Mustafa TEMİZER
“Mücadelecilerin Hak ve Millet Davasında hizmetleri, yarım asrı geride bıraktı. 50 yıldır süren mücadelemizde emeği geçmiş kardeşlerimize teşekkür etmemiz gerekir. Ancak hiçbirimizin bu çalışmaları ne için yaptığını da asla unutmaması gerekir. Biz, tüm çabalarımızı sadece Hakk’ın şanını yeryüzünde yaymak için, adalet ve barış için sarf ettik. Görmeden inandığımız büyük lider, insanlığa yeryüzünde adaletin, huzurun hüküm sürebileceğini ispat eden Hazreti Muhammed bizim liderimizdir. Onun gösterdiği yolda yürümeye gayret ettiğimizi, bu büyük dava için Türk Milletini uyandırmaya, uyarmaya gayret ettiğimizi unutmamamız gerekir. Bir karşılık ya da alkış beklemek hiçbir mücadeleciye de yakışmaz.
Hak için mücadele edenlerin tevazusuna bir örnek olarak Yavuz Sultan Selim Han’a bakmamız yeter. O, İslâm’ın kılıcı olarak çıktığı seferde; halifeliği ve kutsal emanetleri Abbasilerin son temsilcisinden teslim aldı. Ve hâlâ o emanetler Yavuz Sultan Selim’in getirdiği gibi İstanbul’da muhafaza ediliyor. Hâlâ Türk Milleti onları, davanın mukaddes, mübarek emanetleri olarak bilir.
Yavuz Sultan Selim’in, Türk hükümdarları içerisinde İslâm’ın ilk halifesi olması sebebiyle İstanbul’da saray ahalisi ve millet hazırlıklar yapıyor. Gece fener alayları, karşılama törenleri gibi pek çok şaşalı tören hazırlanıyor. Yavuz Sultan Selim, İstanbul’a ordusundan ayrı geliyor. Ama ne saraya, ne de bir başkasına bildirmiyor. O muzaffer komutan, Mısır’ın fatihi, çöller aşan Koca Yavuz bir hırsız gibi giriyor kendi sarayına. Niye? Müslümanların halifesine tantana, debdebe yakışmaz…
Cuma namazında okunan hutbe, zamanın hükümdarının, halifesinin adına okunur. Yavuz Sultan Selim Hazretlerine kadar okunan hutbelerde “Mekke’nin ve Medine’nin, mukaddes beldelerin sahibi, hâkimi.” ibaresinin geçtiği bir bölüm var. Ama Yavuz Sultan Selim, kendi adına, halife sıfatı ile ilk hutbe okunurken, bulunduğu yerden itiraz ediyor. “Hatip efendi, düzelt orayı. Hâkimi değil hadimi!” diyor. Çünkü o büyük padişah bilir ki; mübarek beldeye ancak hadim olunur, hizmetkâr olunur. Allah’ın evinin hâkimi, sahibi Allah’tır. Doğrusu da budur. Tevazu sahibi olacaksın. Ne kadar büyük olursan ol. Büyüklük sadece Allah’a mahsustur.
Mücadele’nin Zaferi İçin Yeni Çalışma Dönemine Davet Ediyoruz
Mücadelecilerin tüm çabası Hakk’ın inkılabını gerçekleştirecek, Türk Milletinin menfaatlerini hakkıyla savunacak millî iktidarı sağlamak için oldu. Ve bu çabalarına devam ediyorlar. “Büyük bir davaya hizmet eden bir teşkilatın başarısını ne belirler?” sorusu zihinlerimizde belirebilir. Kendisini izleyen kişilerin çokluğu ile mi, kalabalıklardan aldığı büyük alkışlarla mı, kaynağını izah edemeyeceği para ile yapılan göz boyayıcı propagandaların çokluğu ile mi?
Millet Davasına hizmet eden Mücadeleciler, Millet Partisini kuranlar hiçbir zaman kendi çabalarıyla elde etmediği, kaynağı belli olmayan maddi imkânlara tevessül etmediler. Gelen hiçbir gayrimeşru, gizli teklifi kabul etmediler.
