Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ, Gaziantep’te basın toplantısı düzenledi.
Prof. Dr. Ümit Özdağ: Gaziantep’e bir gelişimde şehirde konferans vermek için Fatma Şahin’den salon rica etmişti arkadaşlar. Fakat reddetmiş. Onun üzerine uçakta karşılaşınca kedisine dedim ki, “Fatma Hanım, iktidara geldiğimizde sizin bize davrandığınız gibi davranacağız” Fatma Hanım’ın suratı asıldı. “Nasıl davranacağımızı anladınız, onun için suratınız böyle asıldı değil mi?” dedim. Korkmayın, biz sizin gibi antidemokratik, baskıcı, dışlayıcı olmayacağız. Sizi de bizim yurttaşımız sayıyoruz. Keşke siz de muhalefeti bu ülkenin vatandaşları sayıp bütün milletin vergileriyle inşa edilen tesisleri babanızın malı gibi kullanmasaydınız. Bu alışkanlık haline gelmiş. Türkiye’yi kendilerinin zannediyorlar. Vatandaşı da tebaa zannediyorlar. Öyle de davranıyorlar. İnşallah buna son verilecek günler de gelecek.
İçinden geçtiğimiz yılları tarihte bir dönemle kıyaslamamız gerekiyorsa 1930’ların ikinci yarısının başlangıcına benzer günlerden geçiyoruz. 1935, 1936, 1937. Biliyorsunuz 1939’da 2. Dünya Savaşı çıktı. Dünya yine küresel bir çatışmaya doğru ne yazık ki hızla ilerliyor. En kötü durum ihtimali üzerinden çalışılıyor. En kötü durum ihtimali ne yazık ki savaş. Avrupa’da birçok ülke Almanya, Fransa ve İtalya ve birçok ülke Ukrayna savaşının bitmesinden sonra Rusya’nın devam edeceğini varsayarak yeni bir atılıma yeni bir savaşa gireceğini varsayarak önemli tedbirler almaya, asker sayılarını, eğitimlerini artırmaya başladılar. Türkiye’nin etrafındaki ateş çemberi çok daha tehlikeli hale geldi. Bu ateş çemberi öncelikle Türkiye’nin bir kuşatılmışlık içerisinde olduğunu gösteriyor. Trakya’dan başlayıp Ege adaları üzerinden devam eden oradan Kıbrıs’a, Kıbrıs’tan Suriye’nin kuzeyine, Irak’ın kuzeyine ve sonra Kafkaslarda Gürcistan’a geçen bir Amerikan askeri üs kuşatması Türkiye’yi adeta sarmış durumda. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu konudaki resmi görüşü bunun Türkiye’ye karşı bir kuşatma olduğu doğrultusundadır. Erdoğan bunu iki ayrı açıklamasında önce Ege’deki konuçlanmadan bahsederken Rusya’ya karşı olduklarını söylüyorlar ama yemezler diye ifade etti. Daha sonra da Suriye ve Irak’taki Amerikan üslerinin Türkiye’ye karşı olduğunu ifade eden bir yaklaşım içinde oldu. Madem bunu biliyorsunuz o zaman dünyadaki gelişmelerin de ışığında içeride çok daha birleştirici bir çizgi izleyip hızla Türkiye’nin güvenliği için alınması gereken önlemleri almanız gerekiyor diye biz de iktidarı uyarıyoruz ve uyarmaya devam edeceğiz.
Silahlı kuvvetlerde emir – komuta birliği yoktur. Emir – komuta birliği sağlanmak zorundadır. 15 Temmuz’dan sonra orduyu birleştirmek değil adeta parçalamak için Genelkurmay Başkanını Milli Savunma Bakanına bağlayıp kuvvet komutanlarını da tek tek Savunma Bakanına bağlamak gibi tarihin en garip ve kabul edilemez sistemiyle orduyu savaştıramazsınız. Jandarmaya Türkiye’nin güçlendirilmesi konusunda tekrar silahlı kuvvetlerin bir parçası olduğu gerçeği kabul edilmeli. Jandarmanın da bir ordu gibi savaşabilecek eğitimi alması yani eskiden olduğu gibi Jandarma subaylarının da harp okulundan mezun olmaları süreci başlatılmalıdır.
