İTİRAFLAR ELEŞTİRİLER VE ANALİZLER (KÖŞE YAZISI)

“ DOĞU İSLAM MEDENİYETİNDEN  KOPMAK” VE “SEKÜLER –LAİK BATI MEDENİYETİNE GİRMEK” TEN OLARAK “HARF  DEVRİMİ” HAKKINDA İTİRAFLAR ELEŞTİRİLER VE ANALİZLER

Süleyman KOCABAŞ

kocabassü[email protected]  

“Batılılaşmak  –Laikleşmek  Projesi” Olarak “Harf Devrimi’

      “Atatürk’ün Kültür Devrimleri” nden olan “Harf Devrimi” nin yapılışı, Cumhurbaşkanı Mustafa  Kemal’in  10 Ağustos 1928 gecesi Cumhuriyet Halk Partisi’nin İstanbul’da Gülhane parkında düzenlediği “eğlence gecesi” nde yaptığı konuşmada ilan edildi. “Arkadaşlar güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini (Latin alfabesi) kabul ediyoruz” dedi. Adı geçen tarihi müteakip Kasım 1928’de , İslam dini ve İslam medeniyetine  girmekle birlikte 1000 yıldan beri kullandığımız “Kur’an –ı Kerim alfabesi” de olan Arap harfleri bütün yurtta yasaklanarak, okullarda  bizlere, “sebeplerinden” olarak okutulduğu üzere, “Arap harflerinin öğrenilmesinin  zor olduğu, bu sebepten milletimizi  cahil bıraktığı  ve Türkçenin yapısına  en uygun alfabenin Latin alfabesi olduğu” öğretilerek, işin esasına bakılırsa bu devrimin, bunların yanında pek de açıklanmayan ve söz konusu edilmeyen “perde arkası” sebeplerinden   yapılanın bir “Medeniyet değişikliği meselesi –projesi ” olduğu karşımıza  çıkar.

       Türklerin 9. uncu yüzyılın başlarından itibaren İslam dinini  kabul edip Müslüman olmaları ve ardından  İslam Medeniyetinin merkezi Ortadoğu’ya göçmeye başlamalarıyla  birlikte,  İslam Medeniyetine girme süreçleri başlamış, bu süreçte, adı geçen medeniyetin ortak alfabesi olan Arap alfabesini almak yanında.  din- ilim dili Arapça ve edebiyat dili Farsçanın da Türk diline yoğun olarak girmeye başlaması kendisini göstermişti.

  1. ve 20 yüzyıl Türkiye’sinde ise, ilim ve teknolojide “büyük yenilikler ve atılımlar” yapması sonucu, dünyadaki çeşitli “güç dengeleri” Batı Medeniyeti lehine bozulunca, bu medeniyetin “şaşası” karşısında kendi medeniyetlerinden “aşağılık duygusu” na kapılan milletlerden olarak bizde de bir kısım sivil-asker bürokratlar ve aydınlar nezdin  yeni bir medeniyet tercihi olarak Doğu İslam Medeniyetini  terk ederek Batı Laisizm Medeniyetine adaptasyon için bu sefer de bu medeniyetin ortak alfabesi Latin alfabesini almanın, bu yeni medeniyete girişini kolaylaştıracağı öne sürülerek  “Harf Devrimi” ve ardından ise bunu takviye için “Dil Devrimi” yapıldığına dair, bu “kültür devrimleri” yapılırken Atatürk’ün en yakınında bulunmuş ve bu devrimlerine aktif  destek vermiş devlet, ilim adamları  ve yazarların, “Harf Devrimi” nin gerçek ve asıl sebeplerinin bize okullarda  anlatıldığı haliyle değil de  Türkiye’de yeni bir “Toplum Mühendisliği Yapılanması” ndan olarak Doğu İslam Medeniyetinden  çıkışı ve Seküler –Lak Batı Medeniyetine  girişi kolaylaştırmak için yapıldığına dair Atatürk Döneminde yaşayan ve onun yaptığı inkılaplarına  destek veren bir kısım devlet adamları, edebiyatçı  ve yazarları  itiraf kabilinden  görüşlerini açıklamışlardır.

                  “Harf Devrimi” ni Destekleyenlerin  Bunun Yapılış  Gerekçelerini  İtirafları

        İsmet İnönü (başbakan ve cumhurbaşkanı):“Harf İnkılabı bir okuma yazma kolaylığına bağlanamaz. Okuma yazma kolaylığı Enver Paşa’yı (Enver Paşa’nın Arap harflerini ayrı ayrı yazıp Latin alfabesine benzetmesine ve bunu bir süre orduda kullanmasına  “Enver Paşa Alfabesi” denilmiştir)  tahrik eden sebeptir.  Ama, Harf İnkılabının  bizde tesiri ve büyük faydası, kültür değişmesini kolaylaştırmasıdır. İster  istemez Arap kültüründen koptuk.”  (İsmet İnönü, Hatıralar, C.II, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1986, s. 223)

