Köşe Yazıları

Toplumsal Yapıda Sessiz Bir Kırılma: Türkiye’nin Demografik Değişimi

Enes Koru ile #UzmanGörüşü*

Araştırmacı

3 ay sürecek, 6 yazıdan oluşan yeni bir seriyle karşınızdayız.

Rapor Bülteni sayesinde raporları inceliyor, bulguları derliyor; Türkiye toplumuna dair verileri, grafik ve eğilimleri daha erişilebilir hâle getiriyoruz

Peki tüm bunlar bize ne anlatıyor? Türkiye toplumunun yapısı hakkında neler söylüyor?

Bu seride, İLKE Vakfı Araştırmacısı Enes Koru, Rapor Bülteni’nde incelediğimiz raporlardan yola çıkarak her yazıda Türkiye toplumuna dair içgörüler sunacak.

Serinin ilk yazısı ise Türkiye’nin artan ortanca yaş ve değişen aile yapısıyla yaşadığı demografik bir kırılımı mercek altına alıyor. İyi okumalar!

Ömer Burak Tek Rapor Bülteni Direktörü
Lisans derecesini İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden aldı. İstanbul Şehir Üniversitesi’nde başladığı yüksek lisans eğitimine Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde devam etmektedir. Yüksek lisans tezinde, güvenlikleştirme bağlamında ABD ile Çin arasındaki yapay zeka rekabetine odaklanmaktadır. 2021 yılında İLKE Vakfı’nda araştırmacı olarak göreve başladı. Son olarak, İstanbul 39: İlçelerin Sosyoekonomik Görünümü başlıklı raporu yayımlandı.
Demografik Kırılma Eşiğinde Türkiye

Türkiye’nin nüfus yapısı uzun yıllar gençlik dinamiğiyle şekillenirken son dönemde belirgin bir değişim sürecine girdi. Nüfus artış hızının dramatik biçimde yavaşlaması, ülkenin demografik olarak yeni bir döneme adım attığını gösteriyor.

TÜİK verilerine göre, toplam doğurganlık hızı 2001’de 2,38 iken 2023’te 1,51’e geriledi. Bu oran, nüfusun kendini yenileyebilmesi için gereken 2,10 seviyesinin oldukça altında.

2050 için öngörülen 1,6’lık seviyeye 2023’te ulaşılmış olması, dönüşümün beklenenden hızlı seyrettiğini ortaya koyuyor. Ortanca yaş 2007’de 28,3 iken günümüzde 35’e yaklaşmış durumda.

Toplumun Görünümü raporlarında da yıllardır dikkat çekilen bu gelişmeler, Türkiye’nin yalnızca yavaşlayan değil, köklü biçimde dönüşen bir demografik yapıya sahip olduğunu gösteriyor.

Bu kırılmanın en görünür etkilerinden biri aile yapısında yaşanıyor. Türkiye, on yıl öncesine göre daha az evleniyor ve daha çok boşanıyor. TÜİK Evlenme ve Boşanma İstatistikleri’ne göre, kaba evlenme hızı belirli bir düzeyde sabitlenmiş durumda olsa da ilk evlenme yaşı sürekli artıyor; 2024’te erkeklerde 28,3, kadınlarda ise 25,8. Bu da doğurganlık penceresini daraltıyor.

Öte yandan, kaba boşanma oranı da düzenli bir artış eğiliminde ve boşanmaların yaklaşık üçte biri evliliğin ilk beş yılında gerçekleşiyor. Çiftlerin büyük bir kısmı çocuk sahibi olmadan ayrılıyor. Çocuk sahibi olma eğilimleri azalırken ortalama hanehalkı büyüklüğü küçülüyor.

Araştırma Gündemi #1‘de ele alınan Yalnız Yaşamın Yükselişi başlıklı rapora göre, son on yılda tek kişilik hanehalklarının oranı %13,9’dan %19,7’ye yükseldi; artık her beş haneden biri yalnız bireylerden oluşuyor.