1960’lı yılların ortalarında bile bu şanlı, yarım asrı deviren yürüyüşün, bu teşkilatın mensuplarının samimi gayretini anlamayanlar oldu? Hesap yapıp duranlar kıt anlayışlılar; sabırla, samimiyetle, özveriyle ayakta kalan bu kahramanların gücünün kaynağının ne olduğunu anlayamadı. Yeniden Millî Mücadele teşkilatının o muhteşem çalışmaları, hizmetleri gerçekleştirmek için gereken parayı nasıl temin ettiğini anlayamadılar. O zaman Yeniden Millî Mücadele’yi çok küçük bir çevre tanıyordu.
Bir kitabın basım işlerini gerçekleştiren matbaa sahibi ile aramızda bir konuşma geçmişti. “Bu kitabın fiyatı ne olacak?” dedi. Biz de maliyeti ne ise fiyatının da o olması gerektiğini söyledik. Matbaacı “Bu kitap çok satarsa, istenirse, sevilen bir eser olursa onlara ne yapacaksınız? Nereden para bulup basacaksınız? Yeniden bu güzel eseri millete ulaştırmak için oradan buradan para mı isteyeceksiniz?” dedi…
Biz çalmayız, el açmayız, helalinden kazanırız. Teşkilatlanmanın maddi kısmının nasıl yapılanacağına da Peygamberimizin hayatı örnektir. Çünkü o sadece kendi çağını irşad etmekle görevli değildi. O kendinden sonra gelecek ahir zaman ümmetinin zafere giden yolda nasıl yapılanacağının da yöntemini bize öğretmiş oldu. O bir başına başladığı kutlu yürüyüşünde Allah’ın izni ile aklı ve istişareyi kullanarak muazzam bir teşkilat kurmuştur. Resulullah buyuruyor ki: “Allah kazananları sever.” Peygamberimiz başarısızlıktan yana değil “İki günü bir olan ziyandadır” buyuruyor. O halde Mücadeleci, davasına hizmet etmek isteyen inanmış, madden, manen güçlü bir birey olmak zorundadır. İnanmış bireylerin oluşturduğu teşkilat da merkezde bulundurduğu parasal olanaklarını, teşkilata mensup inanmış ve yetişmiş üye sayısını, imkânlarını, mensuplarının yeteneklerini her gün ilerletmeli, geliştirmelidir.
Allah, “Kuvvet hazırlayın.” buyuruyor. Kuvvet ise ilimdir… Meselenin doğru teşhis edilmesi ve davanın tüm açıları ile bilinebilmesi için tarihimizin, büyüklüklerimizin, problemlerimizin, sıkıntılarımızın iyi öğrenilmesi gerekir. Kuvvet yılmamaktır, cesur olmaktır.
Hak Medeniyetinin Yeniden Doğuşu Her Birimizin Çabaları ile Mümkündür.
Uzun yıllardır anlatageldiğimiz İslam Rönesans’ı nedir? Bizim siyasi çalışmalarımızla İslâm Rönesans’ı idealinin, Muhteşem Türkiye ülküsüyle alakası nedir? İslam Rönesans’ı; İslam’ın dirilişidir. Kalplerde, gönüllerde, akıllarda; Allah’ın sözünün, Allah’ın kelamının Resul’ünün sünnetinin, sözünün yayılmasıdır. Ama insanlığa, İslam adına bir yasakçı, korkutan bir karikatür gösteriyorlar. Esasında ise insanlığın, İslâm dünyasının ve Türk Milletinin ihtiyaç duyduğu, İslâm’ın yeniden doğmasıdır. Dinin yalnız Allah’a ait olmasının sağlanmasıdır. Büyük sıkıntıların yaşandığı bu dünyada yeni bir medeniyete ihtiyacı var. O medeniyet, İslam Rönesans’ının dirilteceği medeniyettir…
Rönesans diriliş demektir. “İslam” ne? Köküne indiğimizde sim ne demek? “slm” barış demektir. “İslâm Rönesans’ı” kavramını yeniden düşünecek olursak; dünyaya bir barış medeniyeti sunma ideali olduğu fark edilecektir. Kavga değil, anarşi değil, vahşet değil; sevgi, saygı, birlik, dirlik medeniyeti. Bu kolay bir iş değildir. Zordur elbet. Hele İslam’ın sahtesini, “İslam” diye insanlık için dehşet verici bir hale getiren, en büyük vahşeti İslam adına yapılmış tahribatların, yanlışlıkların ortadan kalktığı bir medeniyetten bahsediyoruz. İslam’ın güler yüzlü temiz yüzünün, dost yüzünün, barış yüzünün insanlığa gösterildiği yeni bir hamleye ihtiyaç var. Bu yeniden doğuş ve aslına dönüş çabasına isterseniz “Yeniden Millî Mücadele” deyin, isterseniz “İslam Rönesans’ı” deyin. Kast edilen aynıdır.
