İlhan KARAÇAY
Irkçı Wilders’in dünü ve bugününü yazdı:
*Dün, “İslam’da yanlış bir şey yok, saygı duyulması gereken bir dindir” diyordu, bugün ise, “İslam, Nazizimden daha tehlikeli” diyor.
*Dün, kökeni göçmen olduğu halde, bugün “Göçmenler dışarı” diyor.
*Dün, kendisi Türk kökenli bir Macar ile evlemiş, bugün “Göçmenler ülkelerinden gelin getirmesin” diyor.
Değerli okurlarım,
Size öncelikle, devlet büyüğümüz rahmetli Süleyman Demirel’in, siyaset dünyasına kazandırdığı, bir atasözü veya deyim haline gelen ‘Dün dündür, bugün bugündür’ sözünü ne zaman ve ne amaçla kullandığını hatırlatayım:
Askerler, görevi sona eren Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın yerine Genel Kurmay Başkanı Faruk Gürler’i seçtirmek istiyorlardı.
Meclis çoğunluğunu teşkil eden iki partinin lideri Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit, bu isteğin gerçekleşmemesinde büyük bir rol oynamışlardı. O sıralarda Semih Sancar ile Demirel’in gizlice görüştüğü söylentisi yayılmıştı.
Gazeteciler, Demirel’den ‘Hayır görüşmedim’ cevabını alınca bu kez Semih Sancar’a sordular. Sancar da ‘Dün görüştük ya!’ cevabını verince tekrar Demirel’e gittiler ve ‘Efendim daha dün görüşmedik demiştiniz’ sözüne karşılık, Demirel de o meşhur sözü fısıldadı: ‘Efendim, dün dündür, bugün bugündür’.
Sonrasında da, hem askerlerin hem de siyasilerin uzlaştığı bir isim olan Fahri Korutürk Cumhurbaşkanı seçilmişti.
Böylece asker baskısı meclisin üzerinden kalkmış ve Süleyman Demirel’in sarf ettiği o meşhur sözü de günümüze kadar yaşamaktadır.
GEERT WİLDERS
Demirel’in dünya siyasetçilerine hediye olarak bıraktığı bu söylem ve eylemi en iyi kullanan politikacılardan biri Hollandalı siyasetçi Geert Wilders’dir.
Geert Wilders, yabancılara ve müslümanlara karşı ırkçı tavrı ile tüm dünyada tanınan bir sima olmuştur.
Ne var ki Wilders, ‘Dün dündür, bugün bugündür’ düsturunu kopya eden en çirkin politikacı olarak tarihe geçmeye namzet olmuştur.
Dün, “İslam’da yanlış bir şey yok, saygı duyulması gereken bir dindir” diyordu, bugün ise, “İslam, Nazizimden daha tehlikeli” diyor.
Dün, kökeni göçmen olduğu halde, bugün “Göçmenler dışarı” diyor.
Dün, kendisi Türk kökenli bir Macar ile evlemiş, bugün “Göçmenler ülkelerinden gelin getirmesin” diyor.
MACAR İLE EVLİLİK
Hollanda medyasında geniş bir şekilde yer alan, ‘Wilders’in dünü ve bugünü’ hakkındaki notları şöyle sıralayabilirim:
Göçmen bir aileden geldiklerini söyleyen Paul Wilders, aşırı sağcı kardeşi Geert’in eşinin Türk kökenli bir Macar olduğunu belirtti.
Wilders, Hollanda yönetimleri tarafından sığınmacılar için 87 binden fazla sosyal konut kiralandığını, bu nedenle yeterli ev bulunmadığı için Hollandalıların yıllarca ev beklemek zorunda kaldıklarını savunuyor. Wilders, “Evler kimin için inşa ediliyor? Hollandalılar için mi, göçmenler için mi?” diye soruyor.
Ağabey Paul ise, bu beyanlara twitter mesajıyla tepki gösterdi.
“Göçmenler ne demek?” diye soran Paul Wilders, “Ailemiz ve soyadımızın kökleri Almanya’dan geliyor. Büyükannemiz Endonezya kökenli. Kendi karısı Türk kökenine sahip bir Macar. Hepimiz göçmeniz” dedi.