Askeri sağlık sisteminin hızla kurulması gerekiyor. Savaşan bir ordunun askeri sağlık sisteminin olmaması düşünülemez. Kuzey Irak’ta, Suriye’nin kuzeyinde yaralanan askerlerimiz buraya sivil hastanelere getiriliyor. Vicdanınız yok mu sizin? Sivil hastanelerde terör örgütüne müzahir sağılık personelinin yaralı yatan gençlerimizi taciz ettiği etmese bile bu potansiyelinin olmasının bilindiğinin yarattığı huzursuzluk var ortada. Bunun akılla mantıkla izahı var mı? Biriniz kalkın da izah edin neden askeri sağlık sistemimiz yok? Bundan 20-22 yaşında çocuklar ölüyor, doğru düzgün tedavi alamadıkları, uzmanlaşmış harp cerrahlarının eline gitmedikleri için. Belki kesilmeyecek uzuvlar bu tür bir vaka ile ilk kez karşılaşılan sivil cerrah tarafından kesilmek durumunda kalınıyor. Böyle bir şeye nasıl müsaade ediyorsunuz? Kendi çocuklarınız olsa bunu yapar mısınız?
Askeri yargının disiplinin sağlanması için tekrar kurulması gerekiyor. Hulusi Akar, Milli Savunma Bakanıyken Milli Savunma Bakanlığında eski askeri yüksek idare mahkemesi hakimlerine, “Orduda disiplin uçurumdan aşağıya uçuyor” demişti. Neden kurmuyorsunuz askeri mahkemeleri?
Asker sayısının yeterli olmadığı ortada. Sınırlarımızı koruyabilecek asker sayısı mevcut değil. Batıdaki birçok birlik olması gereken sayının çok altında. Bütün güçlü birliklerimiz Irak ve Suriye’de. Türkiye’nin ve dünyanın içine gittiği durum silahlı kuvvetlerimizin güçlü olmasını gerektiriyor. Barış istiyorsan savaşa hazır olacaksın.
Düşman bize dört ana cepheden saldırmaya başladı bile Türkiye’yi iç karışıklığa sokmak için. Bir yandan FETÖ’nün açık kapalı devlet içerisinde yeniden tanzim oluşunun ve değişik arayışlar içerisinde olduğunu görüyoruz. Bir taraftan PKK/PYD’nin yapmış olduğu Suriye’nin, Irak’ın kuzeyindeki saldırılar 1992-1991 döneminde ulaşmış olduğu seviyenin bir benzerini tekrar denemeye çalıştığını gösteriyor. “Türkiye içerisinde hiç PKK’lı kalmadı, bu bizim başarımızdır” Hayır. Türkiye içerisinde PKK’lı sayısının azalması sizin başarınız değildir. PKK, Suriye’nin kuzeyinde devlet kurma sürecinde olduğu için bütün elemanlarını Suriye’nin kuzeyine çekti ABD ordusunun desteği ile onları yenden eğitiyor da onun için yoklar. Millete yalan söylemeyin. Daha büyük bir saldırı için hazırlıklar yapıyorlar.
Son dönemde hilafet tartışmalarının Türkiye gündeminin parçası olamayıp yabancı istihbarat servisleri tarafından gündeme getirildiği, onların başı takkeli üstü cübbeli ama ruhları ajan olan elemanlar tarafından Türkiye’nin karıştırılmak için sahaya sürüldüğünü görüyoruz. Kim, elinde bir flama, başında takke, sırtında cübbe ise Türkiye’nin hangi şehrinde sokağa “hilafet istiyoruz” diye çıkıyorsa bilin ki bir yabancı servisin elemanıdır. Türkiye’yi karıştırmak için sahaya sürülmüş alçaklardır.