Kurulan Teşkilatların Amacı Nedir?
Cevaplamamız gereken soru, Yeniden Milli Mücadele hareketinin başarılı olup olmadığıdır. Biz şahitlik ederiz, Mücadeleciler ömrünü boşa harcamadı! Onlar, büyük eserler meydana getirdiler ama tevazuları sebebiyle bu ülke için ortaya koydukları büyük hizmetlere sahip çıkmadılar. Övünmek için değil ama göreceksiniz ki siz bu dava için, bu millet için ortaya koyulan hizmetlerimize sahip çıkınca, halkımız size destek olacaktır.
Allah’a şükürler olsun ki, Türk dünyasında, İslam dünyasında ve insanlık dünyasında bu hareketin itibarı büyüktür. Ve herkes de bilir ki Ortadoğu’da barışı Mücadeleciler sağlar. Filistin ile İsrail’in kavgasını ancak millî iktidara geçen Millet Davası mensupları durdurur. Yeniden Millî Mücadele, hakkında söylenebilecek her bir güzel sözü hak eder. Teşkilatımız bu isim ile doğru ve güzel pek çok çalışmaya imza attı. Ama Yeniden Millî Mücadelenin hakkıyla yerine getirmiş olduğu çok önemli vazifesi vardı. Eserini de ortaya koymuştur! O muazzam eser, Millet Partisi’dir. Mevlana’nın bir sözü var; “Bütün kapıları kapatın, sadece bir kapı açık kalsın…” Biz de milletin iktidara yürüyüşü dışında, millî iktidar düşüncesi dışında, Millet Partisinin iktidara yürüyüşü dışında bütün kapıları kapatmalıyız. Elbette derneklerimiz olacak, yan kuruluşlarımız olacak, sevenlerimiz olacak. Ama temel hedef, esas mesele Millet Partisini güçlendirmektir.
Bugüne kadar pek çok söz söylendi. Artık gün söylemden eyleme geçme vaktidir. Gün Türk Milleti’nin teşkilatlanması ve iktidara yürümesinin vaktidir. Bunu başarmak için teker teker vatandaşlarımızın oyunu alacağız. Vatan bu halde bırakılamaz. Devletimiz bu hali hak etmiyor. Dünyanın bu hali rezil ve aşağıların aşağısına indirilmiş hali mutlaka değişmelidir. Bu denli büyük bir değişimi, inkılabı sadece konuşarak başaramayız. Esas olan eylemdir. Sonuca yönelmiş, adım adım yükselen bir hız ile sürdürülen eylemdir. Mücadelemiz sonuç alan ve teker teker davetler ile güçlenen eylemelerimiz ile daha da güçlenecektir. Din adamlarımız, ilim adamlarımız asırlardır ıstıraplarımızdan bahsediyor, dertlerimizi söylüyorlar. Ancak artık sorumluluk alma zamanıdır. Uygulamaya geçmek zamanıdır.
Devletin başında bulunanlar sadece laf söylüyor. Milletin kendi özüyle, benliğiyle, Büyük Türk Milleti’ni aziz ve üstün kılan değerleri ile kavga etmesinin önüne geçilmesi gerekiyor. Ayrımcılık “Siyasal Kürtçülük” denilen kavram, fitneci yaklaşım Türkiye’nin, Türk milletinin varlığını ve birliğini bozmak için ortaya konmuş bir emperyalist oyunudur. Biz, tarafımızı net bir şekilde ortaya koymalıyız. Biz, birlikten yanayız. Biz, Hak’tan yanayız. Biz, tarafsız değiliz! Biz Türk Milleti’nin tarafındayız. Bu Milletin istikameti de bellidir, lideri de… Bizim liderimiz Ahmet Muhammed Mustafa’dır. Biz, Hak davasına hizmet etmek için o geçici dünya makamlarına talibiz.