Doğurganlıktaki düşüşte ilk akla gelen etken ekonomi. 2014’ten bu yana gözlemlenen azalma, ekonomik krizin derinleşmesiyle belirginleşti. Yüksek enflasyon, konut krizi, genç işsizliği gençlerin gelecek planlarını, evlilik ve çocuk kararlarını doğrudan etkiliyor. Bu durum, bireylerde belirsizlik ve kaygı yaratırken çocuk sahibi olma kararını ertelemeye ya da vazgeçmeye yol açıyor.

Ancak bu eğilimi sadece ekonomik nedenlerle açıklamak yetersiz. Türkiye geçmişte daha ağır krizler yaşamış olsa da doğurganlık bu kadar düşmemişti. Ayrıca halen gelir düzeyi daha düşük kesimler daha fazla çocuk yapıyor.

Doğurganlık oranlarının refah düzeyi yüksek ülkelerde de benzer biçimde düşüyor olması, meselenin yalnızca maddi temellere indirgenemeyeceğini; bireylerin yaşam tercihleri, aile kavrayışları ve gelecek tahayyüllerindeki dönüşümün etkili olduğunu gösteriyor.

Türkiye’de yükseköğretime erişimde yaşanan artış, demografik dönüşümün anlaşılmasında kilit bir faktör. 2008’de üniversite mezunu oranı %9 iken 2023’te %24,6’ya çıktı. Kadınlarda bu oran %7’den %22,7’ye yükseldi. Eğitimli, iş gücüne katılmak isteyen ve hayatını planlamak isteyen yeni bir kadın profili ortaya çıktı.

Kadınların iş gücüne katılımı artarken evlilik ve annelik kararları öteleniyor. Eğitim düzeyi arttıkça istihdam oranı yükseliyor ve bu durum yeterli destekleyici politikalar olmadığında doğurganlığı azaltan bir faktöre dönüşüyor. Bu noktada “her ile bir üniversite” projesiyle aynı dönemde dile getirilen “en az üç çocuk” söylemlerinin birbiriyle çeliştiği açıkça görülüyor.

Eğitimli ve üretken olması beklenen kadından aynı zamanda çok çocuk yapması da isteniyor ancak gerekli sosyal altyapı sağlanmadan bu denge kurulamıyor.

TÜİK Aile Yapısı Araştırması’na göre hane içi çocuk bakım sorumluluğunun %94,4’ü kadınlara ait. Kadın ve İstihdam Araştırması ise kadınların üçte ikisi, çalışan bir annenin çocuğuna yeterince iyi bakamayacağını düşünüyor. Bu veriler, kadınların hem çalışma hayatında kalmasının hem de çocuk sahibi olmasının sistematik destek olmadan mümkün olmadığını gösteriyor.

Türkiye’de kültürel dönüşüm eğitimle sınırlı kalmayıp dijitalleşme, sosyal medya ve kentleşmeyle de hız kazandı. Bireyselleşme ve modern yaşam biçimlerinin yaygınlaşması, evlilik ve aileye dair anlayışı da dönüştürdü.

Aile, artık sadece soyun devamını sağlayan bir yapı değil, bireysel tatmin ve özgürlük arayışının ifadesi olarak görülüyor. Geçmişte evlenmek ve çocuk sahibi olmak toplumsal bir zorunluluk olarak görülürken günümüzde özellikle kentli ve bireyselleşmiş yaşam tarzlarında bu baskı belirgin biçimde azalmış durumda.

Bekâr kalmak ya da çocuk yapmamak artık damgalanmıyor; boşanmak da özellikle eğitimli ve gelir düzeyi yüksek gruplar arasında daha az tabu hâline geliyor.

Günümüzde bireyler, üretim-tüketim ilişkilerinin baskısıyla daha planlı ve bireysel başarılara odaklı bir yaşam sürüyor. Çocuk sahibi olmak ise bu koşullarda daha kapsamlı bir tercih hâline geliyor.

Eskiden kırsalda iş gücü olan çocuk, kentte duygusal ve ekonomik yatırımı yüksek bir bireye dönüşüyor. Ebeveynliğe ayrılan zaman ve kaynak artarken, bu rol daha fazla emek ve dikkat gerektiriyor. Artık çocuk sahibi olmak, yaşamın doğal bir akışı değil, bireyin hayatını yeniden düzenlemesini gerektiren bir karar olarak görülüyor.