          “Hiç şüphe etmeden söylemeliyiz: Türk inkılabının en önemlisi yeni Türk harflerinin (Latin alfabesi) kabulüdür. Yeni harfler, Cumhuriyetin garp medeniyeti cemiyetini kabul etmesinin de başlıca dayanağı olmuştur. Yeni harfler, Türk milletini bir kültür âleminden (dünyasından)  bir başka kültür âlemine nakletmiştir.  Eski harfler, Arap kültür ve medeniyetinin sembolü, ifadesi  ve istila vasıtası idi.” (İsmet İnönü, Yeni Türk Harflerinin Yıldönümü, Ulus, 9. 8. 1953)

         Celal Bayar (başbakan ve cumhurbaşkanı):  “Bu hadise (Harf İnkılabı), Doğu menşeinden (kaynağından)  gelmiş bulunan ve öğrenilmesi çok güç olan bir alfabe sisteminin (Arap alfabesi) terk edilerek, onun yerine modern dünyaya yayılmış olan Latin menşeli harflerin kabulüdür. Başka bir tabirle Türkiye’nin yeni nesillerini yeni hayat zaruretlerine uygun olarak, yeni medeniyete daha yakın olan vasıtalarla yetiştirmeye karar vermesidir.” (Celal Bayar’ın Söylev ve Demeçleri, 1933 – 1955, Haz. Ö. Şahingiray, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1999, s. 13)

            “Toplum yapımıza dönük eylemlerimizin bir tek hedefi bulunduğunu ve bu hedefin Batı uygarlığına ulaşmak olduğunu gördük… Ayrıca laik eğitimi güçlendirmek ve hızla yaymak için Harf Devrimi yapıldı.” (Celal Bayar,  Atatürk Metodolojisi ve Günümüz, Haz. İ. Bozdağ, Kervan Yayanları İstanbul, 1960, s. 86 – 87)

         Prof. Dr. Mehmet Fuat Köprülü (edebiyatçı yazar-dışişleri bakanı) :  “Alfabe inkılabı, Türk milletini Orta zamanın (Ortaçağdaki İslam medeniyeti yılları) zararlı ananelerinden kurtarıyor,  onu yeni bir medeniyet çerçevesi içine sokuyordu. Vatan topraklarını düşman çizmelerinden kurtararak  her manasıyla müstakil (bağımsız) bir devlet kuran Büyük Kurtarıcı (M.K. Atatürk), milletini  manevi istiklaline de kavuşturmak için milli kültürden başka bir yol olmadığını herkesten çok evvel ve çok etraflı bir surette biliyordu ve gidilecek istikameti de kat’i surette tespit etmişti.  Türk milletini  Orta Zamanın boğucu bağlarından kurtarıp  Garp  medeniyeti dairesine sokmak için alfabe inkılabını yapmıştı. Fakat onun hedefi, Türk milletini Garp medeniyetine, ‘manevi benliğine, manevi istiklaline, milli kültürüne tamamıyla malik bir uzviyet’ haline sokmaktı.” (Mehmet Fuat Köprülü, Alfabe İnkılabımız, Cumhuriyet, 7 Şubat 1933)

         Falih Rıfkı Atay (edebiyatçı yazar –gazeteci): “Atatürk’ün  inkılapçılığının temeli, tatlı su Osmanlısına hiç çalmayan  Türklüğünden ve hiç tavizci olmayan Garpçılığındadır…

        Dilde ilk şart, yazıyı değiştirmek ve Türk kafasını  Arap kültür kaynaklarına esir  olmaktan kurtarmaktı.  Yeni harfler, yalnız Türkçe kelimeler düşünülerek seçilmiştir.  Atatürk,  Arap kelimelerin şahsiyetlerini korumak için öne sürülen bütün harf ve hareke tekliflerini  reddetti.  Yeni yazı,  Arapça ve Farsça kelimelerinin yabancılıklarını giderecek, onları Türkçeleştirecek, yahut tasfiye edecekti. Yeni yazının dil meselesini hemen ön safa alması da pek tabii idi…” (Falih Rıfkı Atay, Atatürk ve Dil, Türk Dili Dergisi, C.I, Sayı 3, Aralık 1955, s. 124)

         Yakup Kadri Karaosmanoğlu (edebiyatçı yazar- gazeteci):       “(Atatürk) Nasıl ki,  Lozan Barış Antlaşmasıyla  siyasi istiklalimizi sağlamışsa, alfabe ve dil  reformu hareketleriyle de kültürel istiklalimizi amaç edinmişti…

         Bütün amacı, Türk ulusunun   Batı kültür dünyasına doğru ilerleyişini  kolaylaştırmaktı. Gerçekte gerek harf reformu (Harf Devrimi), gerekse Türk dilini özleştirme hareketi (Dil Devrimi)  Türk ulusunu Doğu kültüründen Batı kültürüne geçirmek anlamını taşıyordu.”  (Zeynep Korkmaz, Atatürk ve Türk Dili, C. I, s. 334 – 335)