Hz. İbrahim ateşe atıldığında gelen kuşların hikâyesinde olduğu gibi… O sırada bir kuş gelmiş, kuşun ağzında bir çırpı. Hz. İbrahim bakmış o kuşa, “Ey kuş ben şurada Cehennem gibi bir ateşin içinde bulunuyorum, sen oraya bir çöp atıyorsun ne demek istiyorsun?” demiş. Kuş “Ya İbrahim ben de attığım çırpının bu ateşi canlandıracak, büyütecek bir şey olmadığını biliyorum ama tarafımız belli olsun” demiş. Derken başka bir yönden başka kuş, serçe gelmiş, gagasında taşıdığı bir damla su… Sadece bir damla su! İbrahim’i, yakacak olan ateşe atmış. Hz İbrahim diyor ki “Ey kuş, sağ olasın, Allah razı olsun, iyi de bu verdiğin bir damla su bana bir şey sağlamaz ki.” Serçe cevap verir Allah’ın elçisine; “Ben de biliyorum ya İbrahim, tarafımız belli olsun.” Karınca geliyor, karınca İbrahim’e yardım etmeye gelmiş, karınca. Soruyor Hz İbrahim, “Ey karınca ne bu telaşın?” “Allah’tan korkarım.” diyor. “Niye?” diyor. “Ey karınca, sen niye İbrahim’in yanında yer almadın, der.” diyor. Mesele bu… Allah’ın izniyle biz Allah’ın yolundan ayrılmayacağız, sapmayacağız, şaşırmayacağız.
Bu teşkilatın mensuplarının istikameti, hedefi bellidir. Yeniden Millî Mücadeleciler, Millet Partililer büyük Türk Milleti’nin desteği ve teveccühü ile açık, meşru şekilde ülkenin iktidarını demokratik şekilde değiştirmek istemektedir. Türkiye’yi; Muhteşem Türkiye haline getirmek için Millî İktidarı kuracaklardır.
Bu meşakkatli ve bir o kadar da şerefli yürüyüşte aziz Türk Milleti’nin her bir vatandaşının Yeniden Millî Mücadele ve Millet Partisi teşkilatlarını, madden, manen desteklemesini istiyoruz. Milli iktidar yürüyüşünde “Tevhidi Kuvva’ya yani tüm güçlerimizin birleştirilmesine ihtiyaç vardır. Ellerimizdeki tüm birikimi, yeteneklerimizi, imkânlarımızı, zamanımızı birleştirmemiz gerekir. Bilinmelidir ki bir gün mutlaka Millî İktidar kurulacaktır. Ve o gün de aziz Türk Milleti’nin bize hesap sormasını isteriz.
İmkânların en kıymetlisi zamandır. Bu milletin ıstırabının dineceği o kurtuluş gününün umudu için davaya daha fazla gayret sarf etmemiz gerekir. Bu satırları okuyan kişilerin aşina olduğu bir gerçek vardır; o da teşkilat ancak zafere gerçekten inanmış birey tarafından kurulabilir. Zafer uzakta değil. İnandığımız an biz muzaffer olacağız. İnanmış bireylerin kurduğu teşkilatı zaferden uzak tutacak hiç bir kudret de tasavvur edilemez. Teşkilatımızın başarısı için Büyük Türk Milletine daha çok ulaşmanın doğru yollarını bulmak, tasarlamak için mümkün olan en fazla zamanı ayırmamız gerekir. Dava sadece salonlarda coşkun kalabalıkların arasındayken yaşanmamalıdır. Bu dünyanın Hak için değişeceğine dair inanç, çaba, eylem her an bizimle beraber yaşamalı. İnanmış bir teşkilatçının bulunduğu ortamda davasını anlatmak, teşkilatına yeni insanları dâhil etmek için daima imkân vardır. İnanmış bir teşkilatçı davasını anlatmak için içinde yaşadığı çağın bütün iletişim vasıtalarını da doğru şekilde kullanmak zorundadır. Önemli olan en büyük etmen daha çok vakit ayırmak ve daha çok çaba sarf etmektir.