Tüm bu süreç yalnızca bireysel hayatları değil, ülkenin ekonomik ve sosyal sürdürülebilirliğini de etkiliyor. Doğurganlığın düşmesi, üretken nüfusun azalması, yaşlı bağımlılık oranının yükselmesi, sosyal güvenlik sistemi ve iş gücü piyasası üzerinde baskı yaratıyor.

Avrupa ülkeleri bu dönüşümü sosyal devlet mekanizmalarıyla dengelemeye çalışıyor. Fransa gibi ülkelerde doğurganlık yüksek seyredebilirken sosyal desteklerin zayıf olduğu İtalya ve İspanya gibi ülkelerde düşük kalıyor.

Ancak Finlandiya gibi güçlü destek sistemlerine rağmen doğurganlığın düşük olduğu örnekler, bu politikaların gerekli ama yeterli olmadığını gösteriyor. Aile ve ebeveynliğin toplumsal olarak değerli ve desteklenmiş hissedilmesi, çocuk sahibi olma kararlarında belirleyici oluyor.

Türkiye’de ise çocuk bakım hizmetleri henüz kurumsallaşmamış durumda; kreş erişimi sınırlı, ebeveyn izni uygulamaları yetersiz ve esnek çalışma koşulları yaygın değil. Bu bağlamda, değişen toplumsal yapıdan hâlâ eski pratikleri sürdürmesini beklemek gerçekçi değil.

Demografik dönüşüm yalnızca sayısal değil; kadın politikaları, aile yapısı, istihdam ilişkileri ve toplumsal değerlerle doğrudan bağlantılı çok boyutlu bir mesele. Bu nedenle gerekli sosyal ve yapısal müdahaleler yapılmadığı takdirde, Türkiye’nin gelecekte daha derin toplumsal ve ekonomik sorunlarla karşılaşma riski artacaktır.

#UzmanGörüşü’nün ilk sayısından bu kadar.

En büyük destekçimiz okuyucularımız. Bültenimize abone olarak ve arkadaşlarınıza tavsiye ederek bizlere katkı verebilirsiniz.

Rapor Bülteni’yle ilgili her türlü görüş ve önerilerinizi raporbulteni@gmail.com adresine veya bu bültene cevap yazarak ulaştırabilirsiniz.

Rapor Bülteni Direktörü Ömer Burak Tek’e ise omerburaktek@gmail.com adresinden ulaşmanız mümkün. Her gün içerik paylaşımına devam eden Instagram hesabımızı buraya tıklayarak takip edebilirsiniz. Hoşça bakın zâtınıza.

*(Lisans derecesini İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden aldı. İstanbul Şehir Üniversitesi’nde başladığı yüksek lisans eğitimine Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde devam etmektedir. Yüksek lisans tezinde, güvenlikleştirme bağlamında ABD ile Çin arasındaki yapay zeka rekabetine odaklanmaktadır. 2021 yılında İLKE Vakfı’nda araştırmacı olarak göreve başladı. Son olarak, İstanbul 39: İlçelerin Sosyoekonomik Görünümü başlıklı raporu yayımlandı.)

Davut Güleç

Gazeteci, televizyoncu, Uzman polis-adliye muhabiri, Spor yazarı, TEMA’cı, Kızılay’cı, Dağcı, Trekkingci, Alp disiplini kayak milli hakemi, Herkes İçin Spor Federasyonu Kayseri il temsilcisi, Erciyes Kar Kaplanları Spor Kulübü Basın sözcüsü, Kayseri Spor Adamları Derneği yönetim kurulu üyesi, Kent Güvenlik konseyi üyesi, Halkla İlişkiler Tanıtım, Adalet, Kamu Yönetimi mezunu ----- Davut Güleç Kimdir ? -----

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Gizliliğe genel bakış

Bu web sitesi, size mümkün olan en iyi kullanıcı deneyimini sunabilmek için çerezleri kullanır. Çerez bilgileri tarayıcınızda saklanır ve web sitemize döndüğünüzde sizi tanımak ve ekibimizin web sitesinin hangi bölümlerini en ilginç ve yararlı bulduğunuzu anlamasına yardımcı olmak gibi işlevleri yerine getirir.