Hilmi Özden
Giriş
“Soyağacı” “Emekli Kıdemli Albay Mak. Müh. Öznur YILMAZ”ın “Türk Toplumuna Ayna Tutan” romanlarından birinin adıdır. Eser şu ithafla başlamaktadır: “ Bir yatılı yurtta 45 erkek çocuğunun istismar edilmesine “bir kereden bir şey olmaz” diyen bütün şuursuzlara ithaf edilmiştir. Neslin nasıl bozulduğu ile ilgili bilinçlenmek “tek seferin çok sefer olduğunun” farkına varılabilmesi için boğazımıza düğümlenen hadiselerin çoğu yok sayılarak yazılmıştır. Çünkü “Vatanı korumak çocukları korumakla başlar” Gazi Mustafa Kemal Atatürk.
Roman “Welcome to Soyağacı”nın şemasıyla devam etmektedir:
“Ferman”la evli olan “Hanife”nin “Welcome to “Missouri” ABD zırhlısından ismi bilinmeyen bir Amerika askeri ile tek gecelik ilişkisinin sonuçlarını anlatır. Ailenin birinci kuşağı 1946 yılı ile temsil edilmektedir. Bundan sonraki gelecek kuşakların “büyük dedesi” ismi bilinmeyen bu “Amerikan askeri” olacaktır. Eşi tarafından aldatılan “Ferman”dan herhangi bir çocuk dünyaya gelmeyecektir. Burada anlatılmak istenen ister kadının eşini isterse erkeğin eşini aldatmasının ilerleyen kuşaklarda nasıl korkunç sonuçlar doğuracağının ortaya çıkmasıdır. Romanda işlenen ana fikir “tek seferin çok sefer olduğu” ve bununla “toplumun en kutsal kurumu olan ailenin” nasıl bir girdabın içine sürüklenme “ihtimalinin”(!) (soyağacı-pedigri-akrabalık ilişkileri) korkunç sonuçlarının ortaya konulmasıdır.
Roman, biyolojik, psikolojik, sosyolojik ve patolojik bir ilişkiler ağının herhangi bir ailedeki soy ağacı ile “korkunç yüzleşmesi”ni anlatmaktadır. Hanife’nin Amerikan askeri ile tek gecelik eşini aldatmasından sonra ailenin 1968-1969 yılları arasında 2. kuşağı diyebileceğimiz Amerikalı babadan doğan “Şöhret” isimli kızlarının 68 kuşağından erkek arkadaşı “Murat”tan bir çocukları dünyaya gelmesidir. “Murat” dinî ibadetlerini aksatmayan bir devrimci ve Amerikan Emperyalizmine karşı 6. filo’nun Türkiye’ye gelmesinde gençlik olaylarına karışan bir delikanlıdır. “Murat” ve “Şöhret”in öğrenci iken ilişkisinden dünyaya gelen bebekleri İranlı arkadaşlarına teslim edilmiştir. İranlı arkadaşları devrimci görünmelerine rağmen istihbarat teşkilatlarına çalışmaktadırlar. Olaylar sırasında “Murat” öldürülürken “Şöhret” onu korkakça terk eder.
“Murat” ve “Şöhret”in çocukları Meryem (Mary) bebekken kaçırılır ve Londra’da büyür. “Şöhret”in okul arkadaşı ve sevgilisi “Murat”ın öldürülmesinden sonra “Şöhret” “Kudret” isimli biri ile evlenmiştir. Şöhret ve Kudret’ten ise “Sadi” isimli şımarık bir çocuk dünyaya gelmiştir. Kaçırılmış ve Londra’da büyüyen Meryem’in başından bir evlilik geçmiştir. Meryem’in David isimli kişiden Adam (Adem) isimli bir çocuğu vardır. Yani “Adam”, “Şöhret”in torunu “Sadi”nin yeğenidir. Sadi ile Meryem (Mary) sosyal medyadan tanışır. “Sadi” sosyal medyadan küçük çocuklu kadınları kandıran bir pedofildir. Kadınlara düşkün ve pedofili (cinsel anlamda çocuk istismarcısı) olan “Sadi” Londra’da “Meryem”le kardeşi olduğunu bilmeden evlenir.
