ENVER PAŞA’NIN ALMANLARIN VE BİZİM YENİLECEĞİMİZİ BİLE BİLE AÇTIKLARI CEPHELERDE NASIL SAVAŞTIK VE MAĞLUP OLDUK?
Süleyman KOCABAŞ
Dördüncü Bölüm
SARIKAMIŞ FACİASI ARALIK 1914
I.Dünya harbinin hemen arifesinde Almanların Osmanlı Devletini genel değerlendirişleri, incelememizin üç bölümünde de bahsettiğimiz üzere “Türkiye’ye eskiden ‘hasta adam’ derdik, şimdi ise ‘ölmekte olan adam’ diyoruz” değerlendirmesi yapılmış, ordusu için ise, “Ordusunun savaşma durumu sıfır olduğu halde, askeri ıslah heyetimiz onun başında, ölen bir hastanın başında bekleyen doktorlar heyetine benziyor” görüşlerine yer verilmişti.
Görülüyor ki, Almanların daha I. Dünya Harbinin arifesi ve ertesi yıllarda Türkiye’nin vaziyetini raporlarında değerlendirmeleri böyle olup, bu sebeplerden kendi saflarında ittifak unsurlarından olarak harbe girecek Türkiye’den zaferler beklemiyorlardı. Bütün hesapları, harbin ve zaferin asıl cephesini teşkil edecek olan “Merkezi Avrupa” da İtilaf Devletlerinin çemberine alınıp mağlup olmamak için, kendilerinin serbest kalması uğruna bunların ordularının Osmanlı sınırlarında açılacak cephelerde oyalanmasına yönelik Osmanlı’nın yenileceği biline biline mutileri Enver Paşa’ya verdikleri emirlerle kendileri hesabına cepheler açtırmışları olmuştu.
Daha I. Dünya Harbi başlarında 2 Ağustos 1914’de imzalanan Osmanlı – Alman İttifak Antlaşması’nın ardından, Kayzer II.Wilhelm Enver Paşa’yı harbe girmeye ikna edince, bu sefer de iki müttefik arasında 21 Ekim 1914’de Enver Paşa ile Osmanlı Genelkurmay II. Başkanı Bronsart arasında yine şartlarını II. Wilhelm’in istediği Osmanlı Devleti’nin Rusya limanlarının bombardımanının ardından, Rusya’nın Kafkasya’da oyalanması yanında, İngilizlerin de Avrupa’ya olan ikmallerinin Süveyş Kanalında durdurulması ve oyalanması için Mısır’a sefer düzenlenmesi istenmiş, ayrıca, yine Alman İmparatorunun isteğiyle İslam dünyasını topyekun harbe dahil etmek için “Cihat İlanı” yapılmış, buna muvazi olarak da zaten “Türkçülük, ırkçılık duyguları ve emelleri” ni tahrikten olarak da “Büyük Turan İmparatorluğunu kurmak” propagandası da çok önceden başlamıştı. Harp süresince Alman Emperyalizminin tepe tepe kullandığı Panislamizm için “Bu İngiltere’nin sonu olacaktır”, değerlendirmesi yapılırken, Pantürkizm için ise “Bu da Rusya’nın katili olacaktır” deniliyordu. Dini ve ırki motifler, emeller de emperyalistlerin sömürgeci ve yayılmacı emellerine istismarla âlet edilip kullanıldığı halde, bu iki cereyanın çok zayıf ve kendisini müdafaadan yoksun Türkiye’nin sırtına yüklenmesi de birer “Alman Projeleri” olduğu halde zaten bunların icadı için de “Made in Germany” denilmiş ve hatta bunu ispatlamak için bir Batılı yazar tarafından bu adla kitabı bile yazılmıştı ( Dr. C. Snouock Hurgronje, The Holy War ‘Made in Germany’, G. P. Putnam’s Sons, Nev York and London, 1915).
Almanların Sarıkamış Savaşında Yenileceğimizi İtirafları
Osmanlı ordularından zaten zaferler beklemeyen Almanlar için, Nasrettin Hoca’nın göle yoğurt çalması misali, “hadi tutarsa” dan olarak ordularımız zafer kazanırlarsa bu da onlar için bir “ek kazanç” olacaktı
Doğu Avrupa üzerinden Rusya’nın Almanya üzerine büyük tazyiki olup, Almanlar iyice sıkışmışlar, Rus ordularının Osmanlı sınırlarında oyalanması için Osmanlı Devletinin savaşa girmesini pek gerekli görmüşler, 29 Ekim 1914’de Rus limanlarını bombardımanla savaş başlatılmış, ardından Rusya 1 Kasım’da Türkiye’ye karşı harp ilan etmişti. İlk vuruşmalar Rusların saldırılarıyla Sarıkamış’ta başladı. Erzurum’daki Osmanlı III. Ordusu bunlara Kasım’da karşılık verdi. “Köprüköy Muharebeleri” ve “Azap Muharebeleri” denilen bu savaşlarda, mevzii bazı Osmanlı başarılarına rağmen taraflar kendileri açısından müspet sonuçlar alamadan müdafaaya çekildiler.
