksunuz. Çünkü AKP hükümetleri böyle çalışmıyor.
Ne yazık ki neler olduğunu, neler konuşulduğunu, neler kotarıldığını Ancak dışarıdaki medya aracılığıyla öğrenebiliyoruz. Yine bu Scholz Erdoğan görüşmesine ilişkin olarak da dışarıya yansıyan, içi dolu, içeriği ne olduğuna ilişkin bir açıklama gelmedi. Fakat Alman medyasından öğrenebiliyoruz ki, diğer TC yurttaşı olmayan diğer sığınmacıların da gönderilmesi konuşulmuş. Hoş toplantı esnasında Cumhurbaşkanı’na bu soru da soruldu. Sayın Cumhurbaşkanı, bu soruyu savuşturmak için cevaben, problemi katmerleyen, üstüne koyan bir cevap vermiş. Yani Almanya’dan gelecek olan sığınmacıları da alacak mısınız sorusuna cevap verirken adeta bu kısmını tırnak içinde ben söylüyorum Almanya’dan gelecek olanlar ne ki dercesine bundan sonrası Erdoğan’a ait diyor ki Lübnan’dan gelecek olanları da alacağız. Suriye’den daha başka gelmesi muhtemel. Göçmenler de var, sığınmacılar, kaçaklar da var.
Türklük düşmanı, millet düşmanı, antimilliyetçi, siyasal ümmetçi, siyasal islamcı, AK Parti kadrolarının kamu kaynaklarından AK Parti medyasında, televizyonlarında, gazetelerinde beslenen, kamu kaynaklarından AK Parti’nin sarayında, propaganda aygıtlarında beslenen siyasal ümmetçi zihniyetin Zafer Partisi’ne ve onun genel başkanına yönelik Getireceği, geliştireceği ithamların hiçbirine kulak asmıyoruz. Hiçbiri bize etki etmeyecektir.
Hepsine hazırız. Biz bu ithamları 1940’lardan beri göğüslemeye alışığız. 60’lardan, 70’lerden, 80’lerden beri biz bu ithamları göğüslüyoruz. Biz ne ırkçıyız, ne faşistiz, ne de anti-hümanistiz. Biz sadece doğrudan doğruya milliyetperveriyiz, vatanperveriyiz. Pirüpak Türk milliyetçileriyiz.

Yazar - Davut Güleç

Gazeteci, televizyoncu, Uzman polis-adliye muhabiri, Spor yazarı, TEMA’cı, Kızılay’cı, Dağcı, Trekkingci, Alp disiplini kayak milli hakemi, Herkes İçin Spor Federasyonu Kayseri il temsilcisi, Erciyes Kar Kaplanları Spor Kulübü Basın sözcüsü, Kayseri Spor Adamları Derneği yönetim kurulu üyesi, Kent Güvenlik konseyi üyesi, Halkla İlişkiler Tanıtım, Adalet, Kamu Yönetimi mezunu ----- Davut Güleç Kimdir ? -----

İlginizi Çekebilir

CHP’li Aşkın Genç’ten yurtdışındaki hastanelere aktarılan paraya tepki

CHP’li Aşkın Genç’ten yurtdışındaki hastanelere aktarılan paraya tepki: Önceliğimiz, kendi vatandaşlarımızın sağlığı ve refahı olmalıdır; …