Her gün sınırlarımızdan bin ile bin 250 kişi arasında insan gücünün geçiyor ve Türkiye’ye yerleştiriliyor. Suriye’nin kuzeyinden dini bir grup PKK karşıtıymış gibi Türkiye’ye geçirilmiş, Gaziantep’e getirilmiş ve Gaziantep’te bir mahalleye yerleştirilmiştir. Sayıları 30 bin civarında.
Gaziantep, 2011’den beri sığınmacılar meselesinin ağır baskısı altındaydı. Gaziantep’teki belediyeler Gaziantep halkının parasını bu şehirdeki sığınmacılar için harcadılar. Türk halkının vergileri, Gazianteplilerin hakkı olan paralar sığınmacılar için harcanıyor ve bu politikalar da Gaziantep’i yeni göçlerin çekim merkezi haline getiriyor. “Gaziantep’e gelin, biz size kırtasiye de veririz, çanta da veririz, sosyal yardım da yaparız, gelin” şeklinde yapılan, izlenen bir politika var.
Eğer Gaziantep’in sığınmacılar için bir çekim merkezi olmaktan çıkarılmasını istiyorsanız, Orta Doğu’dan ipini koparanın elini kolunu sallayarak Gaziantep’e yönelmesini bu cazip politikaları durdurmak istiyorsanız yapabileceğiniz tek şey Mart 2024 seçimlerinde oyunuzu Zafer Partisi’ne vermektir. Zafer Partisi’ne vererek bu politikaları değiştirmezseniz kentinizde bugün sayısı 800 bini aşan sığınmacı ve kaçakların sayıları artmaya devam edecek. Zafer Partisi’nin adayını seçerseniz Zafer Partisi’nin yöneteceği Gaziantep, belediye kaynaklarından sığınmacılara bir gram yardım yapılmayacak. Sığınmacılara Gaziantep’te iş yeri açma izni vermeyeceğiz. Açılmış olan kaçak iş yerlerini kapatacağız. Bu ülkeye geçici sığınmacı olarak gelmiş kişinin bu ülkede ticaret yapmaya hakkı yoktur. Suriyeliler de burada kaldıkları sürece alışverişlerini Türk esnaftan yapsınlar. Bu şehir yıllardan beri bunca insana bakıyor, besliyor, büyütüyor, tedavi ediyor ama alışverişe gelince Suriyeliden alışveriş yapıyor. Yok öyle şey! Bu şehre şükran borçlu olmanız lazım. Gaziantep’te aslında ırkçı tutumu da kınıyoruz. Sığınmacılara belediye belirli sosyal tesisleri, parkları gösterecek bunları siz kullanabilirsiniz diye ama bunun dışında Gazianteplilerin vergileriyle inşa edilmiş olan diğer sosyal tesisler, parklar, bahçeler sığınmacılar tarafından kullanılamayacak.
Zafer belediyeleri bu kentin de en büyük belalarından olan uyuşturucuya karşı büyük bir savaş açacak. Sevgili Gaziantep basını, sizler de dahil olmak üzere uyuşturucu konusunda susuyor. Uyuşturucu bu kentin en büyük belalarından bir tanesidir. Çocuklarınızın, torunlarınızın uyuşturucu tehdidi altında olmasından canınız sıkılmıyor mu? Uyuşturucunun sığınmacılarla birlikte arttığını sizler de görmüyor musunuz? Gaziantep halkı kahraman bir halktır, adı gazi. Yeter artık, ona baskı yapacaksın, buna baskı yapacaksın, ona şantaj yapacaksın, bunu korkutacaksın… Bu arada da şehriniz elinizden alınacak. Sığınmacılara konuşma, onları eleştirme… Eski Halep Belediye Başkanı “Halep’te geçmişte yaşadığımı Gaziantep’te geleceğinde görüyorum” dediği zaman emniyette ifadeye çağrıldı. Adam söyledi bunu. Gaziantep’in geleceğine biçtikleri bu pay. Ya buna itiraz edeceksiniz hep birlikte itiraz edeceğiz, bize biçilmek istenen kötü kadere Gaziantep olarak “hayır” diyeceğiz ya da Allah korusun bu kent çok kötü günler yaşayacak. Bu kötü günlerin yaşanmaması için Türkiye’de iktidar değişene kadar Gaziantep’te Zafer yönetimi Gaziantep’in sığınmacılarla, uyuşturucuyla mücadele edebilmesi için bir platform kuracak. Her ilçede her mahallede spor tesisleri kurup atanmayan öğretmenleri bunların başına atayıp gençlikle uyuşturucu arasına bir spor bağı, duvarı öreceğiz. Gaziantep için yapacağımız çok şey var.