Almanların, Sarıkamış Cephesinde Osmanlı ordusunun “taarruz” şeklinde geniş çaplı bir çevirme harekatının başlatılmasında ısrarcı olmaya devam etmeleri üzerine, Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa, bu harekatın yapılmasının komutanlığını Alman Askeri Heyeti Başkanı ve karargahı İstanbul’da bulunan I. Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders’in yanına giderek ona teklif etmiş, Sanders böyle bir seferin zafer şansı olmadığına dair Enver Paşa’nın komutanlık teklifini ret ederek onu nasıl uyardığı hakkında hatıralarında şunları yazmıştı: “Bu zamanlarda da bölge ihtimal ki kar ile örtülüydü. Bu şartlar altında cephane ve yiyecek nakliyatının eldeki vasıtalarla nasıl yapılabileceği dahi başlı başına bir meseleydi.
Ben görevin icabı, bu önemli meselelere Enver’in dikkatini çektim. O cevaben, bu konuların incelendiğini, yol keşiflerinin yapıldığını ve o tarihe kadar diğer keşiflerin de tamamlanacağını söyledi. Konuşmamızın sonunda hatalı ve dikkat çekici fikirler ortaya attı. Bana, ileride Afganistan üzerinden Hindistan’a yürüyeceğini bile söyleyerek veda etti.” (Liman von Sarders, Türkiye’de Beş Yıl, Burçak Yayınları, İstanbul, 1968, s. 56)
Harekat için, coğrafyayı, menzili, ikilim şartlarını ve ordunun hazırlık durumunu incelemeye devam eden Sanders, geniş çaplı bir harekatın başarılı olamayacağı konusunda ısrarını sürdürmeye devam etmiş, komutanlığını kabullenip başarılı geçen askerlik tarihine “yenilmiş komutan” sıfatıyla girmek istememişti. Sanders’in bu haklı hal ve hareketleri, Alman Genelkurmayı’nın dikkatini çekmiş, karargahtan ona “ Faaliyeti Almanya’nın önemli çıkarları için tehlike teşkil ettiğinden Mareşal’in geri çağrılması zorunluluğu” dile getirilmişti.” (Jehuda L. Wallach, Bir Askeri Yardımın Anatomisi, Türkiye’de Prusya – Almanya Askeri Heyetleri 1835 -1919, Çev. F. Çeliker, Gnkur. Askeri Tarih ve Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1985, s.158)
III. Ordunun kurmay başkanı Alman Guze de harpten sonra yazdığı hatıralarında, Sarıkamış Harekatının başarı şahsının olmadığından bahsetmişti. (Sanders, s. 55 – 56)
Alman Genelkurmayı için, bizim yenmemiz veya yenilmemizin hiçbir önemi yoktu. Yenilmemiz pahasına da olsa Sarıkamış Harekatı, Rus ordularını Kafkasya Cephelerinde oyalayarak Almanların Avrupa üzerindeki askeri yükleri hafifletilmeli idi. On binlerce evladımız ölmüş veya kalmış Almanların hiç umurunda değildi.
III. Ordu Komutanları ve Bölge Halkının Yenileceğimizi Bildikleri İçin Enver Paşa’yı Uyarmaları ve İstifaları
Karargahı Erzurum’da bulunan 90 bin mevcutlu III. Ordunun 9., 10. ve 11.Kolordular adıyla anılan üç kolordusu vardı. Ordu Komutanı, Enver Paşa’nın Harp Akademisinden hocası Hasan İzzet Paşa’ydı. . Enver Paşa, harekatın yapılıp yapılamayacağını yerinde tetkik için Yavuz zırhlısı ile Trabzon üzerinden 15 Aralık 1914’de cepheye gelmiş, ilk fikrini aldığı komutan, ordu komutanı Hasan İzzet Paşa, harekatın başarılı olamayacağını söyleyerek görevinden affını istemiş, buna çok kızan Enver Paşa, “Harp Akademisinden hocam olmasaydın seni idam ederdim” demiş, azil ile onu Almanya’ya göndermiş, komutayı kendi üzerine almıştı.
Enver Paşa, 11. Kolordu Komutanı Galip Paşa’yla (Pasiner) görüşmesinde ondan da hareket aleyhtarlığına yönelik olarak şu cevabı almıştı: “Paşam dedim, yol yok. Kar fazla… İklim arızalı … Muharebe vasıtalarından mahrumuz. Askerin iaşesi yolunda değil. Hele giyimi hiç yok. Menzil işlemiyor. Bu şartlar altında yapılacak bir taarruzdan, şimdilik bir fayda beklenemez. Harekatın yaza tehiri fikrimce münasip olur” demesi üzerine görevinden alınmıştı. (Selahattin Güngör, Kumandanlarımızdan Harp Hatıraları, Kanaat Kitabevi, İstanbul, 1937, s. 64) 9. ve 10 . Kolordu komutanları da harekata itiraz edince bunlar da emekliye sevk edilerek yerlerine başkaları atanmıştı.