“Meryem” Londra’da “Sadi” Türkiye’de büyümüştür. Fakat “bir gecelik aldatmadan bir şey olmaz” diyen düşüncenin 1990’lardaki 3. kuşağı ensest (genetik, ahlaki, hukuki ve dini bakımdan evlenmeleri yasak olan yakın akraba konumundaki bireylerin cinsel ilişkide bulunmaları) bir evlilikle sonuçlanmıştır. 4. kuşak 2000’lerde bir pedofili olan dayısı tarafından istismar edilen masum ve korumasız “Adem”le devam edecektir. “Hanife” “Ferman” ve ismi bilinmeyen “Amerikalı asker” birinci kuşağı oluşturduktan sonra “Kudret” ve “Şöhret”ten devam eden “Soyağacı”nda hastanede bebeklerin karışması dâhil farklı ailelerde büyüyen çocuklar da romanda görülecektir. Bu romanda bir insan anne veya baba olsun kutsal değerlerini korumak için bir hassasiyet göstermezse meydana gelecek sonuçların gelecek kuşaklarda ensest ihtimalinin ne kadar yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.
Gayri Meşru İlişki (zina)
Arapça kökenli zina kelimesinin sözlük anlamı, “Aralarında evlilik bağı olmayan kişiler arasındaki cinsel ilişki”(TDK Sözlüğü) şeklindedir. Tüm dinler, ahlak öğretileri ve bilimsel gerçeklerin insan doğasına uygun görmediği zinayı günümüzde bazı insanlar kaçamak, çapkınlık, aldatma vb. kavramlarla hafifletmeye çalışmakta ve maalesef toplumda bunu farkına varmadan kabullenmektedir. Hâlbuki bunun adı kısaca “zina”dır. Türkiye dâhil olmak üzere dünyada aile kurumunun yıkılmasına neden olan toplum sosyolojisine aykırı bu patolojik (anormal) durumun bir an evvel dikkate alınması ve çözüm yolları üretilmesi gerekmektedir.
Türkiye’de zina 27 Aralık 1997 tarihinde erkekler için, 13 Mart 1999 tarihinde kadınlar için suç olmaktan çıkmıştır. Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde 2004 tarih ve 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu’na zina fiili suç olarak alınmamıştır. Sadece çiftlerden biri şikâyetçi olursa boşanma nedenidir. Diğer taraftan İslam dünyasında bu kavramdan uzak durduğunu iddia eden bir kesimde zinanın tam ortasındadır. Hatta onlar cariye (köle kadın) kurumundan bahsetmektedir. Cariyelik ve kölelik, cahiliye toplumlarında yüzlerce hatta binlerce yıl öncesinin, insan haysiyeti ile bağdaşmayan son derece insanlık dışı, kadını ve erkeği istismar eden kurumlarıdır. Günümüzde hâlâ bunu meşrulaştırmak isteyen düşünceler ve uygulamalar bulunmaktadır. Bazı coğrafyalarda “Muta Nikâhı” adı altında “günlük, haftalık, aylık vd. süreli nikâhlar” da bunlardan biridir[1].
Nur suresi 3. ayeti kerimede İslam dini net bir hüküm vermiştir: “Zinâ eden bir erkek, zinâ eden veya Allah’a ortak koşan kadından başkasıyla evlenmez. Zinâ eden bir kadınla da zinâ eden veya Allah’a ortak koşan bir erkekten başkası evlenmez. Zinâ edenlerle ve Allah’a ortak koşanlarla evlenmek mü’minlere haram kılınmıştır”. Bu ayet, bir rivayete göre Suffe ehli diye bilinen fakir erkek müminlerin Medine civarında zina yapan kadınlarla evlenmek istemeleri üzerine inmiştir (İsmail Yakıt Nûr Suresi 3. Ayet Açıklaması). Bu ayette “mü’minlere haram kılınmıştır” ifadesine dikkat edilmesini vurguladıktan sonra “Kur’an’daki Müslüman ve mü’min” farkını da hatırlatmak gerekiyor. Aksi halde bazı müslümanlar bunalıma girebilecektir!
