LÖSEV geçtiğimiz hafta sonu Ankara’da dünya çapında bir kansersempozyumu gerçekleştirdi. Farklı ülkelerden onkoloji ve hematoloji alanındauzman bilim insanları, “İmmünoterapinin kemoterapinin yerini alır demek henüzerken. Kör erkeklerin ve gece vardiyasında çalışan kadınların kansere yakalanmaoranlarında artış görülmesine dair çalışmalara devam ediliyor.” şeklinde güncelçalışmalardan bahsederken, 2. Dünya Savaşı verileriyle Japonya’dan ABD’ye göçve artan kanser vakaları ile ‘batıya göçle kanserde paralel artış’ı tespitettiklerinin altını çizdi.
LÖSEV Lösemili Çocuklar Sağlık ve Eğitim Vakfı,Uluslararası Lösemili Çocuklar Ayı kapsamında geçtiğimiz hafta sonu Ankara’daönemli bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Dünyada kanser çalışmalarına hizmetveren önemli bilim insanları, ilki düzenlenen LÖSANTE – LÖSEV 1. Uluslararası Kanser ve Hayat Sempozyumu’yla, LÖSANTE Hastanesi’nde bir araya geldi. İlkgün gerçekleşen oturumlarda sağlık profesyonelleri ağırlanarak lösemi, kanser,sağlıklı beslenme ve kansere yol açan etmenler konuşuldu. Lösemi ve kansertedavisi süreçleri, gelişen teknolojilerle ve erken teşhislerle tedaviimkânları, moral ve motivasyonu yüksek tutmanın kanserle savaşmada önemi gibikonuların üzerinde duruldu. İkinci gün ise iyileşen kanser hastaları, hastayakınları ve gönüllüler katıldı. Sempozyuma Milano-Bicocca Üniversitesi’ndenProf. Andrea Biondi, Duisburg-Essen Üniversitesi’nden Prof. Dirk Reinhardt,Wageningen Üniversitesi’nden Prof. Ellen Kampman, Yale Üniversitesi’nden Anees Chagpargibi onkoloji, pediatri ve beslenme alanında uzmanlar katıldı.
“İmmünoterapi kemoterapinin yerinialır demek için erken”
Prof. Biondi yaptığı konuşmasındakanser tedavilerinde yüksek gelirli ve düşük gelirli ülkelerdeki yaşananfarklılıklara değinerek tedavi ile birlikte desteklenmesi gereken başlıklara davurgu yaptı. Kendisine yöneltilen immünoterapi ileride klasik kemoterapi gibikonvansiyonel terapinin yerini alır mı sorusuna karşılık şunları kaydetti, “Çokiyi sonuçlar aldık ama tamamen yerini almayacak. Bunun yerine başka bir şeygeçmesi için çok erken. Belirli adımlar var. Bir kısım zorlukları elimineedebiliyoruz. Özellikle yetişkinlerde çok iyi sonuçlar aldık. Bunlar tedavininbir parçası olacak immüno terapilerle de çok iyi gelişecek.”
Hayat ritmi değişince kanser artıyor mu?
Beslenme ve yaşam tarzının kanserleilişkili bağı hakkında anekdotları paylaşırken pestisite maruz kalmanınetkisini vurgulayan Prof. Kampman ise şu paylaşımlarda bulundu, “Tüm dünyadakanser tırmanmakta. Türkiye ile ilgili durum ne diye baktığımızda hala akciğerkanseri, meme kanseri en fazla görülen kanser çeşitleri. İkinci dünyasavaşından sonra Japonlar çok klasik yaşam tarzlarını ABD’ye geçincekoruyamadı. Göç ile paralel mide kanseri de arttı. Çok hızlı bir şekilde 1- 2 jenerasyoniçinde kanser artışı gözlendi. Genler bu kadar hızlı değişmiyor başka bir şeydeğişti o zaman. Pek çok kişinin kaygısı var ve kanser tüm dünyada artıyor.Kentleşme ve batı tarzı hayat yaşamakla paralel diyebiliriz.” Öte yandan kendisineyönlendirilen gece vardiyasında çalışan kadınlarda ve kör erkeklerde kanseringörülme sıklıklığı ile ilgili soruya ilişkin “Hayat ritmi değişiyor uyku düzenide değişiyor ve yine normal ritminizin dışına çıktığınızda kanser artıyor mu bunlarlailgili çok çalışma devam ediyor. Bu sorunun cevabını netleştirmek üzereçabalıyoruz.”