Geert Wilders’in eşi Krisztina Marfai’nin Türk kökenli olduğu iddiası, sosyal medyada en çok ilgi çeken konulardan biri oldu.
Paul Wilders, daha önce medyaya yaptığı açıklamalarda, PVV’nin aşırı sağcı politikalarını ve partinin lideri olan kardeşini sert dille eleştirmişti.
Ağabey Wilders, kardeşinin gerçekten Türk kökenli bir kadınla mı evli olduğu yönündeki soruya, “Elbette, kökleri takip edin” karşılığını verdi.
Öte yandan, Wilders’in eşi Krisztina’nın, Amerikan ilaç endüstrisinin en büyük ismi Pfizer’de çalıştığı ve Hollanda dahil tüm dünyada lobi faaliyetlerini yönettiği iddiaları da medyada yer alıyor. Hollanda medyası, Pfizer ve Microsoft’un Hollanda’daki siyasi atmosfere etkisinin ne olduğunu soruyorlar.
Pfizer’in, Wilders’in de bağlantılı olduğu Edmund Burke Vakfına 470 bin dolar finansal yardımın da araştırılması gerektiğini öne süren medya, Wilders’in vakıftan ayrılmasından sonra geçen yıl yardımın kesilmesinin de nedeninin bulunmasını istiyorlar.
AİLE FERTLERİ GEERT İLE KONUŞMUYORLAR
Ağabey Paul Wilders, RTL TV kanalına yaptığı bir açıklamada, ailesinin hiçbir üyesinin, görüşleri nedeniyle Geert ile temasının bulunmadığını belirterek, “Zaten en fazla doğum günlerinde görüşüyorduk. Fikirlerini benimsemesem de o benim küçük kardeşim” diyor.
PVV lideri Wilders, 31 Temmuz 1992 yılında Budapeşte’de evlendiği, eski bir Macar diplomatı olan Krisztina Marfai ile ilgili olarak, ağabeyi tarafından dile getirilen iddialara yanıt vermiyor.
WİLDERS’İN SİYASİ KARİYERİ
Siyasi kariyerine, Özgürlük İçin Demokrasi partisi VVD’de ofis elemanı olarak başladı ve daha sonra milletvekili oldu. Wilders başlangıçta, çok ılımlı bir düşünce yapısına sahipti.
Bunun son örneğini, 2001’de RTL TV’de ‘Barend en Van Dorp’ programında yaptığı konuşmada görmüş ve duymuştuk.
Şöyle demişti Wilders: “Başından beri, ne benim ve ne de VVD’nin İslam’a karşıtlığımız olmadığını defalarca söylemiştim. İslam’a karşı soğuk savaş ilan eden, tüm islamları aynı kaba koyan ve çirkin laflar eden Pim Fotuyn’un aksine, başından beri ben ‘İslam’ın yanlış bir tarafı yok, saygı duyulması gereken bir dindir’ demiştim.”
Kardeşi Paul’a göre Geert Wilders, çok kademeli bir şekilde radikalleşti. Paul Wilders, Der Spiegel’e verdiği bir demecinde, “Bu yıllara yayılan bir süreçti” dedi ve şöyle devam etti:
“İsrail’de kibbutz olarak anılan, ortaklaşa kullanılan bir yerleşim bölgesinde birkaç yıl çalışan Geert, Filistinlilerle olan gerilimi görmüş ve yaşamıştı. Daha sonra, Hollanda’ya dönüp, Utrecht kentinde genellikle Faslıların ve Türklerin yaşadığı Kanaleneiland semtinde yaşarken hiç hoşlanmamıştı.”
Ağabey Paul’a göre, 2001’de New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan saldırılardan ve 2002’de Pim Fortuyn’in öldürülmesinden sonra Geert, siyasi arenada, islama karşı olmanın geçerli akçe olduğunu gördü ve İslam’a karşı sert açıklamalar yapmaya başladı.
2003 yılında, Balkenende kabinesinde Devlet Bakanı olan Mark Rutte, liberallerin daha geniş bir kitleye hitap etmeleri gerektiğini savunmuştu. Wilders ise VVD partisinin daha da sağa kayması gerektiğini belirtti ve rota değişikliğine o zaman başlamıştı.