“Müslüman, Allah’a şirk koşmaksızın iman edip sadece O’na teslimiyet ve kulluğu kabul etmek demek olan İslam dininden olan demektir. Müslüman’ın erkeği “Müslim”, kadını ise “Müslime” diye isimlendirilir. Bu özel ifade aşamasıyla Müslüman kişi, ilk aşamada sosyal yönden İslam dini toplumuna dahil olmuştur ve henüz iman edecek kişi ve Muhsin, Mümin ve Makbul /İnsan-ı Kamil olacak kişi adayı düzeyindedir. Diğer bir ifade ile, Müslüman olduğunu söylemek, ancak İmanlı oluşa, Muhsinliğe ve Müminliğe yönelmenin sadece başlangıcında olmak demektir. İşte bu ayırıma uygun olarak Hucurat-14 ncü ayette, Müslüman ile İman edenin, Ahzab-35’nci ayette de Müslüman ile Muhsin ve Mümin’in ayrı oldukları vurgulanmaktadır[2].
Ahzab suresi 35. Ayette: Ey insanlar! Şunu iyice bilin ki, sizlerden de Müslüman erkekler ve kadınlar, Mümin erkekler ve kadınlar, sabırlı erkekler ve kadınlar, sözlerine sadık olan erkekler ve kadınlar, güçlüklere sabreden erkekler ve kadınlar, Allah’ın rızasını gözeten erkekler ve kadınlar, yardımsever erkekler ve kadınlar, oruç tutan ve kendini olumsuzluklardan uzak tutabilen erkekler ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, şirk-ortak koşmadan sadece Allah’ı ön planda tutup anan erkekler ve kadınlar var ya, işte Allah onların da hepsine bağışlanma ve karşılık olarak büyük bir ödül hazırlamıştır”.
“Burada, erkek ve kadınlara eşit olarak hitap edilmektedir. Yine dikkat edilirse Müslüman ve Mümin ifadeleri ayrı tutulmuştur. Hücurat-14-17 nci ayetlerde de Müslüman ve İman edenin de ayrı ifadeler olduğu açıklanmıştır. Müslüman, Allah inancı olan, Mümin ise, her biri birer ibadet olan salih /muhkem-kesin hükümlere uygun olumlu ameller işleyen kişi demektir[3]”.
“Bedevîler “İman ettik” dediler. De ki: “Siz îman etmediniz amma, (bari) müslüman olduk deyin. İman henüz sizin kalblerinize gir(ib yerleş)memişdir. Eğer Allaha ve peygamberine itaat ederseniz O, sizin amel (ve hareket) lerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah (mü’minleri) çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir” (Hucurat/14. Ayet).
Ayette, Müslüman olduğunu söylemenin, sadece Müslüman olduğunu sözle ifade etmek olduğu açıklanmaktadır. Böylece de iman etmenin oldukça farklı birer aşama olduğu anlaşılmaktadır. Hucurat 16. Ayet (Ya Muhammed! Onlara ayrıca, “Siz yeni kabul ettiğiniz dini Allah’amı öğretmeye kalkıyorsunuz? Ve kendinizi hemen iman ettik diye düşündünüz. Halbuki Allah göklerde olanı da, yeryüzünde olanları da bilir. Ve şüpheniz olmasın ki Allah, her şeyi en iyi bilendir” diyerek Allah’ın gücünü pekiştir. Bu konuya Bakara-177 nci ayette değinilmekte ve İmanın 5 gaybı olan Allaha, Ahrete, Meleklere, Kitaplara ve Peygamberlere tüm benliği ile iman etmek yanında, imanı içselleştirmek için pratik yaşamda da, muhkem-kesin hükümlere uygun olumlu /salih ameller için çaba içinde olmak da gerekmektedir. Diğer bir ifade ile iman, pratik uygulamalar demek olan salih amellerle birlikte gerçekleştirilerek içtenleştirilmelidir. Zaten Teğabun-5 nci ayette, Allah’ın biz insanların sadece O’nu tanıdığımızı sözle ifade etmemize ihtiyacı olmadığı hatırlatılmıştır[4].