8 Saat Ameliyat Sonrası Doktordan Hastasına,“Canımın İçi”
İyileşen kanserhastası Necmettin Altun ve hasta yakını kızı Süheyla Yılmaz bu süreçtekideneyimlerini paylaşırken katılımcılara duygu dolu anlar yaşattı. NecmettinAltun yaşadıklarını şu sözlerle paylaştı, “Geçen sene bu tarihlerde tatildedenizde yüzüyordum maalesef geldikten sonra bir kan tahlili sonrasında veçeşitli MR’ların sonucunda bağırsakta tümör olduğunu ve karaciğere metastazyaptığını öğrendim. 8 saat süren çok ciddi bir ameliyat geçirdim. Ameliyatımınsonrasında sürekli kemoterapi aldım bu süreçte beni sürekli takip eden her günbeni bir tabirle milim milim takip eden doktorlarımıza teşekkür ediyorum.İnanın bu hastanenin en alt katındaki otoparktan en üst katındaki yönetiminekadar her noktada inanılmaz destek gördüm. 8 saat süren ameliyat sonrasıhocamın bana gelip içten bir şekilde ‘Canımın içi’ demesini unutamam. Onun içinLÖSANTE diyorum. Yaşanan tüm zorluklara rağmen iyi ki varsın LÖSEV diyorum.”
“Ne Kadar Ağlarsan O kadar Hasta Olursun!
İyileşen kanserhastası Necmettin Altun’un kızı Süheyla Yılmaz, ise yaşadıklarını şöyle ifadeetti.
“Yaptığınız hiçbirişten lütfen bıkmayın. Zor bir süreç ama hayatın içinde her şey var. İnsanduygudan oluşan bir varlık. Lütfen hastanıza zaman ayırın. Sabır ve metanetlebu hastalığın şifasını önce LÖSANTE’de arayın sonra başka kapılara gidin.Haftada 1 kere ziyaret ediyorum hastaneyi sanki bir tiyatro sahnesi burası.Umut, neşe, mutluluk ve başarı var. Herkes çok güler yüzlü. Ne kadar ağlarsan okadar hasta olursun. Lütfen umutla mücadele etmeye devam edin. Çünkü ünlüşairin de dediği gibi ‘Yaşamak güzel şey doğrusu.’ Bütün herkese şifadiliyorum.”
Dr. Üstün Ezer: “ Tek bir çocuğumuzu kaybetmeyene kadarçalışacağız”
LÖSEV& LÖSANTEKurucu Yönetim Kurulu Başkanı Pediatrik Hematolog Onkolog Dr. Üstün EZER,yaptığı açılış konuşmasında şunları kaydetti, “90’lı yıllarda Pediatri hematolojilisansımı yaptıktan sonra mesleğime başladığımda hemen hemen çoğu çocuğumuzukaybediyorduk. Bu kayıpların altındaki en büyük sebepler enfeksiyon, maddisıkıntılar, açlık ve yokluktu. Bu yıllarda en iyi ihtimalle %20’lerde olantedavi başarı oranı bizi bir yol ayrımına götürmüştü. 1998 yılındaarkadaşlarımla birlikte LÖSEV’i ve büyük bir çaba sarf ettik. Biz LÖSEV’ikurduğumuzda herkes dalga geçti. ‘Lösemi tedavi edilebilen bir hastalıktır’ diyordukherkes bana para toplamak için halkı kandırıyor diyorlardı. O günden bugüne%92+ 2 başarıya geldik. Hem bilimsel hem fiziksel yapı ve etki alanındakiçabalarımızla LÖSEV olarak tek bir çocuğumuzu dahi kaybetmeyene kadarçalışmalarımız daha güçlü devam edecektir.”