Kaldı ki Rutte, geniş kitleye hitabın, sosyal-liberal bir rotada olmasını istiyordu. Wilders ise Volkskrant’a şöyle demişti : “Rotayı sağa çevirmeliyiz. Orada büyük bir boşluk var. Fortuyn’un partisine oy verenler hayal kırıklığına uğradılar. Onların istedikleri politikayı yürütmeliyiz.”
VVD’DEN AYRILIŞ
Sonunda kopma başladı. Wilders, 3 Eylül 2004’te mecliste kendi grubunu kurdu. Wilders, İslam’a karşı giderek daha açık bir şekilde eleştiri yağdırmaya başladı. Tabii ki bu durum da, onun kalıcı olarak korunması zorunluluğunu getirdi. Kardeş Paul, “Bu nedenle sürekli korunmak zorunda kalırsanız daha da paranoyak olursunuz” diyor.
Hollanda’da önemli bir dönüm noktası, Kasım 2004’te Theo van Gogh’un, aşırı islamcı Muhammed Bouyeri tarafından öldürülmesidir. Wilders bu durumdan yararlandı ve konuşma tarzını daha da sertleştirerek, tam anlamıyla islam karşıtlığına başladı.
Tehditler ve alınan güvenlik kararları, Wilders’in tavrını yumuşatmıyor, aksine sertleştiriyor. Aslında, Wilders de bunun faydalarını görüyor gibiydi. Bu tavrın en az 3 sandalye kazandıracağını söyleyen Wilders’in sözleri düşündürücüydü.
Bu sinsi politika ile 2006 seçimlerine kendi partisi PVV ile katılan Wilders, 9 sandalye kazanmayı başardı.
PVV Partisi, Wilders’in özellikle 2008’de yayınladığı ‘İslam karşıtı film Fitne’ filmi sayesinde anketlerde büyümeye devam ediyordu. Bu film, Hollanda dışındaki ülkelerde de, Hollanda bayrağının yakılmasıyla protestolara neden olmuştu.
Wilders, kabul edilmesinin imkânsız olduğu belli olan, ‘Başörtüsü vergisi’ teklifi ile yine ortalığı karıştırırken, Nebahat Albayrak’ın Adalet Devlet Sekreterliği yaptığı sırada çıkan çifte vatandaşlık yasasını da şiddetle eleştirmiş ve çirkin söylemlerde bulunmuştu.
SORUMLULUK ALMAK
2010 seçimlerini Rutte’nin VVD partisi kazanmıştı. Başbakanlık VVD’nin olacaktı. Ama Wilders o kadar çok sandalye kazanmıştı ki, koalisyon kurulurken meydana gelen anlaşmazlıklar nedeniyle Rutte’nin Wilders’e ihtiyacı doğmuştu. Rutte, Wilders’i koalisyonda görmek istemiyordu ama kurulan VVD-CDA azınlık hükümetini, Wilders dışarıdan desteklemeyi kabul etti. Tabii ki, böylece yasalar Wilders’in onayı ile gerçekleşebilecekti.
Dışarıdan destekli kabinede işler istenildiği gibi yürümüyordu. Daha sonra Wilders fişi çekti ve hükümet düştü.
Wilders’in partisi 2012’de yapılan seçimlerde sadece on beş sandalye kazanarak önceki seçimlere göre dokuz sandalye daha az elde etti.
DAHA AZ FASLI, DAHA AZ FASLI…
2014’teki belediye seçimlerinde Wilders, kendine değişik bir slogan seçti ve bu kez de Faslıları hedef aldı. ‘Daha az faslı, daha az faslı’ sloganı ile, ülkedeki Faslı sayısının azaltılmasını isteyen Wilders’in bu planı başarılı olmayınca, Roland van Vliet, Joram van Klaveren ve Avrupa Parlamentosu milletvekili Laurence Stassen istifa ettiler.
‘Daha az Faslı’ sloganı ile insanlar arasında ayrımcılık yaptığı gerekçesiyle yargılanan Wilders, mahkeme tarafından suçlu bulundu ama ceza yemedi. Wilder bu yargılamayı ‘Sahte mahkeme’ olarak damgaladı.