Hz Ebubekir, halife seçildikten sonra. Hazreti Peygamber’in Allah’ın elçisi olduğunu ve o yanıldığında veya sıkıntı hallerinde yardım için Cibril-i Eminin geldiğini hatırlatır. Ve Rabbimizin böylesi bir desteğinin kendisi için mümkün olmadığını ifade eder. Hazreti Ebubekir, etrafında toplanan sahabeye yanılırsa ve yanlışta ısrar ederse ne yapacaklarını sorunca “Kılıçlarımızla düzeltiriz.” cevabını alır. Bir yöneticinin yanlış iş yapması halinde, etrafındakilerin, bu yanlışa şahit olanların da görevi büyüktür, unutmamak gerekir. Ülkemizin yönetiminde, iktidardakilerin büyük vebali ve sorumluluğu vardır. Ancak aziz millet evlâtlarına da ağır sorumluluklar düşmektedir.
Zamanımızda maalesef istişarenin yerini yağcılık aldı. Kötülükten alıkoyup men etmek, iyiliği emretmek azaldı. Ve peygamber efendimizin bizi uyardığı bir konu var. Müdâhane… Yani Peygamberimiz, yağcı âlimlerden olmamak gerektiğini hatırlatır.
Açık ve net şekilde ifade etmek gerekir ki günümüz iktidarının etrafı yağcılarla dolu. Muhalefet partisinin etrafı da yağcılarla dolu. Yıldırım Beyazıt Han Bursa’da Ulu Camii inşa ettirir. Caminin açılışına da zamanın âlimleri başta olmak üzere pek çok kişi davet edilir. Yıldırım’ım hocası, padişah gelince ayağa kalkmamış. Yıldırım’ın canı sıkılmış. Hocasının yanma varmış. “Hoca, bir kusur mu buldun, bir eksikliği mi var caminin?” demiş. Hoca kalkmış ayağa “Haşa cami mükemmel ama bana soracak olursanız bir eksiği var. Şu köşeye de bir meyhane yaptırsaydınız.” der. İkazı böyle yapıyor hocası. Yıldırım Beyazıt Han da, hakkıyla adammış, ilim ve haklı uyarı karşısında tevazu ile gereğini yapıyor.
Haçova Meydan Muharebesini hatırlayalım. Haçova Meydan Muharebesi bir celaletli, cesur, namuslu, haysiyetli âlimin eseridir. Prusyalılarla savaşta zırhlı bir topluluk, tümen, Müslümanların üzerine geliyor, yeniçerileri bozuyor, padişahın olduğu merkeze kadar geliyor. Padişahın etrafındaki adamlar, “Padişahım biz de geri çekilelim” deyince padişahın atının dizginini tutan bir âlim, “Padişahım sen buradan ayrılamazsın. Sen ayrılırsan ordu bozulur yok olur. Sen burada öl ama ayrılma!” diyor. Haçova Meydan Muharebesi bu irade ile bu gayretle kazanılıyor. Medeniyetimizin yeniden doğması için dirayetli, cesur, namuslu âlimlere ihtiyacımız var.
Yeniden Milli Mücadelecilerin, Millet Partisi teşkilatlarının üzerine aldığı ağır bir görev var. Artık sözden eyleme geçelim… Birer birer oy toplamaya, teşkilatımıza üye kazanmaya gayret edelim. Her bir teşkilatçı, mücadelecinin teker teker görev alması gerekmektedir. Davamızı anlatmak vaktidir. Göreceksiniz ki en yakınlarımız başta olmak üzere büyük bir iltifat ile karşılanacaksınız. Teşkilatımıza akın akın katılımların haberlerinizi, “Bugün şu kadar kişiyi kazandık, bu hafta şu kadar kişiye şöyle ulaştık, kazandık…” biz ve tüm teşkilatımız duymak için bekliyoruz. İlk zamanlardaki gibi… Kısaca bizim yolumuza devam etmemiz lazım. Emin adımlarla, emin ve hızlı adımlarla yürümemiz lazım.”
Aykut EDİBALİ- BAYRAK DERGESİ -BAŞYAZI – Sayı:1295