Bütün bunlar için Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanlığına Mehmet Pamuk’u aday gösteriyoruz. İlçe adayımızı da burada bir büyük toplantıyla gerçekleştireceğiz.
Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ, Kilis’te basın toplantısı düzenledi.
Prof. Dr. Ümit Özdağ: Kilis’e en fazla gelen siyasi parti olduk. Kilis konusunda, Kilis’in dertlerini, meselelerini Türk siyasetine taşıyan Türkiye’nin gündemine taşıyan tek parti vardır: Zafer Partisi. Zafer Partisi Kilis’te yeni il başkanı yeni teşkilatı ile seçim sonrasında büyük bir atılım içerisine girmişti. Bu atılımın sonuçlarını inşallah Mart 2024’te gerçekleşecek yerel seçimlerde çok somut bir şekilde göreceğiz. Ben de Kilis’e seçimlerden önce bir ikince kez geleceğim. Önümüzdeki birkaç gün içerisinde açıklayacağımız adayımız ile birlikte sahada olacağım. Kilis, 2011’den bu yana gerçekleşen göçün baskısı altında ezilen bir kentimiz. Sadece göç Kilis’i ezmiyor aynı zamanda iktidarın yarattığı korku iklimi de Kilis’i eziyor. Ben sevgili Kilislilere bu ortaya çıkarılmaya çalışılan baskı ve korku rejimine karşı kim olduklarını tekrar hatırlatmak istiyorum Kilisliler misli görülmemiş bir zafer kazanan 1. Dünya Savaşı’nın galiplerine karşı Fransızlara karşı direnişi kendilerinden başlatmış insanların torunlarıdır. Dışarıdan gelen baskılara istila girişimlerine yiğitçe direnmişlerse Kilisliler bugün de üzerlerinde değişik araçlar kullanılarak politik baskılar ekonomik şantajlar bürokratik baskılar kullanılarak oluşturulmaya çalışılan korku iklimine direnmelidirler. Dedelerine layık torunlar olduklarını göstermelidirler. Çünkü bu baskı ve korku iklimi devam ederken aslında Kilis’in ayaklarımızdan altından kaydırılmaya çalışıldığını görüyoruz. Kilis’te Kilislilere, “Susun, konuşmayın, itiraz etmeyin” diye baskı yapılırken Kilis’in toprakları, sokakları, tarlaları, mağazaları Kilislilerin elinden alınmaktadır. Kilis, bir Türkmen kenti karakterini yitirip bir Suriye kenti olmaya doğru hızla ilerlemektedir. Bu da bir çeşit istiladır ve kabul edilebilir değildir. Kilislilerin artık itirazlarını yükseltmelerinin vakti gelmiştir. Bugün itiraz etmezseniz yarın itiraz edebileceğiniz bir ortamın kalmayabileceğini anlamak durumda olmalıdırlar. Aksi takdirde kendi kentlerinde azınlığa düşmüş, varlıkları tartışılır ve dedelerinin mezarlarını izinle ziyaret edebilir noktaya gelmeleri ne yazık ki mümkündür. Tarih bunu uyuyan milletler için birçok kez göstermiştir. Kilis’in başına bu gelmemelidir.