        Ahmet Cevat Emre (yazar-bürokrat):“Batı kültürünü benimseyecek bir Türk dili lazımdı… Türkçe, zengin dil hazinelerinden, kök ve eklerinden faydalanarak Batı  kültürünün terminolojilerini millileştirebilirdi. Gazi için ideal olan tez; yabancı dillerden kelimeler almadan, Batı kültürünü benimseyebilecek bir Türkçe yaratılacaktı.” (Ahmet Cevat Emre, İki Neslin Tarihi,  Hilmi Kitabevi, İstanbul , 1960, s. 321)

         Prof. Sadri Maksudi Arsal (edebiyatçı, dil uzmanı):  “ Gazi (Atatürk) milletini, Avrupa’nın medeni milletleri arasına girmesini kolaylaştırmak ve sağlamak için Latin  harflerini kabul etmeyi zaruri buldu.” (Sadri Maksudu Arsal, Türk Dili İçin, Türk Ocakları Neşriyatı, İstanbul, 1930,  Kitabın önsözünden.)

“Harf Devrimcileri” Dışında Yapılan Yerli ve Yabancı Bazı  Değerlendirmeler ve Eleştirel Tepkiler

       İskender Gökalp – Francois Georgeon (Kemalizm kitabının yazarları): “Türkiye’de alfabe değişikliği Mustafa Kemal’in Türkiye’yi İslâm’dan koparmasının bir işareti olarak yorumlandı.” (İskender Gökalp –Francois Georgeon, Kemalizm ve İslam Dünyası,  Çev. M. Akalın,  Arba Yayınları, İstanbul,  1996, s. 37)

        Mete Tuncay (araştırmacı  –tarihçi yazar):     “Asıl amacın Osmanlı-İslâm geleneklerinden kurtularak çağdaşlaşmayı çabuklaştırması olduğu açıktır.” (Mete Tuncay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923 -1932, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1999, s. 232)

        Paul Gentizon (Mustafa Kemal’i anlatan kitabın yazarı):  “Birçok bilgin, Müslüman toplumun geri kalmışlığını ve bugüne değin modern dönemin ilmi ve fikri gelişmesine ayak uyduramayışını Arap harfi kullanmalarına bağlamaktadır. Onlar bu yazı biçimini, Doğu milletlerinin uygarlıktan geri kalmalarına neden olan kusurlardan  biri olarak görmektedirler. Bunlardan Mismer (XIX. yüzyılın Fransız yazarlarından Charles Mismer) gibi bazıları, İslamlığın yanlış öngörülerden, özellikle Ortaçağ dogmatizminden çıkabilmesi için ilk şartın Latin alfabesinin kabulü olacağı sonucuna varmıştır.” (Paul Gentizon, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, Çev. F. Ülkü,  Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1983, s. 153)

        Prof. Bernard Lewis: (Yahudi tarihçi) “Yazının Latinleştirilmesi fikri,  farklı nedenlere dayanmakla beraber,  Mustafa Kemal’in politikasına iyice uyuyordu. Yeni yazıyı öğrenip, eskisini unutmak suretiyle  geçmiş gömülüp unutulabilecek ve yalnız yeni Latin harfleri, Türkiye’de ifade edilen fikirlere açık (topyekun Batılılaşmak emeli) yeni bir kuşak yetiştirecekti. Yeni yazı  Kasım 1928’ de resmen kabul edildi. Ve Arap yazısı yeni yıldan itibaren yasaklandı.  Geçmişe karşı en büyük engelin  dikilmesi,  dil reformu için  yeni ve görülmemiş  bir fırsat yarattı ve tâ başından beri bu fırsattan yararlanma niyeti açık hale geldi.” (Ahmet  Kemal Yahyaoğlu, Öztürkceciliğin İçyüzü ve Türkçenin Katli, Yakın Plan Yayınları, İstanbul, İstanbul, 2013, 229)

          Orhan Koloğlu (tarihçi yazar):  “Latin harflerinin Arap harflerinin yerini alışı, Arap dünyasında yeni bir şok etkisi (ilkin 1924’de Halifeliğin kaldırılması  şok etkisi doğurmuştu) yarattı. Evvelce yapılmış suçlamalar daha da şiddetli bir şekilde tekrarlandı ve en büyük şirk (dinden çıkma) ilan edildi.” (Orhan Koloğlu,  Cumhuriyetin 15 Yılı 1923- 1938, Boyut Kitapları, İstanbul, 1999, s. 235)

           Peyami Safa(edebiyatçı yazar):   “Yeryüzünde bir tek millet gösterilmez ki, orada gençler kazara milli kütüphanelerine girerlerse bir tek eser okuyamadan çıkıp gitsinler.