‘Dün dündür, bugün bugündür’ düsturunu, oy koparmak için din değiştirip müslüman olacak kadar ileriye giden politikacılar da var. Bunlardan ikisini sizlere daha önce sunmuştum. Yeri gelmişken bir kez daha sunuyorum bu haberi:
HOLLANDA’DA İSLAM’A İNANANLAR VE BEL BAĞLAYANLAR:
*Müslüman olan iki islam düşmanı politikacı şimdi oy peşinde
*İslam düşmanı, yolsuzluk, esrar satışı ve tecavüz suçlusuydu,
İslam oldu, kurduğu siyasi partiye müslümanlardan destek arıyor.
*Mekke’ye gitti, gözyaşı döktü, Türkiye’de Diyanet İşleri’ni ve
Ak Parti’nin çeşitli teşkilatlarını ziyaret ederek destek istedi.
*Irkçı partide yer alan, İslam düşmanı bir başka arkadaşı daha, kitap yazarken araştırdığı İslam’a geçiş yaptı ve oy talebinde bulundu.
*Hollandalı siyasetçiler tarafından dışlanan müslümanlar çeşitli
denklemler arasında nereye oy vereceklerini düşünüyor.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Son yıllarda Avrupa ülkelerinde, hatta dünyanın dört bir yanında, İslam’a ilgi duyan ve din değiştirerek Müslüman olanların arttığına dair haberleri hepimiz okuyoruz.
55 Yıldır yaşadığım Hollanda’da da aynı durum yaşanıyor.Buraya geldiğim ilk yıl, tanıştığım bir Hollandalının müslüman olduğunu duyunca çok şaşırmıştım. Bu Hollandalı, Türkiye Cumhurbaşkanı Atatürk ile Hollanda Kraliçesi Wilhelmina’nın girişimleri ile 1933 yılında kurulan Hollanda-Türk Dostluk Cemiyeti’nin Genel Sekreteri Jan Beerenhout’tan başkası değildi. O’nun da islama geçiş için gerekçeleri vardı tabii. Şaşkınlığımı görünce, ‘Şaşırma, benden başka daha pek çok Hollandalı müslüman olmuştur’ demişti.
Aslında Hollanda, resmi olarak en çok müslüman vatandaşa sahip olan ülkelerin başında yer alıyordu. Öyle ya, Afrika kıtasının güneyinde Güney Afrika, Amerika kıtasının ortasında, Surinam, Hollanda Antilleri ve diğer küçük adalar, Hindistan’ın bir bölümünde ve uzak doğu Asya’da Endonezya adaları olmak üzere, dünyanın dört bir yanında sömürge edinmiş bir ülkeden söz ediyorum. Bu durumda Hollanda’nın, yani Nederland’ın (Alçak Topraklar) müslüman nüfusu yüz milyonlarla sayılıyordu.
Bugünkü Hollanda topraklarında, Hindistan ve Endonezya asıllı Müslümanlarla, Surinam asıllı Müslümanlar, ilk Müslüman azınlığı oluşturmuşlardı. İlk cami 1955 yılında Lahey şehrinde Hindistan-Pakistan asıllı Ahmediye hareketi tarafından açılmıştı. Bu hareket mensupları 1947 yılından itibaren Hollanda’ya yerleşmeye başlamışlardı.
İkinci Dünya Savaşı’nın akabinde, Hollanda’ya yerleşen Ahmediye hareketi, aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’i de Hollandacaya tercüme etmişti.
1960 yılında başlayan yabancı göçüyle, bugünkü Hollanda topraklarında 1,5 milyon müslüman yaşamaktadır. Hollanda’daki cami sayısı da 500’ü bulmuştur. Hollanda’daki müslüman nüfusu her yıl hızla yükselmektedir.
Müslümanlığı, araştırıp ve inanıp seçenlerin yanında, az sayıda da olsa, menfaattensek için ‘bel bağlayanlar’ vardır.
Son yılların en ilginç ‘Müslümanlığa geçiş’ olayı, iki siyasetçi tarafından gerçekleştirilmiştir.