Erzurum’da Enver Paşa’nın etrafında toplanan halk da bölgede kötü hava şartlarını iyi bildikleri için harekatın yapılmamasını, bahar aylarına bırakmasını istemişlerdi.
Sarıkamış Harekatının Faciaya Dönüşmesi
Alman Genelkurmayının dikte ettiği “çevirme harekatı” nı yapacak asıl kolordu, Enver Paşa’nın mutisi ve bu harekatı ona verdiği raporla tek isteyen komutan 10. Kolordu Komutanlığına getirilen Albay Hafız Hakkı Bey, soldan Allahüekber dağları üzerinden yapacak, sağ cenahta 9. Kolordu düşmanı oyalama savaşları verecek, Enver Paşa’nın kendisinin dahil olduğu 11. Kolordu ise merkezden Sarıkamış’ta konuçlu Rusya’nın ana birlikleri üzerine taarruzda bulunacaktı. Çoğu bölge aşiretlerinden olan 9.Kolordunun tümenleri istenilen başarıyı gösteremediler. Ruslar, birliklerinin büyük bir kısmını merkeze yığdıkları için Enver Paşa’nın komuta ettiği harekat da burada istenilen sonucu alamadı.
Sarıkamış Harekatını asıl “facia” ya dönüştüren Enver Paşa’nın 22 Aralık’ta 3000 metre yükseklikte karlarla kaplı Alahüekber dağları üzerinden “gece taarruzu” şeklinde verdiği 10. Kolordu’nun başarısız oluşu oldu. Karşısında ciddi düşman birlikleri bulunmayan ve genelde onlarla savaşmayan Kolorduyu soğuk ve kar mağlup etti. Eksi 30 derece sıcaklık ve yer yer 1 metreyi bulan kar üzerinde 26 Aralık geçişi kolordu eridi gitti. Birliğinden ancak 500 kişi Sarıkamış önlerine ulaşabildi. Bunlar da Rus silahlarına hedef olarak şehir oldular. 25 bin kişilik kolordunun 3 bin mevcudu kalmış, karlar altında donarak ölen binlerce mehmetciğin resimleri Ruslar tarafından çekilerek dünyaya servis edilmişti.
26 Aralık’ta savaşın kötü kaderi belli olmuş, 10 Ocak 1915’e kadar yer yer devam eden savaşta, genelde harbe her bakımdan hazırlıksızlık yanında ve çoğu kötü iklim şartlarına ra mağlup olduğu halde 90 bin mevcutlu III. Ordu Genelkurmay Başkanlığının arşiv kayıtlarına göre 60 bin şehit, 15 bin kayıp, 7 bin esir vermiş, mevcudu yaklaşık 10 bine düşmüştü. (Genelkurmay Başkanlığı, I.Dünya Harbinde Kafkasya Harekatı, C.I, Genkur. ATASE Yayınları, Ankara, 1983, s.535 -536)
Enver Paşa, Karadeniz yoluna Ruslar hakim oldukları için, Ulukışla tiren yolu üzerinden İstanbul’a dönmek için III. Ordu’nun komutanlığına Albay Hafız Hakkı’yı getirerek 10 Ocak 1915’de Erzurum’dan yola çıktı. İstanbul’la gelince mağlubiyeti gizleyerek “zafer kazandım” dedi. Sarıkamış haberlerine sansür konuldu, buna uymayanlar cezalandırıldı. Kamuoyu yenildiğimizi yabancı ajanslar ve gazetelerden öğrendi. (Ziya Şakir (Soko), Cihan Harbini Nasıl İdare Ettik?, Anadolu Türk Kitabevi, İstanbul, 1946, s. 198 ve Sanders , s. 57)
Sarıkamış Faciasıyla III. Ordunun çökmesi sonucu, bütün Doğu Anadolu vilayetlerinin kapıları Rusların işgaline açıldı. Erzurum, Trabzon, Bayburt, Ardahan, Ağrı, Van, Bitlis, Bitlis, Muş, Bingöl, Erzincan Rusya’nın eline geçti. Tunceli önlerine gelen Ruslar, burada halkın büyük bir direnişi ile durduruldular. Ekim 1917’de Rusya’da Komünist ihtilal yapılınca, Rus orduları Sivas ve Diyarbakır’ı da ele geçirmek için bu şehirlerin önlerine gelmişlerdi. Komünist yönetim harpten çekilince Ruslar bütün işgal bölgelerini yer yer kendileriyle işbirliği yapan Ermenilerin hakimiyetine bırakarak boşaltmaya başladılar.
Görülüyor ki, Almanlar ve onların mutisi Enver Paşa’nın hataları nelere mal olmuş, “Turan İmparatorluğunu kuralım” derken bütün Doğu Anadolu’yu kaybeder hale gelmiştik.