       Böyle bir katliam hiçbir memleketin tarihinde yoktur…

       Almanya’da Latin harfleriyle birlikte Alman Gotik harfleri de öğretilir ve bunu bir gerilik  (irtica hareketi) saymak hiçbir Alman’ın veya bir başka medeni millet mensubunun hatırından geçmez.” (Peyami Safa,  Din İnkılap İrtica,  Dergah Yayınları, İstanbul, 1976, s. 114 – 115)

         Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma (tarihçi yazar):  “Harf Devrimi yapıyoruz deyip, bir gecede bu milletin tümü-devrim yapanlar dahil- cahil, cühelaya çevrildi.” (Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma, Alaturka Demokrasi  Alaturka Laiklik, Beyan Yayınları, İstanbul, 1966, s. 30)

          Prof. Dr. Mehmet Kaplan (edebiyatçı – dilci  bilim adamı):  “Latin  harflerinin kabulü, zengin ve yüksek Türk eserlerini bize unutturmuştur.  Onların devamı belki de bugünkü kültürümüze apayrı bir çehre verecekti…

       Latin harflerinden evvelki edebi, felsefi, ilmi eserlerimize, kitaplarının çeşidi  milyonu aşan milli kütüphanelerimize  ‘canı cehenneme’ der gibi bir tekme savurmuştur.” (Mehmet Kaplan, Kültür ve Dil, Dergah Yayınları, 1986, İstanbul, s.170 ve 232)

          Norbert von Bischoff (Avusturya’nın Atatürk dönemi  Türkiye  büyükelçisi):   “Latin alfabesinin kabulü, asırlardan beri yabancı bir hâkimiyet altında kalmış olan Türk ruhunun kurtuluşunu ve yeni milli Türk kültürünün inşası için lazım olan unsurları verecek Garp fikir kaynaklarına dönüş  hareketini temin ettiği gibi büyük hadisenin sembolünü teşkil eder.” (Norbart von Bischoff, Türkiye’de Yeni Bir Oluşumun İzahı Ankara, Çev. B. Belge, Ulus Basımevi, Ankara, 1936, s. 238 -239)

                                                           Olup Bitenlerin Kısa Analizi

            Bir milletin yaşadığı  milli kültürünün ve dilinin taşıyıcısı alfabesi yanında, tarihi  süreç içinde milleti “tekamül” le gelişerek  millet  yapan milli dilinin, “inkılap- ihtilal yapıyoruz, yeni doktrin –ideolojimiz –toplum yapılanmalarımız  gereği alfabe ve dilimizi de değiştireceğiz”,  “mazideki medeniyetimizi terk ederek yeni bir medeniyete geriyoruz; bu sebepten bu yeni medeniyete intibak için onun alfabesini ve dilini de alacağız”” gerekçeleriyle bir milletin binlerce yıldan beri kullanmaya devam ettiği alfabesini ve dilimi topyekun değiştirmenin;

            1-Dil ilmine aykırı oluşu,

             2-İnkılaplar ve ihtilallerin kanunlarına uymayışı,

             3-Bin millete aidiyetin ve milli kimlik belirlemeden olarak Milliyetçiliğine  uymayışı.

       Bu üç  hal kısaca analiz edilecek olunursa, şunlardan bahsedebiliriz.

       Dil ve onun taşıyıcısı “teknik vasıta” olan alfabelerde “ani”  ve “topyekun” değişiklik yapılamaz. Bunların  “tekamül”ü söz konusudur.  Dil tarih içinde tekamül ederek gelişir. En basit dil “kabile dili” olup,  zaman içinde kendi içinde yeni kelimeler üreterek veya başka dillerden kelimeler alıp kendi ses uyumu ve dil bilgisine uyurlayarak alması sonucu gelişir. Bizde  “ Harf ve Dil Devrimleri” yle  yapılmak istenler bunlara uymadığı için dil ilminin bu gerçeklerine aykırı olmuştur.

      Bizde “Harf ve Dil Devrimleri” yle  yapılmak istenenler, ihtilaller ve inkılapların kanunlarına da aykırılık göstermiştir.  Sözlük anlamları, “bir şeyi yan yatırıp devirmek, tepetakla etmek demek” olan  İhtilal veya inkılabın, kavram veya terim anlamları,  kurulu ve yaşanan düzenleri   bütün kültür unsurları ve kuruluşlarıyla topyekun değiştirerek, yerlerine  ihtilalciler veya inkılapcıların programlarına aldıkları yepyeni bir toplum düzenlemesi veya mühendisliği doktrin ve ideolojisi çerçevesinde topluma yeni bir düzen getirmektir.