İlginçtir ki, bu iki yeni müslüman, daha önceleri tam bir İslam karşıtı partinin üyeleri olduğu gibi, İslam’a karşı en büyük hakaretleri yapmış kişilerdi.
Bu iki kişinin, gerçekten İslam’a inandıkları için mi, yoksa menfaatlanmak için
‘Bel bağladıklarını’ mı, sizlerin takdirine bırakıyorum.
Tabii ki gelişmelerin akışı doğrultusunda kendi görüşlerimi de dürüstçe aktarmak zorunda kalacağım.
ARNOLD VAN DOORN
Arnold van Doorn, 2010’da Wilders’in PVV Partisi’nden Lahey Belediye Meclisi’ne seçilmişti.
Van Doorn, Wilders’in finanse ettiği, Hz. Muhammed’i karalayan Fitna filimde yapımcı koltuğunda oturuyordu.
Ne var ki, aradan çok bir zaman geçmeden 2011 yılında, sorumlusu olduğu bütçe hesaplarında usulsüzlük yaptığı için partiden ihraç edilmişti. Bu suçlamayı kabul etmeyen Van Doorn, özel masrafları için almış olduğu parayı, daha sonra kasaya koyduğunu ileri sürmüştü.
2013 yılında Abdu Khoulani’nin kurduğu Birlik Partisi’ne girdi. 2014 seçimlerinde, tek sandalye kazanan parti listesinde ikinci sırada olduğu için meclise giremedi. Meclise giren Abdu, IS’e destek vermekle suçlanınca istifa etti. Van Doorn böylece Abdu’nun yerine yeniden meclise girmiş oldu.
Van Doorn’un, aynı yıl polis tarafından tutuklanması büyük haber olmuştu. Van Doorn, devlet sırlarını dışarı sızdırmakla suçlanmıştı. Güney Hollanda Valisi ile yapılan, devlet sırrı bir konuşma ile, World Forum binasının satışında cereyan edenleri dışarı sızdıran Van Doorn mahkeme tarafından 240 saat iş cezasına çarptırılmıştı. Van Doorn, Algemeen Dagblad gazetesi muhabirine, ofisinin anahtarını vermiş ve tüm dosyaların incelenmesine göz yummuştu. Mahkeme, gazeteciye de 1000 euro pra cezası vermişti.
Daha sonra, 14 -15 yaşındaki çocuklara esrar satışı nedeniyle tutuklanıp yargılanan Van Doorn, 3 ay tecilli hapis cezasına çarptırılmıştı. Yaptığı işin suç olduğunu bilmediğini belirten Van Doorn, daha sonra İslam dinine geçiş yaptığını açıkladı.
İslam söylemi ve eylemi hareketleri ile ünlü olan siyasetçinin bu hareketi de hayretle karşılanmıştı.
Van Doorn gelen tepkilere karşı, ‘Ben yine Arnold van Doorn olarak kalacağım. İsmimi değiştirmeyeceğim, burka giymeyeceğim, sakal bırakmayacağım. Hiç bir şey değişmeyecek. Kendimi Kuran’a vereceğim.’ cevabını vermişti.
2018 yılında PVV’li meclis üyesi Willie Dille, kendisine bir grup müslümanın tecavüz ettiğini, bu tecavüz saldırısını Arnold Van Doorn’un organize ettiğini belirten bir mektup bırakarak intihtr etti. Van Doorn bu suçlama için de ‘saçmalık’ dedi.
Van Doorn, müslümanlığa geçtikten sonra Lahey Belediye Meclisi’ne sunduğu bir önerge ile, müslümanlara özel plaj istemişti. Van Doorn’a göre, sahillerde nasıl ki çıplaklar için özel plaj alanı yapılmışsa, müslümanlar için de kendi taassuplarına bağlı kalacakları plaj hakları vardır.