Deniz ve Ötesi sergisi Rahmi M. Koç Müzesi’nde açıldı
İtalyan ressam Lorenzo Mariotti’nin “Deniz ve Ötesi” isimli kişisel sergisi, Rahmi M. Koç Müzesi’nde açıldı. Denizcilik konusundaki uzmanlığını tablolara yansıtan Mariotti’nin 33 yağlı boya eserinden oluşan Tofaş ana sponsorluğundaki sergi, denize ait her şeyi günlük yaşamdan enstantaneler ile sunarak, sanatseverleri farklı bir bakış açısı yakalamaya davet ediyor
Türkiye’nin ilk ve tek sanayi müzesi Rahmi M. Koç Müzesi, İtalyan ressam Lorenzo Mariotti’nin “Deniz ve Ötesi” sergisine ev sahipliği yapıyor. Mimariden manzaraya, natürmorttan portreye kadar geniş yelpazede üretim yapan sanatçı, 33 yağlı boya eserden oluşan sergi ile deniz tutkunlarını farklı deneyimlere ortak ediyor.
Denizcilik konusundaki uzmanlığını İtalyan Deniz Kuvvetleri’ne ait efsanevi eğitim gemisi Amerigo Vespucci’de bölüm başkanı olarak görev yaptığı yıllarda edinen Mariotti’nin eserlerinde tarihi fırkateynler, gemilerin yanı sıra bir tayfanın ellerine doladığı halattan açıktaki savaş gemisine bir kayıktan meraklı gözlerle bakan çocuklara kadar denize dair her şey yer buluyor. Mariotti’nin incelikle işlediği tablolara, İtalya’nın tarihi bölgelerindeki heykel ve yapılara denizi simgeleyen objelerin kattığı güzellik de günlük hayattan enstantaneler ile yansıyor.
Tofaş’ın ana sponsorluğundaki sergi, Organik Holding ve Sacmi tarafından da destekleniyor. Sergi 7 Haziran’da Rahmi M. Koç Müzesi’nde gerçekleştirilen davetle açıldı.
“Deniz, insan ve hayat birbirinden ayrı düşünülemez”
Rahmi M. Koç Müzesi Genel Müdürü Mine Sofuoğlu, sergiyle ilişkin “Rahmi M. Koç Müzeleri olarak çok geniş bir denizcilik koleksiyonuna sahibiz. Müzemizin ana bölümlerinden Hasköy Tersanesi’nde sergilenen gerçek boyutta tekne ve yatlar, sandallar, gemi donatım objeleri, gemi makinelerinden oluşan değerli bir koleksiyon yer alıyor. Dünyayı dolaşmış iki yelkenliye, Fenerbahçe Vapuru’ndan Uluçalireis Denizaltısı’na, Gonca ve Ysolt gibi birbirinden kıymetli buharlı teknelere, sayın Lorenzo Mariotti’nin de tabloya yansıttığı ve HMS Hood’un Amiral Teknesi ‘Maid of Honour’a kadar uzanan çok mühim bir mirasa ev sahipliği yapıyoruz. Mustafa V. Koç Binamızda sergilenen seçkin gemi modelleri ise denizcilik koleksiyonumuzun bir diğer önemli parçasını oluşturuyor. Bir deniz tutkunu olan kurucumuz sayın Rahmi M. Koç’un kişisel koleksiyonunun yanı sıra çok değerli bağışçılarımızın katkıları ile denizcilik tarihine ışık tutuyor, denizcilik kültürünün gelecek nesillere aktarılması için çabalıyoruz. Üç yanı denizlerle çevrili ülkemizde denizciliğin gelişmesi için, bir müze olarak, üzerimize düşen vazifeyi layıkıyla yerine getirmeye çalışıyoruz. Bu çerçevede sayın Lorenzo Mariotti’nin denizin ötesine taşan, günlük yaşamdan enstantaneleri de ustalıkla yansıttığı eserlerin, ziyaretçilerimiz tarafından büyük ilgiyle karşılanacağına inanıyorum” dedi.