KANAL SEFERLERİ FACİALARI 1915 – 1916
Almanların Yenileceğimizi Bile Bile Mısır’a Sefer İstemeleri
Almanlar daha harbin başlangıcında İngiliz kuvvetlerini de Süveyş Kanalı – Mısır’da tutmak için Enver Paşa’dan buraya sefer düzenlemesini istemişlerdi. Türkiye’deki Alman kurmay subayları, Sarıkamış Seferi gibi Kanal Seferlerinin de başarısız olacağı yönünde görüş belirtmişlerdi. Bunların başında yine Liman von Sanders geliyordu. Alman Genelkurmayı bu haklı düşüncesi sebebiyle de onu “ Genel çıkarlar açısından Mısır’a girişilecek harekat çok önemlidir” denilerek susmasını istenmişti. (Sanders, s. 16)
Karargahı Şam’da bulunan 4. Osmanlı Ordusu Kurmay Başkanı von Franmenberg ve Mısır üzerine Mersinli Cemal Paşa komutasında sefere çıkacak olan 8. Kolordunun Alman kurmay başkanı von Kressenstein de bu sefer hakkında başarısız olacağına yönelik görüşlerini açıklamışlardı. Bu cümleden olarak Kressenstein’ın “Türklerle Beraber Süveyş Kanalı’na” isimli hatıra kitabında şu yazdıkları daha da ilginçti. “Hareketimizden bir gün önce Şam Alman Konsolosu Laytverd’den ‘iki tarafın kuvvet oranına, seferi yapacak Suriye’li kıtaların talim ve terbiye derecesine, ruh ve maneviyatlarına ve dârül harbin zorluklarına nazaran Süveyş Kanalı’na karşı seferimizin başarı ümitlerinin ne kadar az olduğunun Elçiliğe bir raporla bildirilmesini rica ettim’. Buna rağmen, eğer ben, önemli direnişlere karşı (öyle ki İngilizler Süveyş Kanalı’nı korumak için buraya 100 bin kişilik asker yığmışlardı) seferin yapılmasını şiddetle kabul etmiş isem, bunu şundan dolayı yapmıştık ki, Süveyş Kanalı gibi hasmımız için büyük önemi olan bir deniz hakimiyet yolunun yalnız tehdit edilmesinin bile kendi davamız için önemli olduğunu görüyordum. Ayrıca, Türklerin ittifak antlaşmasına bağlılıklarının ancak onlarla İngilizler arasında kan dökülecek olursa garanti edilmiş olacağı kanaatini besliyordum. Konsolos’a bu izahatı vermeye şundan dolayı da karar vermiştim ki, Alman Genelkurmayı’nın ve Alman kamuoyunun bu seferin zorluklarını küçümsedikleri ve başarısı hakkında mübalağalı ümitlere kapıldıkları izlenimini kazanmıştım.” (Kress von Keressenstein, Türklerle Beraber Süveyş Kanalı’na, Çev. M. B. Özalpsan, Askeri Matbaa, İstanbul, 1943, s. 19 – 20)
- Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın Kanal Seferleri’nin Başarısız Olacaklarını Bile Bile Bu Seferlerin Yapılmasını İstemesi Garabeti
Almanların Kanal Seferini Enver Paşa’dan ısrarla ve büyük bir şiddetle istedikleri sırada 4. Ordu’nun komitanı Zeki Paşa idi. Almanların sıkıştırması üzerine Enver Paşa, Erzurum’da Hasan İzzet Paşa’dan Ruslar üzerine bir sefer istediği gibi Zeki Paşa’dan da İngilizler üzerine sefer yapılmasını istemişti. Zeki Paşa’nın, ulaşım ve teknik güçlükler sebebiyle yapılacak bu seferin başarısız olacağı için buna karşı çıkması üzerine, Enver Paşa onu görevinden alarak yerine İstanbul’dan mutisi Bahriye Nazırı Cemal Paşa’yı, Alman von Frankenberg’i de kurmay başkanlığına getirmiş, seferi yapacak olan 8. Kolordu’nun komutanlığına ise Mersinli Cemal Paşa, kurmay başkanlığına da von Kressenstein’i atamıştı.
Seferin Başkomutanı Cemal Paşa açısından işin daha da garibi, onun da Almanlar gibi mağlup olacağımızı bile bile yapılacak her iki Kanal Seferi’ne Almalardan daha çok Almancı kesilerek evet demesi olmuş, bunu hatıralarında şöyle dile getirmişti: “ Böyle olmakla beraber ben bu harekatı, sadece bir nümayiş (gösteriş) fikri ile yapıyor ve Kanal’da kendilerini rahat bırakmayacağımızı İngilizlere anlatmak ve bundan dolayı Mısır’da büyük bir İngiliz kuvvetini bağlamak emeliyle yapıyordum.
Yoksa, en büyük harp gemilerinden tutunuz da zırhlı trenlere, her çeşit savunma vasıtalarına sahip olan İngiliz ordusu gibi faal ve cesur bir ordu tarafından savunulan ve en az 100 metre genişliğinde bir kanalın bizimki gibi mevcut vasıtaları Kanal önünde ancak 4 gün kadar kalabilmesine uygun olan 14 bin tüfekli, birkaç cebel batarya ve yalnızca bir obüs bataryasından ibaret bulunan ve Kanalı geçmek için de beş, on köprücü pantonundan başka bir şeyi olmayan bir ordu tarafından cebren geçilip zapt edileceğini, ciddi bir görüşle hiçbir vakit hatır ve hayalime getirmedim. Hakikat bu merkezde olmakla beraber, gerek karargah ve gerekse birliklerime öyle kanaatler verdim ki, hiçbir fert bu I.Kanal Seferinin yalnızca bir nümayişten ibaret olduğuna dair hiçbir şey hissetmedi ve herkes en büyük fedakarlık göstermekten bir dakika geri kalmadı.