Van Doorn, çıplakların çok çirkin görüntü verdiklerini de dile getirmişti
İslam’a geçişinin Kur’an-ı Kerim okuyarak başladığını söyleyen Van Doorn, Müslümanların içinde yer aldıkça, filmlerde tanıttığından farklı insanlar olduklarını anlatıyor. İslam düşmanı olduğu halde, bir camiyi ziyaret ettiğinde Müslümanların kendisini hoş karşılamasından da etkilendiğini söyleyen Van Doorn, “Pişmanlık duydum. Kafam tamamen karıştı. Filmlerde gösterdiğimiz müslüman profili ile gerçek müslümanlar o kadar farklıydı ki, etkilenmemek elde değildi” sözleri ile Müslümanlardan nasıl etkilendiğinin altını çiziyor.
Mekke’ye giderek Umre yapan Arnold van Doorn, aleyhine film yaptığı Hz.Muhammed’in kabrinin başına gelince gözyaşlarını tutamamış.
VAN DOORN’UN TÜRKİYE ZİYARETLERİ
Hollanda’da Mart ayında yapılacak olan genel seçimlere Birlik Partisi ile katılacağını belirten Arnold van Doorn, Türkiye’de destek arıyor. Hollandalılar’ın çok duyarlı olduğu, ‘dış ülkelerin etkisinde olmamak’ ilkesi ile bağdaşmayan bu davranışın doğuracağı sonuç merakla beklenirken, sizlere Türkiye temasları hakkında şu bilgileri verebilirim.
Arnold van Doorn, Uluslararası Bilgi ve Algı Derneği (BİLAL) Genel Başkanı Ömer Lütfi Türkmenoğlu, Yönetim Kurulu Üyesi Yahya Tuyan ve Hanımlar Komisyonu Üyesi Fatma Çakır ile, Ak Parti Genel Başkan Danışmanı Yasin Aktay’ı ziyaret etti.
TOPLANTIYA KATILIŞ
Hollandalı siyasetçi Arnoud Van Doorn, Uluslararası Bilgi ve Algı Derneğince (BİLAL) düzenlenen bir toplantıda, Avrupa’da artan İslam karşıtı söylemlerin nedenini ve sonuçlarını değerlendirdi.
Bağcılar’da bir otelde düzenlenen bu toplantıda, başta Fransız Charlie Hebdo dergisinin yayınladığı Hz. Muhammed’e hakaret içerikli karikatür krizi olmak üzere, son yıllarda Müslümanlar üzerine artan baskılar ve İslamofobi ele alındı.
7 sene önce Müslüman olduğunu anlatan Doorn, şöyle devam etti: “Önceden İslam’ın terörü beslediğini düşünüyordum ve Hollanda’da bunu destekliyordum. Birçok insan da hala bu düşüncede. Başkalarını suçlamak istemiyorum ama herkes kendi fikrinden sorumludur. Bu kötü fikirlerin tamamında medyadan etkilenmiştim. Zamanla İslam’a karşı mücadelemin doğru olmadığını düşündüm ve İslam’a karşı ilgim arttı. Araştırdıkça İslam’ın güzelliklerini görmeye başladım. 1 yıl boyunca İslam’ın kalbimde oluşturduğu kıvılcım büyüdü ve Müslüman olmaya karar verdim. İslam’ın bir tehdit değil, bir barış dini ve insanlar için güzellikler getiren bir din olduğunu öğrendim ve bunu anlatmaya başladım. Artık Hollanda’da bunun için mücadele ediyorum.”
Doorn, birçok aşırı sağcı siyasetçinin İslam karşıtı söylemlerinin, ekonomik gerekçelerinin olduğunun altını çizdi.Avrupa’daki Müslüman azınlıkların sayısı ve etkisi arttıkça bazı ekonomik çevreler için risk oluşturacağının düşünüldüğünü söyleyen Doorn, sözlerini şöyle sürdürdü: “Müslümanlar artık eskisi gibi değil. Önceden sadece işçiler vardı ve haklarını bilmiyorlardı. Şimdi ise güçleniyorlar ve giderek daha eğitimli hale geliyorlar. Müslümanlar sosyal ve siyasi ortamlarda etki yaratıyor. Çünkü Avrupa çıkar üzerine kurulu, finansal olarak bankalar ve büyük şirketler Müslümanların bu açıdan riskli olduğunu düşünüyor. Çünkü İslam faizin olmadığı daha güzel bir sistem getirebilir ve bundan kesinlikle korkuyorlar. İslam’ın getirebileceği sistemden rahatsız olan kesimlerin başında kesinlikle bu gruplar geliyor. ”
Van Doorn, İslamofobi söylemine karşı birçok Müslüman ülke liderinin sessiz kaldığı değerlendirmesini yaparak, şunları kaydetti: “Arap ülkelerinin bazıları Avrupa etkisi altında olduğu için, maalesef etkisiz kalıyorlar. Türkiye bu süreçte liderlik yapıyor ve herkes Türkiye’nin yardımını bekliyor. Hollanda’da özellikle ılımlı bir İslam yaratmaya çalışıyorlar. Bazı rol modeller gençler için ön plana çıkarılıyor ve dini ritüellerini yerine getiren insanlara bunların aşırıcılık olduğunu söylüyorlar. Genç nesillerin daha iyi yetiştirilmesi için Türkiye’de de çalışmalar yapılması, eğitim alanının güçlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.”