Davette konuşan Lorenzo Mariotti de eserlerini Türkiye’de ilk kez sanatseverler ile buluşturan Rahmi M. Koç Müzesi’ne teşekkür etti. Mariotti, sergide yer alan eserlerinin kendisinin tutkularını yansıtan üç ana konuda toplandığını ve bunların “denizcilik, mimari ve botanik” olduğunu belirtti. Mariotti, “Bugün burada olmaktan çok mutluluk verici. İstanbul benim için olağanüstü ve eşsiz bir şehir. 1998 yılında İtalyan Donanması’na ait Amerigo Vespucci gemisinde görev yaparken geldiğim İstanbul’da ikinci kez bulunduğum için çok şanslıyım. HMS Hood’un Amiral Teknesi ‘Maid of Honour’ sayesinde de sayın Rahmi M. Koç ve bu eşsiz müzeyle tanıştım. Müzede sergilenen Maid of Honour’ın bir tablosunu yapmış ve sayın Koç’a armağan etmiştim. Sayın Koç’un burada bir sergi açmam konusundaki daveti beni çok heyecanlandırmıştı. Pandemi nedeniyle iki ertelemek zorunda kaldık ama nihayet bir aradayız. Denizcilik konusunda bu denli zengin bir koleksiyonu barındıran Rahmi M. Koç Müzesi’nde denize ve resme tutkun bir olarak eserlerimin sergilenmesinden büyük mutluluk duyuyorum” dedi.
“Deniz ve Ötesi” sergisi, 11 Eylül 2022’ye kadar ziyaret edilebilecek.
Mimar Beysun Mert: “Sürdürülebilir mimari yaklaşımlar yapı sektöründeki standart ve tercihleri değiştiriyor.”
Farklı ölçek ve fonksiyonlardaki ses getiren yapıların mimari ve iç mimari tasarım ve uygulama projelerine imza atan Mimar Beysun Mert, Çevre Haftası dolayısıyla yaptığı açıklamada sürdürülebilirliğin ve yeşil mimarinin yapı sektöründeki önemine vurgu yaptı.
Konut, ofis ve endüstri yapıları gibi farklı fonksiyonlardaki mimari ve iç mimari projelerin yanı sıra, restorasyon ve rekonstrüksiyon alanlarındaki tasarımları ile de öne çıkan Beysun Mert Mimarlık Hizmetleri’nden Beysun Mert, Çevre Haftası kapsamında yaptığı açıklamada çevreci tasarım ve yeşil mimaride yol alınabilmesi için öncelikle kural koyucu konumdaki merkezi yönetimlerin bu konudaki yaklaşımlarını değiştirmeleri ve sürdürülebilirlik standartlarını bu doğrultuda koymaları gerektiğini belirtti.
İklim krizinin son yıllarda çok şiddetlenerek kendini göstermesiyle dünyanın buna karşı alması gereken önlemler konusunda uluslararası iklim sözleşmelerinde olumlu gelişmeler yaşandığını dile getiren Mimar Beysun Mert, son Glasgow toplantısında ülkelerin iklim değişikliğine karşı alınacak bir dizi önlemi içeren bir anlaşma imzaladıklarını da aktararak kömürün aşamalı olarak azaltılması, emisyon azaltma planlarının düzenli olarak gözden geçirilmesi ve gelişmekte olan ülkelere daha fazla finansal destek gibi önemli kararlar alındığını vurguladı.
Dünyada kendi politikaları bunu gerektirdiği için yeşil yenilemeye yönelen kamu kurum ve kuruluşlarının büyük bir dilim oluşturduğunun altını çizen Mimar Beysun Mert nüfusunun neredeyse %80’i kentlerde yaşayan Avrupa’da 2010 yılından beri “yeşil kentler” çabasını teşvik etmek üzere konan Avrupa Yeşil Başkenti Ödülü ile belediyelerin strateji ve eylem planlarını 12 adet göstergeye göre tanımladıklarını dile getiriyor: “Bu göstergeler ‘küresel iklim değişimine yapılan yerel etki, yerel ulaşım, kentsel yeşil alanlar, sürdürülebilir arazi kullanımı, doğa ve biyoçeşitlilik, hava kalitesi, gürültü kirliliği, atık üretimi ve yönetimi, su tüketimi, atık su arıtma, belediyenin çevre yönetimi, uygulama ve deneyiminin paylaşımına yönelik program’ olarak sıralanıyor.’’ Finalist kentlerin bu kriterlere göre değerlendirilmesi sonucu Stockholm’ün 2010 yılında ilk yeşil başkent seçildiğini sözlerine ekleyen Mimar Beysun Mert, Stockholm’ün 1970’ten beri sürdürdüğü ve yeşil başkent olmasını sağlayan politikaların diğer şehirlerin de belediyecilik anlayışlarına yerleşmiş olduğunu vurguluyor.