      Tarihte yapılan bütün ihtilal ve inkılaplara baktığımızda, toplumların her şeyini tepeden tırnağa değiştirdikleri halde, diller tarih içinde “süreklilik” gösterdikleri ve “tekamül”le geliştikleri için bunlara dokunmamışlar, yıktıkları düzenlerin alfabeleri ve dillerinin kendi yeni düzenlerinin de alfabesi ve dili  olması gerektiği üzerinde  durmuşlardır. Tarihten bunlara örnekler verilecek olunursa şunlardan bahsedebiliriz:

        1789 Fransız Kapitalist İhtilali, Fransa’nın kullanmakta olduğu Latin alfabesi ve Fransızca   dilinin de Kapitalist doktrin –ideoloji ve bunlardan kaynaklanan siyasi –sosyal programlara  göre değiştirilmesi cihetine gitmemiş, adı geçen ihtilalin “İhtilal Selamet Komitesi Üyesi” Barre, 1794’de yaptığı değerlendirmesiyle , yıktıkları düzenin yaşayan alfabesi ve yaşayan Fransızcanın kendi “Kapitalist Düzenleri” nin de alfabesi ve dili olduğunu dile getirerek,  bunların kullanımda  “süreklilikleri” sebebiyle değiştirmeyeceği üzerinde durmuştur.

        Kapitalist İhtilal’ in bu haline benzer bir durum Rusya’da 1917  de yapılın “Komünist İhtilal” le de kendisini göstermiştir. Komünist Rusya Devlet Başkanı Josef Stalin yazdığı “Marksizm ve Dil” isimli kitabında, “Dil, herhangi bir sınıfın (Komünist düzen anlayışının yıktığı  burjuva sınıfının ve ne de onun yerine ikame etmeye çalıştığı proletarya sınıfının)  değil, toplumun bütün sınırlarının dilidir” ifadesini kullanarak, Komünist Rusya’da  “hakim Proletarya sınıfı” na göre yapılacak dildeki  değişikliklerin  uzun bir süreyi kapsayacağı için bunun Rusya’ya zararları  olacağından bahisle   bundan vazgeçtiklerini yazmıştır.

         Aynı durumlar, 1950 Çin Komünist İhtilali’ nde de yaşanmıştır. Erciyes Üniversitesi Çin Dili ve Edebiyatı öğretim üyelerinden öğrendiğime göre,  Komünist Çin Eğitimi Bakanı 1952’de, öğrenilmesi ve yazılması çok zor, kargacık burgacık , Eski Mısır’ın çivi yazısı benzeri  kullanılmaya devam edilen Çin Milli Alfabesinin değiştirilerek yerine kullanılması ve öğrenilmesi daha kolay gerekçesiyle Latin alfabesinin alınmasına yönelik Devlet Başkan Mao’ya sunulmak üzere kalın bir dosya hazırlayarak ona vermiştir. Bakanlar kurulu toplantısında bu dosya gündeme gelince, Mao, dosyadaki istenenleri, kullanılan alfabenin binlerce yıldır Çin’in dilini taşıyan “süreklilik” alfabesi olduğunu, değiştirilmesi halinde toplumda büyük buhranlara sebep olacağı için istenilenleri ret emiş, dosyayı kurulun gündemine almamıştır.

         Benzer bir durumlar, 19. Asrın ortalarında bizim gibi “Batılılaşma süreci” ne giren  Japonya’da da yaşanmış, 1860’lı yıllarda Fransa’da Japonya’nın büyükelçiliğini yapan büyükelçi, Japonya’ya döndüğünde, hükümetine  Çin alfabesi gibi zor bir alfabe olan Japon alfabesinin kaldırılarak yerine Latin alfabesinin alınması teklifini getirince,  bürokrasi  ve aydınlar yanında halktan da büyük tepkiler almış, bu teklifi   yapmaya başladığının ilk haftasında bir gece evinde “ölü” bulunmuş, bu cinayetin Japon alfabesinin kullanılmasını savunun Japon milliyetçileri  tarafından  ona “tepki” olarak işlendiği üzerinde durulmuştur. Bunu bana, merhum Prof. Oktay Sinanoğlu anlatmış, kitaplarında da bundan bahsetmiştir.

         İhtilaller ve inkılapların kanunlarına aykırı olarak bütün bu olup bitenlerin tersi, bizde, Batılıların adına “Kemalist İhtilal-İnkılap” dedikleri yapılanmalarda yaşanmıştır.

         “Kemalistler Devrimciler” in,  “Türk Milletinin Müslüman olmak ve İslam medeniyetine girmekle, alfabe ve dilini değiştirdiğini” ni,   kendilerinin olan bu  tezlerinden hareketle,  bu sefer de yeni  bir medeniyete girmek tercihlerinden  olarak    Batı medeniyetine   girmekte karar kılmaları üzerine, buna girmeyi kolaylaştırmak için adı geçen medeniyetin kullanımdaki orta alfabesi    Latin alfabesinin alınmasını “Harf Devrimi” adı altında gerçekleştirmişlerdir.