Biliyorsunuz Kilis, eskiden Gaziantep’in parçasıydı. Gaziantep harbi aynı zamanda Kilis muharebeleridir. Gaziantep’in gazilik unvanı aynı zamanda Kilis’in de gazilik unvanıdır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Anadolu’da kendiliğinden örgütlenen direnişi ilk tespit ettiği yerdir. Kilislilerin de bu tarihi mirasa sahip çıkacak şekilde durmaları ve direnmeleri gerektiğini düşünüyoruz. Bu seçimler bu duruşu göstermek için önemli bir fırsattır. Zafer Partisi, Kilis’in meselelerine en fazla eğilen, onları en çok gündemde tutan, Kilislilerin dertlerini Türk kamuoyunun gündemine tekrar ve tekrar taşıyan parti olarak eğer Kilisliler bu Mart seçimlerinde Zafer Partisi’ni destekler ve Zafer Partisi’nin adayını belediye başkanı olarak seçerlerse hayatlarında köklü değişimler olacağını bilmelidirler. Zafer Partisi, Kilis Belediye Başkanının yapacağı ilk şey: Belediyenin kaynaklarından bundan sonra sığınmacılara para aktarmayı durdurmak olacaktır. Kilis Belediyesinin parası sadece Kilislilere harcanacaktır. Kilis Belediye Başkanı Zafer Partili sığınmacıların ruhsatsız açmış olduğu iş yerlerini kapatacaktır. Ruhsatsız hiçbir çalışmaya izin vermeyecektir. Kilis’te ticarette Kilislilerin önceliğini olması kaçınılmazdır. Kilis’te Zafer Partisi Belediye Başkanı hizmet ederken öncelikle bu ülkede askerliğini yapmış, vergisi ödemiş, bu ülke için ağlamış, gülmüş, mücadele etmiş Kilislilere öncelik vererek hizmetleri şekillendirecektir. Ülkesine dönmek isteyen sığınmacılara da belediyenin imkanları nispetinde yardımcı olacaktır. Gettolaşmayı engellemek için belediyenin imkânları dahilinde büyük bir çalışma yürütülecektir. Zafer Partisi Belediye Başkanı uyuşturucuyla mücadele için büyük bir spor hamlesi gerçekleştirecek. Gençlikle uyuşturucu arasına spor duvarını örecektir. Kilis’in her yerinde futbol, basketbol, voleybol sahaları, kapalı spor alanları kurularak istihdam edilmeyen öğretmelerin belediyede istihdam edilmesi sağlanıp gençlerimizin spora yönelmesi teşvik edilecek. Uyuşturucu ile gençlik arasına yeni bir spor bağı oluşturulacaktır.
Zafer Partisi Beledi Başkanı diğer partilerin vaat ettiği belediyecilik hizmetlerini zaten daha iyi daha kaliteli ve müteahhit belediyeciliği ile değil halk belediyeciliği ile yapacak. Kamuya ait olan kaynakları birkaç kişinin zenginleşmesi için değil Kilis halkının daha güzel yaşaması için harcayacaktır. Bütün sevgili Kilislilerden bu seçimlerde korkmadan cesurca kendilerini değil sadece çocuklarının ve torunlarının nasıl bir Kilis’te yaşayacaklarını hatta Kilis’te yaşayıp yaşayamayacaklarını belirleyecek şekilde oy kullanmalarını ve oylarını Zafer Partisi’ne vermelerini rica ediyoruz. Eğer oyunuzu Zafer Partisi’ne vermiyorsanız bu şehirde bu kadar sığınmacı var diye hiç dert etmeyin. Hiç bundan dolayı üzüldüğünüzü ifade etmeyin. Eğer kentinize sahip çıkmak istiyorsanız kentinizi savunmak istiyorsanız kentinizi korumak istiyorsanız çocuklarınızın ve torunlarınızın geleceğini güvence almak istiyorsanız tek yok zafer partisi bayrağı altında birleşmek ve Kilis’in güzel geleceğini kucaklayacak ilk adımı atmak olacak.
Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ, İskenderun’da basın toplantısı düzenledi.
