Mustafa TEMİZER
Birileri gündemi ben belirlerim diyordu. Mevcut sıkıntıları unutturmak için yeni hedefler ortaya konuyor. O da sıkıntı olanca başka gündem belirleniyor. Toplum yeni gündemlerle sıkıntılarını unutuyor. Bugünlerde ekonomik sıkıntıları unutturan bir gündem “Yeni Müfredat” tartışılıyor.
Konuya doğru bir yaklaşım için dünden bugüne milli eğitimdeki gelişmelere bakmamız gerekir. Konuyu Osmanlıdan beri ele alacak olursak. Büyük sarsıntılar geçiren Osmanlının son dönemleri olan 1860’lı yıllardan itibaren, Türk İslam Medeniyetinin aksaklıklarını ve yanlışlıklarını gidermenin yolu olarak kendi medeniyetimizi geliştirmek, yeniden gözden geçirmek yerine; Batı medeniyetine entegre olma yolu seçilir. Bu yıllardan itibaren Milli Eğitimde “Yenileşme” adına bir taklitçilik dönemi başlar. Bu taklitçilik fikri ve akımı Batı medeniyetinin üstünlüğüne inanan devlet adamlarıyla o günden bugüne kadar devam edip gelir.
Tüm yenileşme hareketlerinde taklitten de öte yabancı devletlerden getirilen uzmanlar etkin olmuş. Öyle ki milli eğitim adeta yabancılara bırakılmış. Yabancı uzmanlar da milli eğitimimizi kendi devletlerinin siyasi hedef ve menfaatleri doğrultusunda şekillendirmeye çalışmıştır.
Milli eğitim konusunda 1924’ten 1957’ye kadar -daha fazla da ABD ile- batılı ülkelerle bir dizi antlaşmalar imzalanmış. Yapılan antlaşmalarla Türk Milli Eğitimindeki insiyatif yabancı uzmanlara bırakılmıştır.
ABD ve Türkiye Cumhuriyeti arasında 27 Aralık 1949’da “Fulbright Anlaşması” antlaşması imzalanır.
Antlaşmanın ilk maddesi şöyle. “ Türkiye’de “ Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu” adı altında bir komisyon kurulacaktır. Bu komisyon, niteliği bu anlaşmayla belirlenen ve parası T.C Hükümeti tarafından finanse edilecek olan eğitim programlarının yönetimini kolaylaştıracak ve Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri tarafından tanınacaktır.
Kurulacak komisyonun yetki, işleyiş ve oluşumu ile ilgili olarak 1.1 ve 2.1 alt maddelerinde ise şunlar vardır; “Türkiye’deki okul ve yüksek öğrenim kurumlarında ABD vatandaşlarının yapacağı eğitim, araştırma, öğretim gibi eğitim faaliyetleri ile Birleşik Devletlerdeki okul ve yüksek öğrenim kuruluşlarında Türkiye vatandaşlarının yapacağı eğitim, araştırma, öğretim gibi faaliyetlerini; yolculuk, tahsil ücreti, geçim masrafları ve öğretimle ilgili diğer harcamaların karşılanması da dahil olmak üzere finanse etmek…
Komisyon harcamalarını yapacak veznedar veya bu işi yapacak şahsın ataması ABD Dışişleri tarafından uygun görülecek kişilerden olacak ve ayrılan paralar, ABD Dışişleri Bakanı tarafından tespit edilecek bir depoziter veya depoziterler nezdinde bankaya yatırılacaktır.
Kullanma yer ve miktarına ABD Dışişleri Bakanı’nın karar vereceği harcamaların nereden sağlanacağı ise, Anlaşmanın giriş bölümünde belirtilmiştir. Bu kaynak ise, ABD’nin Türkiye’ye verdiği borcun faizlerinin yatırılacağı T.C Merkez Bankası’na Türk Hükümeti’nce ödenen paralardan oluşan bir kaynaktır.
T.C Hükümeti bu anlaşmalarla, kendi parasıyla kendini bağımlı hale getiren bir açmaza düşmektedir.
Anlaşmanın 5. Maddesine göre; Komisyon sekiz kişiden oluşacak. Komisyon üyelerinin 4’ü Türk, 4’ü ABD’li, komisyonun fahri başkanı da ABD’nin Türkiye’deki misyon şefi olacak. Komisyonun alacağı kararların oylanmasında eşitlik halinde nihai kararı komisyon başkanı verecek.