Sürdürülebilir ve yeşil mimaride ikinci büyük dilimi ise Fortuna 500 içerisindeki kurumsal sürdürülebilirlik raporları olan çok uluslu kurumların oluşturduğunu aktaran mimar, bu kurumların etaplar halinde Yeşil Yenileme Uygulaması’na geçtiklerini sözlerine ekliyor: ‘’Yeşil Yenileme var olan bir binada tümüyle ya da kısmen enerji verimliliğini ya da çevresel performansı arttıran her türlü yenilemedir. Enerji tüketimi, su kullanımının azaltılması, gürültünün azaltılması ve benzeri faktörler bu yenilemeler arasında yer alır. Var olan yapılarda Yeşil Yenileme’nin ve yeni yapılacak yapılarda sürdürülebilir yeşil mimari uygulamasının yapı sektöründe köklü değişikliklere neden olacağına inanıyorum.’’
Binalarda uygulanan Yeşil Bina Sertifikası uygulamasının da son yıllarda farkındalığı artan bilinçli tüketici açısından, önem kazanmaya başladığını aktaran Mimar Beysun Mert, yeşil bina sertifikasyon sürecinde projenin, sürdürülebilir arazi, su verimliliği, enerji ve atmosfer, malzeme ve kaynaklar, iç mekan yaşam kalitesi gibi başlıklar altında değerlendirilerek sertifikalandırıldığını dile getiriyor ve ekliyor: “Sürdürülebilir ve yeşil mimari için çalışmalara tasarım sürecinden başlanması ve çevre dostu tasarımların, proje yönetim süreciyle sürdürülüp sonlandırılması gerekiyor. Sürdürülebilir ve yeşil mimari, hayatın dayatması ve bilinçlenme ile birlikte yapı sektöründeki standart ve tercihleri değiştirecek.”
AVRUPA’DAN YENİ SESLER İLK KEZ ANKARA VE İSTANBUL’DA
SOUND OF EUROPE FESTİVALİ KAPSAMINDA AVRUPA’DAN 12 FARKLI YENİ SES İSTANBUL VE ANKARA’DA İLK KEZ MÜZİK TUTKUNLARIYLA BULUŞUYOR
Institut français Türkiye girişimi, EUNIC üye ülkelerin temsilcilikleri ve Kadıköy ile Çankaya Belediyeleri destekleri ile düzenlenen Sound of Europe Festivali 10, 11 ve 12 Haziran’da Avrupa’nın yeni seslerini Ankara ve Istanbul’daki müzikseverler ile buluşturacak. İstanbul Alan Kadıköy ve Ankara Ahlatlıbel Atatürk Parkı’nda düzenlenecek festivale katılım ücretsiz olacak.
Avrupa’dan 12 farklı müzik grubunu Türkiye’den yerel sanatçılarla aynı sahnede buluşturacak olan Sound of Europe Festivali, geniş müzikal seçkisiyle yediden yetmişe tüm müzikseverleri İstanbul ve Ankara’da bir araya getirecek. Festival, cazdan rock’a, folk’tan elektronik müziğe kadar geniş müzikal seçkisiyle farklı performansları sahneye taşıyacak.
Institut français Türkiye davetlisi olarak festivale Fransa’dan katılacak olan Paris kökenli Collectif Medz Bazar, dinleyenlere kültürler arası müzikal bir tecrübe yaşatıyor. Beşliyi oluşturan her müzisyen son derece başarılı birer vokalist ve birer multi-enstrümantalist olarak tanınıyor. Müziklerinde eski ve yeni halk geleneklerini kullanarak özgürlük ve kardeşlik mesajları veren ekip, Türkçe, Ermenice, İngilizce ve Fransızca parçaları ile kültürel kaynaşmanın ve yenilenmenin hikayesini anlatıyor.