Prof. Dr. Ümit Özdağ: 6 Şubat depreminin üzerinden neredeyse bir yıl geçti. Depremin 11 ilimizi kapsadığını ve merkez üssünün Kahramanmaraş olduğunu biliyoruz ama buna rağmen depremden en ağır zarar gören şehir hiç şüphesiz Hatay ve Hatay’da da Antakya oldu. Depremin ikinci gününün akşamı üçüncü günün sabahı buradaydım. Görmüş olduğum manzarayı ancak Hiroşima ve Nagazaki’nin fotoğraflarıyla zihnimde karşılaştırabildim.
Şunu da ifade edeyim, 6 Şubat depremi bir beklenmedik doğal afet değildi. 2019’da İçişleri Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Kahramanmaraş’ta 7.4 üstünde bir depremin Kahramanmaraş merkezi ve 11 ili kapsayacağı bir depremin, senaryo çalışmasını bir çalıştayla yapmıştı. Bu çalıştay yapılmış olmasına rağmen depremin gerçekleşeceği bilinmesine rağmen başta hastane, okul olmak üzere kamu kurumları bu depreme karşı bir güçlendirme sürecine alındı mı? Hayır, alınmadı. Peki, bu illerde depreme karşı bir bilinci oluşturmak ve depremde yapılması gerekilenlerle ilgili bir eğitim yapıldı mı? Hayır, yapılmadı. Kentlerin, depremin yaşanacağı kentlerin kritik noktalılarına depremden sonra insanların kendi başlarına ilk yardımı yapabilecekleri, ilk çıkarma işlemlerini yapabilecekleri, çelik dolaplar içerisinde alet, edevat yerleştirilmesi yapıldı mı? Yapılmadı. Depremden sonra geçici olarak insanların yerleşecekleri alanlar önceden belirlendi mi, bu alanları altyapıları hazırlandı mı, su ve kanalizasyon hazırlıkları yapıldı mı? Çadır depoları, battaniye depoları gerçekleştirildi mi? Konteynerler bir arada kurulmadan ama kurulmaya hazır şekilde bu kentin, bu bölgenin değişik yerlerine yerleştirilebilecekken yerleştirildi mi? Hayır. Peki, değişik devlet birimleri başta polis, jandarma ve silahlı kuvvetler olmak üzere bu bölgedeki depremde ilk müdahale eğitimi verildi mi? İlk müdahalede kullanacakları araç ve gereçler temin edildi mi? O da hayır. Yıllarca seyredildi ve deprem oldu. İlk 24 saat seyredildi sonra 36 saat seyredildi sonra 48 saat seyredildi. Askeri birlikler bile müdahale ettirilmedi ve nihayet 3. günün içinde ilk adımlar atılmaya başlandı. Şimdi, aynı süreci Kahramanmaraş’ın, Hatay’ın, Gaziantep’in yaşadığı süreci İstanbul yaşıyor. Rönesans binasının hemen yanında bir sivil toplum örgütünün kurtarma çalışmalarını incelerken ara verip bir çaya davet ettiler beni ve arkadaşlarımı. Malzeme çadırlarını gösterdiler. Çok profesyonel ve çok deneyimli. Bende sordum kendilerine, “Bir ekip kaç kişiden oluşur, kaç ekiple çalışıyorsunuz?” O sorularıma cevap verdi sonra bir daha sordum, “Peki, yarın İstanbul’da bir deprem olduğunda ne kadar kurtarıcı gerekiyor, kaç insan gücüne ihtiyaç var?” 6 bin ve 7 bin arası dedi. Evet, İstanbul’da şimdi Hatay gibi depremin karşısında korumasız bir durumda bırakılmış.