Eğer bence, yalnızca şiddetli ve ciddi bir nümayişten ibaret olan bu hareket, harikulade bir talih sayesinde başarıyla sonuçlansa idi, bunu da İslam’ın ve Osmanlı İmparatorluğunun kati kurtuluşu için hayırlı bir işaret olarak görüp bundan memnun olacağımız pek tabii idi.” (Cemal Paşa, Hatıralar, Çağdaş Yayınevi, İstanbul, 1977, s. 205)
Kanal Seferinden de zafer beklemek, Sarıkamış Harekatı gibi “göle yoğurt çalmak” tan başka bir şey değildi. Pantürkizm ve Panislamizm adına gerçekleşmeyecek ne ham ve boş hayallere kapılınmış, Osmanlı, ehliyetsiz ve liyakatsiz devlet adamları ve komutanların elinde Almanların oyuncağı olarak batmış, bunlar bizimle, kedinin yemeden önce fare ile oynadığı gibi oynamışlar, en sonunda onu her kesime yem etmişlerdi.
Kanal Seferi, işte böyle bir garip ve ölecek millet evlatlarına acımaksızın 18 Ocak 1915’de Doğu Akdeniz’e İngilizler hakim oldukları Sina Çölünü geçmek suretiyle Süveyş Kanalı’na ulaşmak için başladı. Sarıkamış’ta III.Ordu nasıl ki soğuk rüzgarla gelen “kar fırtınası” na mağlup oldu ise, IV. Ordunun 8. Kolordusu ise sıcak ve yakıcı rüzgarla gelen “çöl fırtınası” na mağlup olmuş gibi idi. Harekata katılan bir Türk subayının hatıralarında yazdıkları: “Her yerde kumlara gömülü olarak zorlukla ilerliyor, keşif için yola çıkan öncü birliklerin yarısından haber alınamıyor, kayıplara karışıyorlardı… Yüzlerimizin rengi güneşten yanıp kararmıştı. Dudaklarımızın derisi susuzluktan çatlayıp yarılmıştı. Midelerimizin içi ise, yediğimiz peksimet ve hurmanın (tek yiyecekleri bunlardı) verdiği hararetle kavrulup kurumuştu. Dahası var: Yorgun ve uykuya hasrettik.” (Şükrü Fuat Gücüyener, Sina Çölünde Türk Ordusu, Muallim Fuat Gücüyener Neşriyatı, İstanbul , 1957, s. 88 – 87) Çölde telef olanların dışında kalanlar 1 Şubat 1915’da Süveyş Kanalı’na gece kararlığından faydalanarak ulaştılar. İngilizler çok güçlü oldukları için bunları püskürttüler. 3 Şubat’ta 8. Kolordu’ya geri çekilme emri verildi.
İşin daha da garibi ve acınacak tarafı, I. Kanal Seferi Faciasından dersler alınmaksızın ikincisinin yapılmasına cüret edildi. II. Kanal Seferi 16 bin mevcutlu askerle Mart 1916’da başladı. 2 Ağustos’ta Kanala gelince, İngiliz ordusunun şiddetli top atışları sonucu yeniden geri çekilme emri verildi.
Sarıkamış Faciası nasıl ki III. Ordunun çökmesi sonucu Doğu Anadolu vilayetlerimizin Rus işgaline sebep olduysa, I. ve II. Kanal Seferleri Faciaları da Kanal’dan çekilen Osmanlı birliklerini takip gerekçesiyle İngilizlerin sırasıyla Sina Yarımadası, Filistin ve Suriye’nin İngiliz ordusu tarafından işgaline sebep oldu. Tarihte bütün Haçlı Seferlerinin işgal emellerine konu olmuş Müslümanların Mekke ve Medine’den sonra üçüncü kutsal şehri 8 Aralık 1917 ‘de İngilizlerin eline geçti. Şehre giren İngiliz Bölge Başkomutanı General Allenby atından inerek yeri öpmek suretiyle “Haçlı seferleri bugün sona erdi” dedi. Bu sebepten Selçuklular zamanında düzenlenen Haçlı Seferlerinde İngiliz Kralı “Aslan Yürekli Rıchard” ın başaramadığı Kudüs’ün işgalini kendisi başardığın için “ulusal ve dini kahraman ” ilan edildi, İngiltere’nin en büyük nişanı ona verildi. İşgali kutlamak için Avrupa’da bütün kiliselerde çanlar çalındı ve her şehrin kiliselerinde “şükür ayinleri” yapıldı. İşin daha da acı tarafı müttefikimiz Almanların kendileri de Kudüs’ ün düşüşünü gizlenemeyecek derecede sevinçle karşıladılar.