Diğer taraftan Müslüman erkekler tarafından Nisa Suresi 3. ayet erkekler için çok eşlilik ayeti olarak sunulmaktadır. Hâlbuki “Kur’an’da çok eşliliğin emredilmediğini, tavsiye edilmediğini ve hatta ruhsat da verilmediğini söylemek gerekir. Kur’an’ın indiği toplumda çok eşliliğin olması ve onun dönüştürücü ilk örnek olarak Kur’an metnine de girmiş olması emir, tavsiye veya ruhsat verildiği anlamına gelmemektedir. Tıpkı kölelik, cariyelik, içki veya zengin yoksul uçurumuna dair dönüştürücü hükümler getirmesi gibi, çok eşlilik ile ilgili olarak da tek eşe doğru gelişen bir seyir vardır ve yerleştirilmeye çalışılan kesinlikle budur. Üstelik çok eşliliğe ruhsat verildiği söylenen ayete girişte üç kez “yetimlerin malı” denmektedir dahası neden “verin” ve “yemeyin” denmektedir. Bunların çok eşlilikte ne alakası vardır? O dönemde Arap toplumunda mevcut olan çok evlilikte Arap erkekleri yanlarındaki yetimlerin mallarını alıp Hanımlarını onlarla geçindirmeye kalkmışlardır. Ayet tam bu anda gelmiş “yetimlerin malını” “verin” “onların malını” kendi mallarınıza katarak yemeyin demektedir. Bundan mütevellit sorun yaşadıkları çok eşlilik problemine değiniliyor ve yetimlere böyle haksızlık yapmaktan korkuyorsanız onların malına el uzatmayın aldıklarınızı geri verin onlara kendi malınız gibi davranamazsınız denmektedir. Peki bu durumda bu kadar çok kadını nasıl geçindireceğiz diye sorarsanız önce 4’e indirin sonra üçe sonra ikiye ve bire veya yanınızdaki esir kadınlardan “biri” ile evlenin. O zaman sıkıntıya girmezsiniz bu ilave yapıp durmaktan kaynaklanan haksızlıkların bir daha olmaması için size daha uygun denilmektedir. Bu ayette: Erkekler için çok eşliliğin yaygın olduğu bir topluma hitap edilmekte köleci bir topluma her fırsatta köleleri azat edin, zengin yoksul uçurumunun hat safhada olduğu bir topluma elinizdeki paraları “infak” edin denmektedir Başka bir tabirle tarihsel olandan evrensel olan tek bir eşliliğe geçmenin yerleştirilmesi ve yaygınlaştırılması amaçlanmaktadır[1].
Yine bu ayetlerin yorumlarında şu açıklamaları bilmek okuyucunun ufuklarını açacaktır: “Nisa suresi 2. ve 3. Ayetlerde: Nisa/2. Yetimlere mallarını tam verin. Kendi habis /kötü-pis /haksız elde etmiş olduğunuz mallarınızı onların temiz olanlarıyla değiştirmek ve mallarına el koyup, kendi malınızmış gibi yemek üzere sahiplenip evlenmeyin. Böyle yapmak, gerçekten büyük bir hak yeme suçudur. Nisa/ 3. Eğer böyle bir hak yeme durumu olacağından endişe eder ve adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız, onlarla sakın evlenmeyin. Böylesine hak yeme amaçlı bir hata yapmaktansa, maddi gücünüze göre iki, üç, dördü gibi ne kadarına gücünüz yetiyorsa onların evlenmelerini sağlayın ve evlendirin. Çünkü nikâhlı bir eşiniz varken, onlardan siz alırsanız, adaletli davranamama korkusu yaşarsınız. Bu nedenle, korumanıza alma ile ilgili olmasına rağmen, bu tek bir kadınla evlenmeyi tercih etmenize yönelik önerimiz, haksızlığa ve adaletsizliğe sapmamanız için en uygunudur” buyurulmaktadır. “Hz. Muhammed zamanında Arap Bedevileri, sözde himayelerine alıp çok eşli nikâhla sahiplendikleri ve yapılan savaşlarda yetim kalmış kadın-kızların varlıklarını alıp kendi hanımlarına harcıyorlardı. Bu geleneğe son verilmesi için bu ayet inmiş ve daha sonra böylesi istismar edici evliliklere kimse yanaşmamaya başlamıştır. Çünkü bu ayetten önce artık savunma savaşları bitmişti. Hatta Hz. Muhammed de bu zamana kadar