10 Haziran Cuma 22.00 – Alan Kadıköy
11 Haziran Cumartesi 22.00 – Ahlatlıbel Atatürk Parkı
- Parti ruhunu herkese yaşatan Duckshell – Macaristan
Macaristan Büyükelçiliği Ankara & Liszt Enstitüsü Macar Kültür Merkezi İstanbul
2017’de Macaristan’da yer alan yeraltı kulübü Gólya’da kurulan Duckshell, sahneyi bir parti alanına dönüştürüyor. Macaristan’ın yanı sıra Fransa, İspanya, Almanya ve diğer ülkelerdeki şehirlerin sokaklarında da halkla sık sık bir araya gelen Duckshell’in parçaları, grup üyelerinin etnik çeşitliliği ve farklı müzikal ilgileri sayesinde birçok farklı türü bir araya getiriyor. Kendi çok dilli müzik tarzlarına “sunshine-punk” adını veren grup, Macar ve Brezilya müziğinin unsurları olan ska, punk, reggae ve funk gibi tarzları bir arada kullanarak dans ve coşku dolu konserleri ile tanınıyor.
11 Haziran Cumartesi 22.00 – Alan Kadıköy
12 Haziran Pazar 22.00 – Ahlatlıbel Atatürk Parkı
- Tech-house’un yeni “harika çocuğu” Yo Johnny – Danimarka
Danimarka Kültür Enstitüsü İstanbul
Caz müzisyeni babasına duyduğu hayranlıkla 11 yaşında müziğe başlayan Danimarkalı Arto Eriksen, elektronik müziğe olan tutkusunu henüz çok küçük yaşta babasının stüdyosunda dinlediği parçalarla keşfetti. 2019’da çıkardığı bir dizi yeni parça ile dikkatleri üzerine çeken tech-house’un harika çocuğu Yo Johnny, DJ setiyle parti ruhunu dans pistine taşıyacak.
12 Haziran Pazar 22.00 – Alan Kadıköy
- Cazın alışılmamış dörtlüsü Eva Klesse Quartett – Almanya
Goethe Enstitüsü İstanbul & Ankara
Leipzig merkezli davulcu, besteci ve grup lideri Eva Klesse, caz eğitimini 2013 yılında tamamladı. Ardından kurduğu kendi dörtlüsü ile genç caz müzisyenlerine verilen Leipzig ödülüne layık görüldü. Dörtlü 2014 yılında Enja etiketiyle çıkardığı “Xenon” ile 2015 yılında Alman ajansı Jazz Echo tarafından yılın en iyi çıkış yapan grubu ödülünü kazandı. Eva Klesse’nin baskın olmadan zihinlerde yer eden davul ritimleri, piyanist Philipp Frischkorn’un romantik piyanosu, Evgeny Ring’in geleneksel saksafonunu tamamlarken, basçı Marc Muellbauer, Klesse’nin hafif ama dokunaklı davul ritimlerine eşlik ediyor ve serbest doğaçlamanın sınırlarını zorluyor.
11 Haziran Cumartesi 19.30 – Alan Kadıköy
- Heyecan dolu ve bir o kadar melankolik bir caz konseri için Henning Sieverts & Philipp Schiepek Duo – Almanya
Goethe Enstitüsü İstanbul & Ankara
İki usta virtüöz, Henning Sieverts ve Philipp Schiepek, yedi yıl önce Würzburg Müzik Konservatuarı’nda gerçekleşen bir atölyede tanıştıktan sonra sayısız işbirliğine imza attılar. İkilinin müzikal diyaloğunda ağırlıklı olarak kendi eserleri ve özveriyle seçilmiş caz klasikleri yer alıyor. Bas ve çellodaki sihirli dokunuşlarıyla tanınan Henning Sieverts, dünyanın farklı ülkelerinde verdiği sayısız konserle, caz dünyasının önde gelen müzisyenlerinden biri olarak biliniyor. Echo Jazz ve New German Jazz Award sahibi Sieverts ile bir dönem öğrencisi ve şimdiki müzikal partneri Schiepek arasındaki müzik alışveriş alışılmış sınırların çok ötesinde; adeta telepatik. İkilinin konserleri kimi zaman cazın heyecan dolu ritmini kimi zamansa melankolik tınılarını dinleyici ile buluşturuyor.