Komisyonun ABD vatandaşı olan dört üyesinden ikisinin elçilikteki CIA mensupları arasından seçileceğinden kuşku duymamak gerekir, böylece CIA, Milli Eğitim Bakanlığı’na rahatça sızma olanağı bulacak ve komisyon üyesi sıfatıyla öğrenci ve eğitim üyeleri arasında ajanlar devşirmekte hiçbir güçlükle karşılaşmayacaktır.
EĞİTİMİ GELİŞTİRME
Çeşitli konularda stratejik kararlar önerebilen, Milli Eğitimi Geliştirme Komisyonu diye bir komisyon. Bu komisyonun 1994 yılında 60 personeli var. Komisyonda çalışanların üçte ikisi Amerikalı. Komisyon başkanı Amerikalı L. Cook . Başka biri etkin isim daha var. “ Milli Eğitim Bakanlığı Bağımsız Başdanışmanı” olarak görev yapan Howard Reed. O da Amerikalı.
1949 dan bu güne eğitim sistemlerimizdeki belirsizlik, tutarsızlık ve karışıklıkların neden kaynaklandığını düşünebiliyor muyuz.?… Bunları görmemek için ne olmak lazım?… Eğitim sistemlerimizle ilgili kararları siyasetçilerimizin özgür iradeleriyle verdiklerini düşünebiliriz miyiz?
Amerika’nın 1968 yılında Ankara’ya gönderdiği Richard Podol, Amerikan Yardım Teşkilatı’nın ( AID), Türkiye’deki çalışmalarıyla ilgili verdiği raporda şunları yazıyor:
“Yirmi yıldan beri Türkiye’de faaliyette bulunan yardım programı, bir zamandan beri meyvelerini vermeye başlamıştır. Önemli mevkilerde Amerikan eğitimi görmüş bir Türk’ün bulunmadığı bir bakanlık ya da İktisadi Devlet Teşekkülü hemen hemen kalmamıştır. Genel Müdür ve Müsteşarlık mevkilerinden daha büyük görevlere kısa zamanda geçmeleri beklenir. AID bütün gayretlerini bu guruba yöneltmelidir. Geniş ölçüde Türk idarecileri indoktrine (Bir düşünceyi, öğreti ve davranış kalıplarını-kısaca bir kültürü empoze etmek, bunu yaparken eleştiri ve tartışma kabul etmeden gerçekleri manipüle ederek yalnız tek doğrunun kendi kalıpları olduğunu vurgulamak) gerekir. Burada özellikle orta kademe yöneticiler üzerinde de durmak yerindedir. Amaç, bunlara yeni davranışlar kazandırmaktır. Bu grubun yakın gelecekte, yüksek sorumluluk mevkilerine geçecekleri düşünülürse, bütün gayretlerin bu kimseler üzerinde toplanması doğru bir karardır.”
Anlaşılıyor ki kurumlar üzerinden yapılan menfaat çatışmaları, sadece istihbarat kurumunda değil bütün kurumlarda yapılmaktadır.
Antlaşmayı imzalayan İnönü, Türkiye’nin genel manzarasını ortaya koyarken itirafta bulunarak şu ifadeyi kullanır. ” Hepsinin çevresinde uzman denilen yabancılar dolu. İğfal etmeye çalışıyorlar. Başaramazlarsa işi sürüncemede bırakıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum sonucu bana gelmeden Washinton’un haberi oluyor.” diye dert yanar.
Bazı devlet kurumlarının millilik çizgisinden çıkıp dış mihrakların menfaat savaşlarının yapıldığı alanlara dönüştüğüne üzüntüyle şahit oluyoruz. Maalesef bu durumun sadece belli alanlarla sınırlı olmadığı milli eğitimi de içine aldığı görülmektedir.