         “Harf Devrimi” ni yaptıktan   sonra, yine “Batı Medeniyetine geçişi kolaylaştıracağız” gerekçeleriyle “ikinci bir kültür devrimi” olarak “Dil Devrimi” ni de  1932’de başlattıkları görülmüştür. Adı geçen devrimle  güdülen  diğer bir amaç ise,  “Türkçeyi yabancı dillerin istilalarından kurtaracağız” denilerek, onu “öztürkçeleştirmek”, “arı dil” haline getirmek olmuştur. Bu süreçte,  bu nasıl bir “Türkçülük ve Dilde  Milliyetçilik anlayışlarıdır” ki, 1000 yıldan beri kendi ses uyumumuz ve dilbilgisi kuralarımıza göre kendimize “milli kelimelerimiz” olarak adapte ettiğimiz  Arapça ve Farsça kelimeleri, sanki dünyada “saf dil” varmış gibi,  “bunlar dilimizde- kültürümüzde yabancı istila unsurlarıdır” suçlamasıyla atarak, yerlerine ise Türkçe karşılıklarını bulamadıkları (veya bulma zahmetine girmek istemedikleri için)  ve uydurukça dil çalışmaları da istenilen sonuçları  vermediğinden, bu atılanların yerine, dilimizi yeni bir yabancı kelime –kültür istilasından olarak  Batı’nın Fransızca ve İngilizce kelimelerinin  sınırlarımızdan gümrüksüz girmesine kendi elleri ile yol açmışlardır. İşte,   buna, “Dil Devrimcilerinin ‘Kuru  –sıkı’ ve ‘hamisi’ bir milliyetçilik anlayışları” denilmiş, bununla dilimizi “millileştirmek” emelinde tezada düştükleri görülmüştür. .

       Türklerin İslam Medeniyetine  girişlerini, Osmanlı’nın son döneminden günümüze, bu sefer de  Batı Medeniyetine giriş girişleriyle  kıyaslamak ve bunu Batı medeniyetine  giriş lehine de kullanılmak istenildiği yanlışlıklarına düşüldüğü  görülmektedir.

       Türkler,  İslam medeniyetine onun ez zayıf zamanında girerek, bu medeniyete Araplar ve Farslardan sonra “üçüncü bir unsur” olarak dahil olmak suretiyle, onun üzerinde kurdukları üstün siyasi- askeri otoriteleriyle   ortalama  1071’den başlayarak İslam medeniyetini devam ettiren ve 1000 yıllık süreyle   tarihini yapa “hakimi ve öznesi” olmuşlardır. Türk Milleti, 5000 yıllık tarihinin en büyük   “zirve atın yılları –atılımı” nı Selçuklu –Osmanlı süper güçleri  yapılanmalarıyla İslam Medeniyetine  girmesi sayesinde yapmıştır.

      1839’da  Tanzimat’la başlayan süreçte,    “yeni bir medeniyet eşiği” ne  ayak basmamız  ve içine girmeye çalışmamız   demek olan  ve varlığı günümüzde  de kendisini artarak gösteren,  “Batı- Laik Medeniyeti” ne girilmesi girişimleri, milletimizin  İslam medeniyetine girmesi sonucu yaptırdığı atılımları yaptıramamış, yaptıramamak  yanında bütün olup bitenler hep milletimizin  aleyhine olmuştur.

      Bunun birçok sebepleri vardır. Bir kere, yüzyıllar boyunca  İslam’ı ve Türk Milletini “ebedi düşmanları” olarak ilan etmek suretiyle bunları “tarihten silmek” i    kendi vazgeçilmez emeli edinmiş, karşımızda   önce “Hıristiyan Batı Medeniyeti” ve sonra  onun yerini alan  “Seküler-Laik  Batı medeniyeti” çıkmıştır.    Bu halleriyle  bunlara  hayran olmak, yaranmak,  kendi bütün varlımızı feda ederek onlara  girmeye   can atmak,  “Celladına  aşık olmak” tan başka bir şey değildir.

       İkinci olarak, İslam medeniyetinin insanlığa kazandırdığı huzurlu medeniyetinin aslı olan “mana- madde dengesinin kurulması” Modern Batı medeniyetinde yoktur.  Batı’da yaşanan Reform ve Rönesans hareketleri, insan ve toplumların manevi dünyalarını madde-maddecilik adına yıkmış, bu sebepten  adı geçen medeniyetin “en büyük eksikliği” olarak, kendisini  yalnızca “tek kanat maddecilik  kanadı” ile uçmaya mahkum eden bir yapılanmaya sahip olması olmuştur ki, bir kuşun tek kanatla  uçamayacağı gibi bir medeniyetin de madde ve mana kanatları olmadan insan ve toplum hayatına huzurlu bir yaşayış sunamayacağıdır. Zaten bu sebepten birçok Batılı filozof ve bilim adamı Modern Batı Medeniyetinin çöktüğünü  daha 20. asrın başlarından itibarin itiraf etmeye başlamışlar, kıta Avrupasına  ve sömürgeci yapılanmasıyla bütün insanlığa büyük buhranlı hayatlar yaşatan  bütün bunlardan kurtulmak için “madde-mana dengesi” nin yeniden  kurulduğu “Yeni Bir Medeniyet Tasavvuru” na ihtiyaç duyduklarını dile getirmeye başlamışlardır. Bu değerlendirmeleri, dilimize de çevrilen Alexi Carrel’in “İnsanlar Uyanın”, “Yarınlara Doğru”, “Hayata Dair Notlar”,  Albert Schweitzer’in “Uygarlık ve Barış”, “Uygarlık ve İnsanlık”,  ve Spengler’in “Batının Çöküşü”  kitaplarından belgelere  detaylı olarak öğrenmek mümkündür.