11 Haziran Cumartesi 19.30 – Ahlatlıbel Atatürk Parkı
- Elektronik müziğe deneysel yaklaşımıyla Lisa Stenberg – İsveç
İsveç İstanbul Başkonsolosluğu
İsveçli besteci ve müzisyen Lisa Stenberg’in çalışmaları, enstrümantal, elektronik ve elektroakustik bestelerden oluşuyor. Stenberg, yavaş ve kademeli olarak gelişen drone altyapılı besteleri ile elektronik müzik adına farklı bir deneyim sunuyor. Eserleri, Donaufestival Inversia, Norbergfestival, OSA Festival, Intonal Festival, Sonica Festival gibi deneysel müzik festivallerinin en beğenilen konserleri arasında yer alan Lisa Stenberg, derin bir müzikal deneyim yaşamak isteyenlerin tercihi oluyor.
12 Haziran Pazar 20.45 – Alan Kadıköy
- Etnik müziğin deneyimli ismi Monika Bulanda Trio – Polonya
Polonya Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliği
Polonya doğumlu müzisyen ve sanatçı Monika Bulanda’nın müziği farklı müzikal gelenek ve tarzlardan oluşuyor. Kendi müziğini “çok kültürlü deney” olarak nitelendirilen Bulanda, Katowice Müzik Akademisi Caz Bölümü’nden ve Varşova Chopin Caz Okulu’ndan mezun olduktan sonra, önce Çin’de sahne aldı. Ardından etnik müzik serüveninin başladığı Türkiye’ye gelen sanatçı, Kenan Doğulu, Ajda Pekkan, Mustafa Sandal, Mabel Matiz gibi Türkiye’nin önde gelen sanatçılarına davul ve perküsyonda eşlik etti, Türkiye’nin önde gelen caz sanatçılarıyla caz albümleri kaydetti. Pop, caz ve etnik müziğin deneyimli isimlerinden Bulanda, üçlüsü ile Polonya ve Türk halk müziğini gerek kendi besteleri gerekse Anadolu müziğinin enstrümanlarıyla dinleyicilerle buluşturuyor. Bulanda’nın Ankara’daki konserinde Türkiye’deki caz ve etnik müziğin yeni kuşak temsilcilerinden Volkan İncüvez ve Baran Say eşlik edecek.
10 Haziran Cuma 19.30 – Ahlatlıbel Atatürk Parkı
- İçi içine sığmayan pop ve caz doğaçlamaları ile Mushroom Mosis – Hollanda
Hollanda Ankara Büyükelçiliği & Hollanda İstanbul Başkonsolosluğu
Vokalist/söz yazarı Damani, yayınladığı ilk EP’nin ardından Mushroom Mosis sahne adıyla dinleyiciyle buluşuyor. Mushroom Mosis, Damani’nin genellikle doğaçlama yaptığı ve dinleyicilerinden ilham alarak sergilediği canlı performansların bir bütünü. Enerjik ve canlı pop ile caz parçalarının ruhunu yansıtan performansları izleyici için benzersiz bir deneyim haline geliyor.
10 Haziran Cuma 20.45 – Alan Kadıköy
11 Haziran Cumartesi 20.45 – Ahlatlıbel Atatürk Parkı
- Müzikal sınırların ötesinde bir caz performansı Purple is The Color – Avusturya
Avusturya Kültür Ofisi İstanbul
Klasik cazdan oldukça uzak ama bir o kadar zarif caz tınılarıyla, türün diğer tarzlarıyla bütünleşen müziği ile Purple is The Color, müzikal sınırları ve kuralları aşarak, cazın tüm parlaklığını parçalarında anlatıyor. Simon Raab (piyano), Stepán Flagar (saksafon), Martin Kocián (bas) ve Michal Wierzgon’un (davul) müzikleriyle dinleyicilerin hislerine dokunan köklü duyguları harekete geçiren yepyeni bir tarz sunuyor.