çok eşli evlilikleri geleneğe dayanarak yapmış ve İslam dininin yayılması amacıyla bu yöntemi kullanmıştır. Asırlardır erkekler tarafından yapılan yorumlar nedeniyle toplumlarda kargaşalara yol açan ayetlerden biri de bu 3. ncü ayettir. Hâlbuki ayetin indiği Uhud savaşı sonrasında, yetim veya dul kadınların sayısının iyice arttığı döneme ve surenin diğer ayetlerine ve Kur’an’ın ana fikrine dikkat ettiğimizde, bu ayetin gerçek mesajını çözebiliriz. Ayette varlıklı yetim bir kadını korumak bahanesiyle evlenip onun malına haksız bir şekilde sahip olmaya kalkışmaktansa, o dönemdeki savaşlar, yapılan eziyetler ve göçlerle ortada korumasız veya yetim kalmış kimsesiz kızlar-kadınlar ve dul kadınlardan 2-3-4 veya daha fazlasını evlendirme fedakarlığı istenmektedir. Nisa- 129 ncu ayette, birden fazla kadınla evlilikte adaletin sağlanamayacağı belirtilmiş ve bu yönü ile de zaten çok eşli evliğin yanlış olacağı vurgulanmıştır. “Ayette tek eşli evlilik önerilmektedir. Çünkü Kur’an, evliliği bir nevi Tek Allah ve tek insan nesli düşüncesine götürecek çekirdek bir kurum olarak görmekte ve bu nedenle desteklemektedir. Dolayısıyla eşlerin, birlik oluşturmak üzere anlaşmayı sağlamaları, değilse boşanmaları istenmekte ve eşlerden herhangi birinin zina suçunu işlemeleri de bu nedenle büyük günahlardan sayılmaktadır. Çünkü gerek çok eşlilik gerekse başka biri ile olmak (zina), o kişi veya kişileri şirk-ortak koşma kolaylığına yönlendirici etki yapacaktır[2].
Demek oluyor ki; Nisa Suresi 3. ayette Arap toplumundaki sayısız evliliğe (poligami) karşı getirilen bu hükmün Nisa Suresi 129. ayetle bir evliliğe (monogami) net olarak indirildiği görülmektedir: “Ve ne kadar hırs da gösterseniz, kadınlar arasında adâletli olmaya aslâ güç yetiremezsiniz; öyleyse (birisine) büsbütün meylederek yönelip de onu (diğerini) askıda kalmış gibi (ne kocalı, ne kocasız bir hâlde) bırakmayın!”. Her ne hikmetse müslüman erkekler bu ayeti görmemezliğe gelmektedir. Üstelik muamelatla (uygulama) ilgili ayetlerde müfessirler Kur’an hükümlerinin başka muamelat ayetleriyle değiştirildiği örneğini verseler de burada bu prensip unutulmaktadır. Kur’an Müslümanlara evrensel bir mesaj vermekte zamana göre hükümlerdeki yöntem, sebep ve sonuç ilişkilerini insan idrakine ve zihnin dünya ile kurduğu bağlantısallığa dikkat çekmektedir. Bu açıklamalarda Kur’an tefsiri demektense İmam Mâtürîdî[3] gibi tevil kavramını kullanmak daha isabetli de olacaktır. Çünkü tefsir ifadesi ile iddialı “Kur’an böyle diyor” “açıklaması bu gibi” denilirken, tevilde “Kur’an’dan benim anladığım kadarıyla” tevazusu daha ön plandadır.
[1] R. İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur’an (Nuzül Sırasına Göre Türkçe Meal-Tefsir), İnşa Yayınları, 2023, İstanbul, s. 865-866.
[2] Gazi Özdemir, Allah’ın Tek Dini İslâm’a Davet Kur’an, Şira Yayınları, İstanbul, 2013, s.626-627.
[3] Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin (ö. 333/944), Te’vilâtü’l Kur’an
[1] Geniş Bilgi İçin: TDV İslâm Ansiklopedisi, 2006, İstanbul, 32. cilt, s. 174-180.
[2] Gazi Özdemir, Allah’ın Tek Dini İslâm’a Davet Kur’an, Şira Yayınları, İstanbul, 2013, s.753.
[3] Gazi Özdemir, Allah’ın Tek Dini İslâm’a Davet Kur’an, Şira Yayınları, İstanbul, 2013, s.614.
[4] Gazi Özdemir, Allah’ın Tek Dini İslâm’a Davet Kur’an, Şira Yayınları, İstanbul, 2013, s.740-741.
[1] Öznur Yılmaz, Welcome 6. Filo, Soysuzlar İçin SOYAĞACI, Göl Kitap Yayıncılık, İstanbul, 2021.