Filistin Cephesinde, Osmanlı ordusunun içinde “iç ihanet” de yaşandı. Burada savaşan ordu komutanlıklarının çoğuna Yahudi, Ermeni dönmesi subaylar atandı. Siyonistler acısından, burada bir “Yahudi Devleti” kurulması için Türklerin mutlak surette Filistin’den çıkarılması gerekiyordu. Savaştan sonra “iç ihanetler” in ortaya çıkmaması için Filistin Cephesinin arşivi yakıldı. Arşivi yakılan tek cephe bu oldu. Bu uğurda Murat Çulcu, “Arşivi Yakılan Filistin Cephesi” isimli bir kitap yazarak bazı gerçekleri dile getirmeye çalıştı.
Diğer Bir Kısım Cephelerde Durum
Çanakkale Cephesi ve Almanların gizli hesapları: “Yapılan bir hata diğer bir hatayı doğurur” derler. Sarıkamış Harekatı, Almanların hesaplarından kaynaklanan bir hata olmuş, Rusya ordusunu Kafkasya’da oyalamak için yapılmıştı. Bu sefer de Rusya, ana amaç Almanya’yı asıl cephesi Avrupa’ da yenmek uğrunda Kafkasya’da fazla oyalanmamak için ve buradaki askeri yükünü hafifletmek uğrunda müttefikleri İngiltere ve Fransa’dan Ege sahillerinde Türkiye’ye karşı bir cephe açılmasını isteyince, buna olumlu cevap veren müttefikleri Çanakkale Boğazını geçip başkent İstanbul’u ele geçirip Osmanlıyı kısa zamanda saf dışı bırakmak uğrunda bu harekatı yaptılar.
Çanakkale I. Ordu’nun savunma bölgesinde olup komutanı Liman von Sanders idi. Çanakkale Savaşı’nın bilinmeyenler veya az bilinenlerinden olarak, Almanlar bu cephede de kendi hesaplarına oyunlarını oynadılar. Savaşın planlamasını bunun başkomutanı olarak Sanders yaptı. Boğaz iyi tahkim edildiği için İngiliz – Fransız donanması zaten burayı geçemezdi. Nitekim de 18 Mart 1915’de Boğazı geçemeyip mağlup olunca savaşı kara savaşlarına kaydırdılar. Gelibolu yarımadasına asker çıkardılar. Sanders’in planlamasına göre, bu savaşlarda savunmayı 13 Osmanlı tümeni yapacaktı. Sanders’in bir kısım Osmanlı bölge komutanlarına göre de “hatalı” denilen ve Almanların kendileri açısından hiç de hatalı olmayan harp planına göre, başlangıçta Sanders, 13 tümeni Çanakkale Cephesinin çok gerilerinde tutarak, bununla sanki “Düşman varsın Gelibolu yarımadasında karşısında sadece birer takımdan ibaret gözetleme birlikleri bulunan buraya rahat çıkarma yapıp sahil şeridine yerlesin ve adından buraya tümenler sevk edilerek çok uzun soluklu bir mücadele başlasın, Türkler İstanbul’u vermemek için Boğaz’da direndikleri gibi burada da büyük bir direniş göstereceklerinden harp uzun sürecek, İngilizler ve Fransızlar kuvvetlerinin büyük bir kısmını burada tutacakları için Almanlar kendi merkez cephelerinde serbest kalacaklar” gizli-açık hesapları ile yapmış ve kara savaşları 25 Nisan 1915’de Gelibolu’ya asker çıkarmakla başlamış, 8 Ocak 1916’da çekilene kadar savaşın başladığı 18 Mart 1915 baz alınırsa bir yıla yakın sürmüştü. Almanların hesapları tutmuş, Türkler “ya ölüm, ya kalım” savaşları vererek başkentleri İstanbul’u erkenden düşman işgalinden kurtarmışlardı ama, savaşın sonuçları Sarıkamış Harekatı gibi ağır olmuştu. Savaş boyunca iki taraftan sayıları 250 bin asker olmak üzere 500 bin asken çok daracık Gelibolu Yarımadasında uzun bir süre savaşmışlar, iki tarafın da kayıpları çok büyük olmuş, Türkler, Sarıkamış Cephesinden sonra en büyük şehit ve kayıpları yine büyük ölçüde Almanların hesapları uğruna burada vermişlerdi. Genelkurmay Başkanlığının kayıtlarına göre Türk kaybı 210 -218 bin arasında olup, bunun 57 263’ü şehit, geri kalanı yaralı, esir ve kayıptı. (Genelkurmay Başkanlığı, Çanakkale Cephesi Harekatı, Cilt V, Atase Yayınları, Ankara,2002, s. 232 – 244)
Hindistan Seferi garabeti: İngiltere, 5 Kasım 1914’de Osmanlı Devletine harp ilan edince, onunla ilk vuruşmalar, Hindistan’dan getirip asker yığdıkları Basra liman şehrinde başladı. İngilizlerin ana amaçları petrole konmak olup Şattülarap boyunca gelerek Bağdat’ı ele geçirdikten sonra dünyanın en büyük ve çıkarılması en kolay (neredeyse petrol bir kaynak suyu gibi yerden kaynıyordu) Kerkük- Musul’u işgal idi.