Joram van Klaveren de Müslüman oldu.
Hollandalı siyasetçi Joram van Klaveren de din değiştirip müslümanlığı seçen ikinci siyasetçi oldu. 2010-2014 yıllarında Wilders’in ırkçı Özgürlük Partisi’nde milletvekilliği yapan Joram Van Klaveren, islam karşıtı eylem ve söylemleri ile tanınıyordu.
İslam karşıtı bir kitap yazdığı süreçte, yaptığı araştırmalar sonrasında, İslamiyet ile ilgili bakış açısının değiştiğini ve bu nedenle Müslüman olduğunu belirten Van Klaveren, Müslüman olduktan sonra gayrimüslimlerin İslam karşıtı düşüncelerini çürüten bir kitap yazdığını sözlerine ekledi.
PVV lideri Geert Wilders’in, Fas kökenliler için sarf ettiği ırkçı sözlerinden sonra partiden ayrılarak, Louis Bountes ile birlikte ‘Hollanda İçin’ partisini kurdu.
Van Klaveren, 2017’de yapılan genel seçimlerde yeterli oy alamadığı için siyasete veda etmişti.
SONUÇ
Peki şimdi ne olacak?
Hollanda’da siyasetçiler tarafından dışlanan Türkler, 17 martta yapılacak olan seçimlerde kime oy verecekler?
Türk asıllı adayları, önceleri sözde Ermeni soykırımını tanımadıkları için, sonra da Ankara’nın uzun kolu iddiaları nedeniyle seçim listelerine koymayan siyasi partiler yerine, DENK Partisi gibi kendilerine yakın olan oluşuma oy vermeyi planlayan Türkler, şimdi de, Ankara’dan Uluslararası Bilgi ve Algı Derneği (BİLAL) destekli Birlik Partisi ile tanışıyorlar.
Bu çeşitli denklemler Hollanda’daki Türkler’in kafalarını karıştırıyor.
Tabii ki seçmek demokratik bir haktır. Hollanda’daki çiftçi, işçi, madenci, sanatçı ve bunlar gibi bir yığın seçmen, kendi menfaatlarını gözetleyecek adaylara oy vereceklerdir.
Ben şahsen, büyük bir kriz yaşayan DENK Partisi yerine, Başbakan olabilmesi için, Türkiye’ye yakın olan Demokrat 66 Partisi siyasi lideri Sigrid Kaag’a oy vermeyi düşünüyordum. Ama şimdi DENK Partisi’ndeki sular biraz durulldu ve partinin atar damarı Tunahan Kuzu, küskünküğü bir yana bırakıp göreve devam kararı aldı.
Bu ikilem arasında tercih yapamazken, şimdi de Ankara destekli, şaibeli birkişinin kurduğu parti önümüze atılıyor.
Ben kararımı rahatça verebilirim. Ama, Ankara desteği ile buradaki müslüman kuruluşların sesine de kulak verecek olan diğer yurttaşlarımız neye karar verecekler?
İnanıyorum ki, Hollanda’daki Türk kökenli seçmenler, en iyisini tespit edecek ve o tespite göre oylarını vereceklerdir.
Bekleyeceğiz ve göreceğiz.
Hayırlısı olur inşallah!