     Batılıların çöküşünü ilan ettikleri kendi medeniyetleri karşısında “kurtuluşları” için denilerek yeni bir medeniyet tasavvuruna soyundukları biz zamanda Osmanlıdan günümüze Türkiye’de böyle bir medeniyete , hem de  kendi geçmişlerindeki bütün  medeniyet değerlerini bir çırpıda silerek buna girmeye can atılmasına nasıl bir anlam verilebilir? Her halde, Batılıların kendilerinin de  itiraf ettikleri halde, “kendilerinin de cellatları” olduklarını ilan ettikleri Modern Seküler –Laik Batı Medeniyetine kendilerinin de cellatları  olacağından  “Celladına  Aşık Olmak” demekten başka bir şey olmaması gerekir.

     Daha da önemlisi, Türk milletini bir çeşit “İslamsızlaştırarak” ve hatta bu uğurda  “ırkçılık silahı” nı kullanmaktan olarak da Hz. Muhammed’in “ilahi evrensel mesajları” ile  putperest  –pagan Arap kültürünü de yıktığı halde  Harf ve Dil Devrimcilerinİn İslamiyeti “Arap kültürü, kültürümüzü Arap kültürü İstilası” olarak nitelendirmeleri külliyen  yanlıştır ve herhalde bir “art niyet”e istinaden de bu yafta ona yapıştırılmış demektir.  Türklerin hiçbir dine iltifat etmeyerek İslamiyet’i kendi istekleriyle kabul etmeleri, onun inanç, iman ve kültür değerleriyle kendi değerleri arasındaki benzerlikten kaynaklanmış, bu cümleden  olarak “pagan dinler geleneğinden  üç büyük dine (Hıristiyanlık, Musevilik ve İslamiyet)  geçiş süreci” nden olarak Türklerin İslamiyeti seçmeleri,  tam ve mütekamil “millet olma süreçleri” de bununla tamamladıklarından,  İslamiyet Türklüğün artık ayrılmak bir parçası ve ona tarihinde “en büyük atılımları” nı yaptıran din haline gelmiş,  günümüze kadar milletimizin “Türk milleti kimliği” ile yaşaması    İslamiyet sayesinde olmuştur. Çünkü, İslam dini dışındaki dinlere giren bütün Türk kavimleri, bu dinlerin milliyet varlıkları  içinde sosyal asimilasyon – kültürel soykırıma  uğrayarak tarih sahnesinden çekilmişlerdir. Hazar ve Karay Türlerinin Musevi, ortalama  M.S 376 – 1250 zaman diliminde Karadeniz’in kuzeyinden geçerek Doğu ve Orta Avrupa’da 1000 yıl süreyle tarih yapan 12 Türk kavminin  Hıristiyanlaştırılmalarının  sonuçları,  kendi milli varlıklarının da sonu olmuş, bugün itibariyle bunlardan  isim olarak yalnızca “Macar” ve “Bulgar” Türk kavimleri isimleri kalmıştır vb.

    Görülüyor ki, Türklerin İslam kalması, İslamiyetin milli -örfi kültürlerine önemli ve vazgeçilmez  bir kültür unsuru olarak girmesi ve kalmazsından kaynaklanmış, bu haliyle milletimizin  bir başka medeniyete girmek adına onun bir çeşit İslamsızlaştırılmasının  bilerek  veya bilmeyerek milletimizi  “kendi elimizle imha” etmek anlamına gelecek bir yapılanma kendisini  göstermiştir. Bu dava ve emelin sonucu, 1000 yıllık Doğu ve Orta  Avrupa Türklüğünün Batı Hıristiyan Medeniyetinin kendilerini etkisine alması sonucu  Hıristiyanlaşıp bu medeniyetin içinde eridikleri gibi, günümüzde güdülen Seküler –Laik Modern Batı medeniyetinin etkileri ve milletimizi  bir çeşit “İslamsızlaştırmak” la  girmek emelleri de  Anadolu –Doğu Asya Türklüğünün giderek  milli kimliği ile tarihten silinmesi ve bu sefer de Batı’nın seküler –laik medeniyet yapılanması içinde   sosyal asimilasyon –kültürel soykırıma uğrayarak tarihten çekilmesi anlamına gelecektir.