11 Haziran Cumartesi 20.45 – Alan Kadıköy
- Caz, pop, klasik müzik ve dünya müziğini bir arada sunan Tubonika – Avusturya
Avusturya Büyükelçiliği Ankara
Tubonika, geleneksel folk müziği yeniden tanımlayan yaklaşımlarıyla, iki genç müzisyen Jonny Kölbl (armonika) ve Tobias Weiß’ın (tuba) ortak projesi olarak hayata geçti. Styrialı ikili, bestelerini diğer müzik formlarından ve tarzlarından öğelerle bir araya getiriyor; geleneksel folk müziğin seslerini günümüze taşıyor. Parçaları ile caza, klasik müziğe, dünya müziğine ve hatta pop’a atıfta bulunan Tubonika, dinleyiciyi daha ilk saniyeden büyülüyor.
12 Haziran Pazar 19.30 – Ahlatlıbel Atatürk Parkı
- Dünyanın ve tüm zamanların sesleriyle Napoli tarihinde bir yolculuk: Emilia Zamuner Trio – The Neapolitan Songbook – İtalya
İtalya Büyükelçiliği Ankara
Vokallerde Emilia Zamuner, gitarda Francesco Scelzo ve trompetteki ustaca dokunuşlarıyla Enrico Valanzuolo’dan oluşan üçlü, çağdaş ve geleneksel Napoli müziğinin öğelerini bir arada sahneye taşıyor. Emilia Zamuner Trio’yu bir araya getiren her bir sanatçının müziğinde kendi stillerini yansıtan bir farklılık hissediliyor. Francesco Scelzo’nun klasik müzik eğitimi ile Enrico Valanzuolo’nun caz eğitimi, müzik kariyerine klasiklerle başlayan ve ardından kendini caza adayan Napolili sanatçı Emilia Zamuner’in sesiyle buluşuyor.
10 Haziran Cuma 20.45 – Ahlatlıbel Atatürk Parkı
- Eğlenceli ama melankolik progresif caz ritimlerinin başarılı ismi Michel Meis Quartet – Lüksemburg
Lüksemburg Ankara Büyükelçiliği
Michel Meis Quartet’in parçalarında eğlenceli olduğu kadar ayrıntılı, melankolik olduğu kadar dans edilebilir besteler yer alıyor. Bu çok çeşitliliği Meis’in sessiz ama progresif caz ritimlerinde belirgin şekilde duymak mümkün. Müzisyen arkadaşları, trombonda Alisa Klein, piyanoda Antoine Spranger ve kontrbasta Stephan Goldbach’ın becerileri her zaman kompozisyonlarına yansıyor. Meis, farklı müzikal türlerin ve ruh hallerinin göz kamaştırıcı özelliklerini bir araya getiriyor ve caza taze bir dokunuşta bulunuyor.
12 Haziran Pazar 20.45 – Ahlatlıbel Atatürk Parkı
Sound of Europe Festivali, EUNIC’in İstanbul ve Ankara üyeleri olan Goethe Enstitüsü İstanbul, Goethe Enstitüsü Ankara, Macaristan Büyükelçiliği Ankara, Liszt Enstitüsü Macar Kültür Merkezi İstanbul, Institut français İstanbul, Institut français Ankara, İsveç İstanbul Başkonsolosluğu, Polonya Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliği, Danimarka Kültür Enstitüsü İstanbul, Hollanda Ankara Büyükelçiliği & Hollanda İstanbul Başkonsolosluğu, Avusturya Kültür Ofisi İstanbul, Avusturya Büyükelçiliği Ankara, İtalya Büyükelçiliği Ankara, Lüksemburg Ankara Büyükelçiliği’nin ortak girişimi ve Kadıköy Belediyesi ve Çankaya Belediyesi’nin katılımı ile hayata geçiriliyor.