Hataylılar doğru şekilde tespit ederek Türkiye üzerinde büyük bir oyunun oynandığını ve bu oyunun merkez üstlerinin başında Hatay’ın geldiğini de görüyorlar. Gerçekten ülkemiz, içinde yaşadığımız ülke çok ağır bir krizden geçerken 4 ana saldırıyla karşı karşıya ve bu saldırıların koordinasyon merkezi aynı stratejik akıl aynı merkez. Birincisi Kuzey Irakta ve Suriye’nin kuzeyinde PKK ve YPG’nin Türk Silahlı Kuvvetlerine yapmış olduğu saldırıların oluşturduğu tehdittir. Bu saldırılar, nicelik olamasa bile nitelik açısından 1991-92 döneminde PKK’nin sınırlarımızda gerçekleştirdiği ve stratejik denge döneminden stratejik saldırı dönemine geçme çabası olarak ifade ettikleri saldırılara benzemektedir. Bu saldırıların, istihbarat anlamında, teçhizat anlamında, yabancı servisler ve ordular tarafından desteklendiği de hiç tartışmaya kapalı bir husustur. İkinci saldırı boyutunu, hükümetin yanlış politikalarından dolayı dirilmekte olan FETÖ saldırıları oluşturmaktadır. FETÖ, bir casusluk ve terör örgütüdür. FETÖ, Türkiye’yi bir iç savaşa sürükleyecek arayış içerisindedir. Bu arayışlarında yeni mevziler kazandığını biliyoruz bu da hükümetin hatalı fetöyle mücadele politikalarının bir sonucudur. FETÖ’nün içinde olduğu arayışlarla ilgili olarak Zafer Partisi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne uyarmaya ikaz etmeye devam edecektir. Üçüncü saldırı kolunu ise IŞİD’in saldırıları oluşturmaktadır. IŞİD, şu anda Türkiye’de bir iç çatışma çıkartmak için aktif arayış içerisindedir. 2019’da Türkiye vilayeti programını açıklamıştır. Karargâhı artık Suriye’de değil Türkiye’dedir. Türk Emniyetinin yapmış olduğu en önemli ve sayıca çok operasyon, PKK operasyonları FETÖ operasyonları değil, IŞİD operasyonlarıdır. IŞİD ülkemizde sabotajlar, suikastlar, bombalı eylemler yapma arayışları içerisindedir. Sürekli emniyet operasyonlarıyla, MİT operasyonlarıyla bu girişimler durdurulmaktadır.
Erdoğan’ın en son yapmış olduğu açıklama, yaşasın cumhuriyet açıklaması, 1923’ten beri şeklinde. Sanıyoruz bu hilafet söylemlerinin arkasındaki yabancı servis kaynakları bilgisinin kendisine iletilmesinin bir neticesidir. Öyle ummak istiyoruz. Evet, bu dört saldırı aynı stratejik akıl tarafından şekillendiriliyor ve gerçekleştiriliyor. Bölgemiz büyük bir savaşın içinde ama daha büyük bir savaşa doğru hızla ilerliyor.
Şimdi, İran’ın Pakistan’ı vurması neticesinde (Belucistan‘daki belirli yerleri), Pakistan’ın da cevap olarak İran’a yönelik adımlar atması bölgedeki gerilimi daha da artırmıştır. Israrla ikaz etmemize rağmen hükümetin gereken önlemleri Türkiye’nin savunması için almakta büyük ölçüde geciktiğini görüyoruz. Barış istiyorsan savaşa hazır olacaksın, eski bir Roma deyişidir. Türkiye’nin bölgesi böyle bir ateş çemberi içindeyken Kıbrıs dahil olmak üzere özellikle KKTC’de değişik arayışlar sahneye konulurken bir an önce Milli Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları arasındaki emir komuta zincirini doğru olarak kurması gerekmektedir. İki, silahlı kuvvetlerde atamaların liyakat esasında yapılması büyük bir zorunluluktur. Liyakat esasında değil siyaset esasında silahlı kuvvetlerde yapılacak atamalar, bu millete ve bu devlete ihanet anlamını taşır. Devletimizin, milletimizin geleceği, çocuklarımızın canı, siyaset esasında atanan komutanlara değil, ancak liyakat esasında atanan komutanlara emanet edilmelidir.