       İşte, yine bir “talihsizlik  eseri ve garabet örneği” olarak, bir kısım sivil – asker bürokrat ve aydınlarımız tarafından Tanzimat’tan beri “çökmekte olan veya çökmüş Modern Batı Medeniyetini, üstelik de, mazide yaşadığımız  kendi üstün değerlerimizin farkında olmadan ve öncelikle kendi değerlerimizi keşfetmeden, bilmeden “Batı medeniyetine girmeye can atmak” ana emeli adına,güzel mazimizi silmek uğrunda  Harf ve   Dil  Devrimlerinin  de kullanılarak, Batının hastalıklı yapılarının bizim bünyemize de sokulmaya çalışılmasının sonuçları çok acı ve ağır olmuştur.

       Bizde “Batılılaşmak-Batı Medeniyetine girmenin” milat başı olarak 1839’da Tanzimat Fermanı’nın ilanı  esas alınırsa, bu süreci yaşadığımız  184 yıllık  (1839 – 2023) zaman dilimi içinde Türkiye’de Batılılaşmak  cereyanı ve emelinin  bize neleri kazandırıp neleri kayıp ettirdiğinin otokritikleri yapılmamış;  yapılamamıştır. “Yapmaya cesaret edebilenlerden”  denilen en büyük entelektüellerimiz   Cemil Meriç, Kemal Tahir, Atilla İlhan, Atasoy  Müftüoğlu ve Yusuf Kaplan gibi düşünce ve fikir adamlarımız bütün eserlerinde “Tarihte  içine  düşülen  ‘Batıllılaştırmak  Davası’ nın  Türkiye’yi  batırmak olduğu” üzerinde durmuşlardır. Bundan ilk nasibini alan Osmanlı devleti olmuştur.    Osmanlı, bir bakıma “Celladına Aşık Olmak” sürecinde  Modern Seküler –Laik Batı Medeniyetinin, her toplum ve coğrafyanın “ortak malı” ilim ve tekniğini almaktan ziyade, kendisine has  sosyal ve siyasi  hastalıklı  verileri ve değerlerini almak yanında,  Batı’nın sömürgeci büyük devletlerinin içten ve dıştan (toprak işgalleriyle de) darbeleri   sonucu tarihten silinmiştir.

       Türklerin İslam medeniyetine onun en zayıf zamanında girmelerine karşılık, Seküler –Laik Batı medeniyetine  ise,  onun en güçlü ve kendilerinin en zayıf olduğu bir zamanda girmeleri hep kendi aleyhlerine olmuştur.  Bu sebepten İslam medeniyetinde tarih yapmada “özne” olan Türkler, Batının   en güçlü olduğu  (özellikle de bu güç büyük teknoloji ve sanayileşme gücünden kaynaklandığı halde) zamanda onun  “nesnesi” haline düşmüşlerdir. Bu durum,  Türk milletini,  5000 yıllık tarihinde karşılaştığı  “en karanlık yılları” yapılanması içine sokmuştur. Büyük Cihan Devleti  Osmanlı Devleti, adına “Haydut ve Vahşi Batı Medeniyeti ve Büyük Yayılmacı ve Sömürgeci Devletleri” yapılanması içinde bu süreçte yıkılmış,  günümüz Türkiyesi ise, “tarihi  medeniyet tercihi davası” ndan olarak   içine düşülen aynı yanlışlıkları yaşamaya (hem de artarak)  devam etmesi sebepleriyle, bu sefer de  Cumhuriyetin ilanının 100’üncü yıl dönümünde bile bölgesinde ve dünyada  süpür güç olamamış, hep “güdük” olarak kalmıştır.

         “Harf Devrimi” yle  yaşadığımız “kültür buhranı” nı, gelecek yazımızda, geçmişimizi daha büyük boyutlarda tasfiyeye yönelik olarak   “Seküler –Laik  Batı Medeniyeti” ne sevdalanmak ve girmek adına   “Dil Devrimi”yle nasıl yaşandığını, hem dil devrimcilerinin itirafları ve hem de sağduyulu ilim ve fikir adamlarının onlara tepki  eleştirileriyle  anlatmaya devam edeceğiz.

Yazar - Davut Güleç

Gazeteci, televizyoncu, Uzman polis-adliye muhabiri, Spor yazarı, TEMA’cı, Kızılay’cı, Dağcı, Trekkingci, Alp disiplini kayak milli hakemi, Herkes İçin Spor Federasyonu Kayseri il temsilcisi, Erciyes Kar Kaplanları Spor Kulübü Basın sözcüsü, Kayseri Spor Adamları Derneği yönetim kurulu üyesi, Kent Güvenlik konseyi üyesi, Halkla İlişkiler Tanıtım, Adalet, Kamu Yönetimi mezunu ----- Davut Güleç Kimdir ? -----

İlginizi Çekebilir

KENDİ  İTİRAFLARIYLA GÜNÜMÜZ  BATI  MEDENİYETİNİN ÇÖKÜŞÜ VE “YENİ BİR MEDENİYET TASAVVURU” NUN DİLE GETİRİLİŞİ

Süleyman KOCABAŞ İkinci Bölüm Alexis Carrel’in Çözümlemelerinin Devamı 25 Asırlık Zaman Dilimine Damgasını Vuran Madde-Mana …