Irak’ı 6. Osmanlı Ordusu savunacaktı. Almanlar burasının petrolüne konmaya İngilizler kadar büyük önem verdikleri için bu ordunun komutanlığına eski Alman Askeri Heyeti Başkanı von der Goltz’un atanmasını sağladılar.
Goltz, hatıralarında anlattığını göre, Irak’ı savunmakla kalmayıp, Hindistan’a yakın olduğu için buradan İran – Afganistan yoluyla oraya bir sefer düzenleyip, İngiltere’yi güçlü olduğu Avrupa’dan ziyade en kârlı ve büyük sömürgesi burada çökertmekti: “Hindistan Seferi, benim eskiden beri hayalimi son derece işgal etti. Ben, Hindistan’ı daima Britanya hükümetinin ancak ya İngiltere’ye bir ordu çıkarmakla veyahut Hindistan’ı tehdit etmekle can evinden vurulabileceği fikrinde bulundum. Şimal Denizinde (Almanya- İngiltere arasındaki deniz) hakimiyeti elde etmek için anlaşılmayan sebeplerden dolayı her türlü teşebbüslerden vazgeçtikten sonra artık İngiltere bu harpte ancak Hindistan hududunda ciddi bir suretle tehdit edilmekle, bizim için şayanı kabul sulha yanaştırılabilirdi.” (Golç Paşa’ nın Hatıraları, Çev. M. Mayakuşu, Askeri Matbaa, İstanbul, 1932, s.37)
Goltz’un hayalinde olduğu gibi Alman Genelkurmayı’nın hayalinde de Sarıkamış ve Kanal Seferleri gibi başarı şansı hiç olmayan Hindistan Seferi vardı. Bunun için Goltz, ilk tetkik ve keşifleri yaptırmış, bunlar sonucu seferin başarılı olamayacağını hatıralarında yazmıştı (Goltz, s. 37). Sanders de, Almanya’ya gönderdiği raporlarında 6. Ordu’dan 13. Kolordu’nun alınarak İran’a gönderilmesini, üstün İngiliz kuvvetleri karşısında bir varlık gösteremeyeceği için sakıncalı ve yersiz bulmuştu. (Prof. Dr. Akdes Nimet Kurat, I. Dünya Savaşı Sırasında Türkiye’de Bulunan Alman Generallerinin Raporları, Ankara, 1966, s. 20)
Alman subaylarının bir Hindistan Seferi’nin başarılı olamayacağını dile getirdikleri gibi, Osmanlı subayları da başarı şansı olmadığı konusunda Enver Paşa’yı uyarmışlardı. Üstelik de bu uyarıyı yapan, Goltz Irak Cephesinde öldükten sonra 6. Ordu’nun komutanlığına getirdiği amcası Halil Paşa olmuş, hatırlarında, İngilizlerin Selmanıpak ve Kütülamare Muharebelerinde yenilmelerinden cesaret alınarak Enver Paşa’nın, Alman Genelkurmayı’nın Kanal Seferleri gibi İngiltere’ye karşı bir “nümayiş gösterisi” olarak da olsa İran üzerinden Hindistan’a sefere çıkılması isteğine başarılı olamayacağı için karşı çıktığını ve fakat Enver Paşa’yı ikna edememesi sonucu emrindeki 13. Kolordu’yu istemeyerek de olsa İran’a gönderdiğini hatıralarında yazar. (Halil Paşa, Bitmeyen Savaş, Yedi Gün Yayınları, İstanbul, 1972, s. 200 – 202)
- Kolordu’nun harekete geçeceği Güney İran yolu zaten zengin petrol bölgesi olduğu için İngiltere’nin işgalinde idi. Müttefiki Rusya ile anlaşarak İran’ı bölmüşler, Kuzey İran’a da Rusya yerleşmişti. Bunların büyük kuvvetlerini yararak Hindistan’a ulaşmak mümkün değildi. Anlaşılan Osmanlı harekatı bunlara karşı bir “tehdit nümayişi” şeklinde olacaktı.