Hala askeri sağlık sistemimiz yoktur. Bu kabul edilebilir değil. Bakın, bölgedeki sivil hastanelere sevk edilen gazilerimizin, terör örgütüne müzahir sağlık personelleri tarafından taciz edildiğine dair iddialar vardır. Bu iddialarla ilgili Sağlık Bakanlığı soruşturma açmış mıdır, bunu sayın sağlık bakanına soruyoruz. Ama bunun da ötesinde harp cerrahisi bir başka uzmanlık alanıdır. Her cerrah, harp cerrahı değildir. Sağlıktan sorumlu genel başkan yardımcımız Prof. Dr. Ali Şehirlioğlu bir ortopedi profesörü olmasının ötesinde deneyimli bir harp cerrahı olarak, bir askerin bacağından patlamamış fünye çıkartmak için ameliyata girmiştir. Ameliyata bomba imha ekipleriyle birlikte girmiştir. Bunu sivil bir doktordan isteyemezsiniz.
Ayrıca silahlı kuvvetlerde hala askeri yargı sistemi kurulmamış, var olan tahrip edilmiştir. Gerekçesi, FETÖ sızdı. FETÖ silahlı kuvvetlere de sızdı sadece askeri yargıya sızmadı ki. O zaman silahlı kuvvetleri de kapatın. Disiplinsizliğin kontrol altına alınmasının tek yolu askeri yargının kurulmasıdır. Şimdi sosyal medyada soruyoruz ve milli savunma bakanına da buradan soruyoruz, bazı astsubaylar, ‘Biz ibadetimizi yapacağız’ diye eğitime çıkmayı reddetmişler. Sayın bakan, acaba bununla ilgili bir soruşturma açtı mı? Askerlik zaten ibadetin kendisidir, vatan savunması ibadetin kendisidir. Ben ibadet edeceğim diye vatan savunmasına çıkmayan adamın Türk Silahlı Kuvvetleri’nde işi nedir. Bütün bunların kontrol altına alınması gerekmektedir. Keza, Türkiye’nin asker sayısın da yeterli olmadığı da açıktır. Daha büyük bir orduya önümüzdeki dönemde Türkiye’nin ihtiyacı olduğu kesindir. İşte, bütün bu gelişmelerin hemen kıyısında bulunan coğrafi olarak ve bu gelişmelerden en fazla etkilenen Hatay, bir yandan IŞİD’in eylem arayışlarının bir yandan da hilafet eylemcilerinin altyapı oluşturmaya çalıştığı bir şehrimiz. Örgütler ve arkasındakiler, Hatay’ın demografik depremle bozulan dokusunu istismar etme peşindeler.
Böyle bir ortamda Hatay’ın, İskenderun’un, Reyhanlı’nı Samandağ’ın, Kırıkhan’ın ve bütün ilçelerin güçlü, dirayetli belediye başkanlara, liderlere yerel liderlere ihtiyacı vardır. Bunun çok büyük bir öneminin olduğunu düşünüyoruz. İçinden geçtiğimiz dönemde, İskenderun belediye başkanının Hatay Büyükşehir Belediye başkanının, Reyhanlı’nın, Kırıkhan’ın belediye başkanının Hassa’nın belediye başkanının, Altınözü’nün belediye başkanını tek işi yolları temiz tutmak, çöpleri kaldırmak değildir ve olamaz. Şehrinin, ilçesinin doğal lideri, birleştirici lideri ve savunucusu olmak zorundadır. Bu sadece Valinin ve Kaymakamın işi değildir.
1990’lı yıllarda terörün yükseldiği bir dönemde ve İskenderun’un da hedef aldığı bir dönemde mesela İskenderun belediye başkanı yapmış 15 sene Mete Aslan Bey böyle bir işlev üstlenmişti. Bir belediye başkanı olmanın ötesinde bir liderlik, İskenderun’un liderliğini yapmıştır. Şimdi, siyasetin kenarında izliyor ancak hem Hatay’ın hem İskenderun’un hem diğer ilçelerin böyle bir liderliğe ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Hatay böyle bir dönemden geçiyor. Bizde Zafer Partisi olarak Hatay’da ve Hatay’ın diğer ilçelerinde, sadece çöpleri toplayacak yolları temizleyecek, altyapı çalışmalarını gerçekleştirecek bir anlayışla değil, topluma liderlik edecek ve toplumun haklarını savunacak adaylarla belediye seçimlerine gireceğiz.