Bu durumda; Kurtuluş Savaşıyla elde ettiğimiz bağımsızlığımızı ne kadar koruyabildiğimizi zannediyoruz?…
1949 yılından beri “Milli Eğitim”imizi ve daha pek çok bakanlığımızı Amerikalı uzmanlar yönlendiriyor. Bugünkü durum Farklı mı?…
Gazi Mustafa Kemal Atatürk;
“Tarihimizi inceleyiniz. Türk’ün çektiği bütün felaketler, karşılaştığı tehlikeler ve kötülükler hep kendi öz benliğini, milli varlığını ihmal ederek, nereden geldikleri ve ne oldukları, hangi nesle ait bulundukları belirsiz birtakım kimseleri kendilerine yönetici tanıyarak, onların bilinçsiz bir aracı olmak durumuna düşmüş olmasıdır.” Diyerek kimleri uyarmış olabilir?…
Biz bu uyarılara kulaklarımızı tıkadık ve ABD yurttaşı olanları bile bakan, başbakan yaptık. Biz sistemden önce sistemin hazırlanmasındaki bağımlılığımızı tartışalım. Aksi halde biz kimin hangi sistemini tartışmış oluruz?…
Bu güne kadar bize dayatılan programlarla, eğitim konusunda bir arpa boyu yol alamadık. Aksine hep geriledik. Yıllarca yapılan şey şu: Millete, alt yapısı olmayan bir program dayatılıyor. O da yetmiyor, o program henüz oturmadan yine altyapısı olmayan yeni bir program dayatılıyor. Bu kısır döngü devam edip gidiyor. Bu da bizim eğitimde aynı noktada kalmamıza, hatta daha gerilere gitmemize neden oluyor. Bize program dayatanların isteği oluyor.
Dünden bugüne eğitim felsefemizde değişen bir şey var mı?… Değişen bir şey yok. Değişen sadece yabancı devletlerin ve etki eden yabancı uzmanların isimleri; değişmeyen ise beyinlerinden ve midesinden bağlanmış zincirli kölelerdir.
Yetkililere ve sorumlulara millet adına soruyoruz. Bu güne kadar uygulanan eğitim programları ve sistemleri ne kadar milli olabildi?… Bugün Avrupa Birliği tavsiyeleri ve dayatmalarıyla uygulamaya konan her türlü ekonomik, siyasi, kültürel… programlar ve eğitim sistemimiz ne kadar milli?..
Milli iradenin başta meclis olmak üzere tüm kurumlara – özellikle Milli Eğitim Bakanlığına- gereği gibi yansımadığını görmekteyiz. Toplumumuzun ihtiyaçlarına cevap verecek milli eğitim sistemi ve programı hazırlayabilecek bilgi birikimi, deneyim ve tecrübeye sahip kendi insanlarımız yok mu?… Elbette var. Millet, eğitim sistemimizin milli iradenin hakim olduğu bir komisyon tarafından milletimizin sosyal, kültürel ve siyasi ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde hazırlanmasını bekliyor.
Sokağa çıkın velilere sorun. Eğitimden, eğitimin çocuklarınıza kazandırdıklarından memnun musunuz deyin. Alacağınız cevap hayırdır. Dün de hayırdı bu gün de hayırdır.
Tüm sorunlarımızın çözümündeki tek engel bağımlılık engelidir. Maalesef eğitim alanında da henüz bağımsız hareket edemediğimiz ortadadır. Yetkililere sesleniyoruz. Millet her şeyden önce bağımsız olmak istiyor.
Milletin varlık ve bekasından başka hiçbir kaygısı olmayan, ömrünü bu uğurda tüketen bilim adamı ve düşünürlerle istişare edilmeli. Millet Partisi Kurucu Genel Başkanı rahmetli Aykut Edibali ve Millet Partisi kadrolarının kaybedilen bağımsızlıkların geri alınması için; 1960’lı yıllardan beri yaptığı Milletim Uyan! her alanda ”Yeniden Milli Mücadele!” çağrısına kulak verilmeli.
Tartışılan yeni müfredat programını kim hazırlıyor? “Fulbright Anlaşması” gereği Amerikan eğitimi görmüş kişiler hazırlamıyor mu? Tüm olumsuzluklarına rağmen mevcut müfredatta milli ve manevi değerlerin korunup geliştirilmesi milli eğitimin temel amaçları olarak açıkça belirtilmişti. Yeni müfredat taslağında milli eğitimin temel amaçlarına yer verilmediği görülmektedir. Bu milletimizin millet olma özelliğini kaybetmesinin son noktası demektir?
Her türlü taassuptan, dış baskılardan ve etkilerden uzak, bağımsız, tamamen yerli ve milli bir komisyon kurulmalı. Bu komisyon milletin yapısına uygun, inanç ve idealleri doğrultusunda yeni bir milli eğitim politikası belirlemeli bu doğrultuda yeni bir müfredat hazırlamalı.
Kaynak: Cengiz ÖNAKINCI “Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni- Osmanlı Tuzağı” Senatör Haydar Tunçkanat “İkili Antlaşmaların İç Yüzü” ve “Amerikan Emperyalizmi ve CIA” , Yeniden Milli Mücadele Mecmuası,