Yine Halil Paşa hatıralarında, İngilizler Bağdat’ı almak için yeniden harekete geçince , zayıflayan ordusunu takviye için 13. Kolordu’yu Hindistan Seferinden geri çağırdığını yazar. (Halil Paşa, s. 202)
Avrupa Cephelerine Osmanlı askerleri gönderilmesi hatası: Almanların I.Dünya Harbinde Osmanlı Devletinin ordularını “yedek, paralı, silah ve teçhizat yardımlı, vekalet savaşçısı” olarak kullanma emelleri devasa boyutlara ulaşmış, yenileceğimiz biline biline sınırlarımızda düşmanlarımıza karşı cepheler açıp onları üzerimize kendi elimizle çekmenin yanında sınırlarımızın dışına da asker göndermek gündeme gelince, Avrupa’da şu üç cepheye asker gönderildi: Galiçya, Romanya – Dobruca ve Makedonya. Almanlar açısından buralara Osmanlı ordularının gönderilme mantığı, Almanya ‘nın hem kendileri ve hem de müttefikleri Avusturya – Macaristan’ın Rusya ve müttefiki Sırbistan ile olan savaşlarında kendi askerlerinin yetersiz kalıp “yedek kuvvet” olarak Osmanlı askerinin yardımına ihtiyaç duymalarından kaynaklanmıştı. Türk ordusunun, Rusya, Romanya ve Makedonya’da Fransa’ya karşı anayurdun savunulmasında güçlükler çekilirken, sınırlarımız dışında çok uzak diyarlarda da savaşılması ne demekti? Almanya’nın asıl cephesi Avrupa’daki savaşını Türklere de kazandırmak demekti. Enver Paşa zaten, Almanlar gibi asıl zaferin Avrupa savaşları ile kazanılacağı mantığından hareketle bize birçok zararları olacak Avrupa’ya onbinlerce Osmanlı askerini göndermesi bundan kaynaklanmıştı. Adı geçen üç cepheye toplam 115 bin kişilik ve hem de en seçme askerlerden üç Türk kolordusu gönderilmiş, kendi topraklarında savaşmayan askerlerimiz buralarda 40 bin kayıp vermişti. Almanların, Türkiye’ye gönderdikleri asker sayısı ise 25 bin kişi idi. (Doç.Dr. Ali Satan, 100 Soruda I. Dünya Savaşı, Rumuz Yayınevi,2014, s. 217). Görülüyor ki, bu konuda da Enver Paşa, Almanlardan çok Almancı kesilmişti.
Almanların kendi itiraflarına göre de Avrupa’ya Osmanlı askerinin gönderilmesi Türkiye için büyük hata olmuştu. Bu cümleden olarak Sanders’in hatıralarında yazdıkları: “Türkiye’nin 1916 yılında ve hatta belki de çok daha önce, kendi sınırlarını savurmak durumunda olmadığını kabul etmek lazımdır… Türkler, kendileri yardıma muhtaç iken, dışarıya yardım etmeye kalkışmakla çok yanlış bir yol tuttular. Bu tarihten itibaren Türk birlikleri, kendi memleketlerinde düşmanı önleyecek kuvvetler olmaktan çok, kağıt üzerinde görünen kuvvetler haline geldiler. Almanya, bu sonuçların doğmasına dolaylı biçimde de olsa meydan vermemeliydi… Kanaatime göre, Türk ordusu Avrupa ve Makedonya harp sahnelerinde gördüğü küçük hizmetler yerine, kendi memleketinde çok daha fazla hizmetler görmeliydi ve görebilirdi… Halbuki, Türk askerlerinin gönderildiği bu iki cephenin, kesin sonuç ile ilişkisi pek azdı.” (Sanders, s. 148 – 149) Avrupa’ya gönderilen 100 bini aşkın Osmanlı askeri, Filistin- Suriye Cephesi veya Irak Cephesine takviye birlikler olarak gönderilse idi, İngilizlerin petrol bölgesi İrak’ı ve üçüncü mukaddes şehir Kudüs’ü almaları imkansız hale gelebilir, Doğu Anadolu Cephesine sevk edilmeleri halinde ise, Ruslar, Sivas ve Diyarbakır önlerine kadar gelemezlerdi.
Libya Cephesi: Hatalı ve Almanların hatırına açılan cephelerden olarak “Libya Cephesi” nden de bahsetmek gerekir. Merkezden çok uzakta, 1912 Uşi Antlaşmasıyla İtalya’ya verilmiş burası için savaşmanın bir anlamı yoktu. Almanların isteğiyle de bu cephe, İtilaf Devletlerine sonradan dahil olarak onların safında savaşa giren İtalya kuvvetlerini burada oyalamak yanında, zaman zaman da Libya Mısır’la sınırı bulunduğu için, küçük çaplı sınır taarruzlarıyla da İngilizleri de Mısır’da rahat bırakmamak içindi. Enver Paşa, buranın komutanlığına Sultan V. Murat’ın torunu şehzade Osman Fuat Efendi’yi atamıştı. Fuat Efendi, İstanbul’dan gönderilen Türk birliklerine takviye olarak Libya aşiretlerini de yanına alarak savaştı. Bir çok yer İtalyanlardan alındı. 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesiyle buradan da çekilindi.
I.Dünya Harbinde savaştığımız 9 cephe hakkında daha birçok şeyler yazılabilir. Biz burada konuyu ana hatları ve özetle anlattık. Daha geniş bilgi için benim yazıp yayınladığım, “Pancermenizm’in Şark’a Doğru Politikası Tarihte Türkler ve Almanlar”, “Sarıkamış Faciası 1914”, “1915 Çanakkale Savaşları ve Türk – Dünya Tarihindeki Yeri” isimli üç kitabım yanında Ali Satan’ın yukarıda adı geçen kitabına müracaat edilebilir. (Dördüncü Bölümün Sonu )