İki gazetenin felaket tellallığını protestom.. (Köşe yazısı)
TARİH VE GÜNÜMÜZ PENCERESİNDEN
OLMUYOR BEYLER OLMUYOR!… 1 BÖYLE YAZILMAZ Kİ!…
Süleyman KOCABAŞ
Tarihçi Yazar
kocabassuleyman@gmail.com
İKİ GAZETİNİN “FELAKET TELLALLIĞI” NI PROTESTOM
Aziz dostlar!… Bu günkü köşe yazımızda sizlere hem tarih ve hem de günümüz penceresinden bakarak sesleneceğiz. Anlayacağınız, bir “Tarih ve gününüz bileşkesi” oluşturduk. İbret ve dehşetle okuyacağınızı umarım!…
TARİH PENCERESİNDEN
Osmanlıdan günümüze bizde matbuat –basın (şimdi medya deniliyor) milletimiz ve devletimizin lehine iyi bir sınav verememekten olarak:
1-“Osmanlı Devletini Osmanlı matbuatı yıkmıştır” denilir. Çok doğrudur!… Neden?
a-Çünkü, Sultan II. Abdülhamid’i 31 Mart 1909 Darbesiyle Osmanlı basını yıkmıştır. Darbe öncesi günlerde, hem iktidar yandaşı ve hem de muhalefet yandaşı basın, Abdülhamid ve birbirleri aleyhinde olmadık hakaretler, tahrikler ve iftiralarda bulunarak orduyu ve halkı darbeye hazırlamışlar ve bu hazırlığın ardından darbe gerçekleşmiştir.
Sultan Abdülhamid’ in yıkılması demek, “İmparatorluğun yıkılması” demekti. Çünkü Sultan, 10 Temmuz 1908’ de “Meşrutiyeti ilan darbesi” yapılıp Meşrutiyet ilan edilince , “Yönetim çocukların eline geçti, korkarım İmparatorluğum 10 yıl içinde (1908 – 1918) bunların elinde batacaktır!..” dememiş miydi? Demişti!… Ne acıdır ki dedikleri tamı tamına başımıza gelmiş, bu yıkımı getiren,“Triumvirate” (Üçlü diktatör eleman Talat, Enver ve Cemal Paşalar 32 suç ortaklarıyla) 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesini müteakip, bir gece yarısı “yakalanmamak” için kadın kıyafetleri giyerek Alman denizaltısına 2 Kasım 1908 gecesi binmek suretiyle Odesa üzerinden Almanya’ya kaçmışlardı. Hem Sultan’ı hem de “Cihan İmparatorluğu” nu yıkıp kaçmışlardı. Cumhuriyet döneminin tarih dersleri kitaplarında bu üç kaçak, bizlere hep “hürriyet kahramanları, vatan fedaileri” övgüsü ile öğretilirken, Abdülhamid de hep, sanki İmparatorluğu o yıkmış ve kaçmış gibi “vatan haini, Kızıl Sultan” saçmalıklarıyla öğretildi.
b-Yine Çünkü, iktidar partisi İttihat ve Terakki Partisinin “yandaşı” veya “havuz medyası”, adı geçen partinin muhaliflerini yok etmesi için çıkacak bir Balkan Harbinde (1912 – 1913) ve I. Dünya Harbinde (1914 – 1918) yenileceğimizi bile bile en yüksek derecede “Harp tahrikçiliği, tellallığı ve çığırtkanlığı” yapmış, bu tahriklerin ardından bu iki harp çıkmıştır. Balkan Harbi ile Osmanlı bütün Balkanları, I. Dünya Harbiyle de bütün Asya topraklarını kaybetmiş, bize yalnızca, 780 bin kilometrekareden ibaret bugünkü yaşadığımız Anadolu toprakları “kerhen” de olsa bırakılmıştır.
c- Ayrıca, Alman Emperyalizmi, Osmanlı Devletini kendi safında harbe sokabilmek için yönetimi ve kamuoyunu buna hazırlamak uğrunda Osmanlı matbuatı-basınını kullanmıştır. Bunun için çıkan günlük gazetelerin kasalarına, Almanya istihbaratı tarafından onbinlerce Alman Markı para akıtılmış, bunlar da bunun minnettarlığını fazlasıyla ödeyerek bizi harbe sokmakta çok etkin olmuşlardır.
Bu üç şıkta anlattığımız tarih olaylarının “Tarih belgeleri”, Hikmet Bayur’un “Türk İnkılabı Tarihi”, Mevlanzade Rıfat’ın “Türk İnkılabının İçyüzü”, Ziya Şakir’in “İttihat ve Terakki Nasıl Doğdu Nasıl Öldü?” kitaplarında vardır. Daha geniş bilgi için bunlara bakabilirsiniz.
2-“T.C. Devletinin kuruluşunun 98’inci yılında bile güdük ve geri kalmamıza, süper güç olamamamızı matbuat –basın sebep olmuştur” denilir. Çok doğrudur. Neden?
a-27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 darbelerinin “baş tahrikçisi” o yılların gazeteleri ve dergileri olmuştur. Çünkü bu darbelerle gelen ortam “ekonomik gelişmemiz” i durdurmuş, “Demokrasimizi kesintiye” uğratmıştır.
b-Hele, yapanlarının adına “Posta Modern Darbe” dedikleri 28 Şubat 1997 Darbesinin bütünüyle şampiyonu, o zamanın iki para babası ve medya grubunu elinde bulunan “tekelci – kartelci” gazetelerin (Dinç Bilgin- Aydın Doğan ikilisinin ) tahrikleri ile üst düzen beş general komutam dolduruşa getirilmeleri sonucu darbe yapılmıştır. Bu darbelerin ülkemize kazandırdığı “büyük zararlar” ı anlatmama lüzum yok!… Zaten bunları siz benden daha çok bunları benden daha iyi ve geniş biliyorsunuzdur. Yalnız tek bir zararı hatırlatayım: Adı gecen darbe ile kendisi de devrildiği için Tansu Çiller 22 yıl dönümü münasebetiyle 28 Şubat 2021’de yaptığı açıklamada, darbenin ekonomik olarak bize 291 milyar dolar zarara sebep olduğunu söylemiştir. Bu kimden tanzim edilecektir? Elbette ki darbeyi azmettirip yaptıranlardan edilecektir. Hükümetimiz bu sırada çok para sıkıntısı çekiyor. Londralara, New Yorklara girip -gelip buralardan “para dilenmek” e lüzum yoktur. İşte 291 milyar lira hazır para. Bu miktarı alsın bütçeye koysun yeter.
Medyanın 28 Şubat’taki rolü gerçekten çok korkunç ve dehşetli olmuştur. Bunlar, hepsi bir yerden idare ediliyormuş gibi, “bir okestra eşliği” nde yayınları ile “darbeye zemin hazırlamak için” denilerek “olmayan irtica” yı “ustalıkla” ve çeşitli “algı operasyonları” yla “hortlatmak” yanında, “Atatürkçü –Atatürksüz” propagandası (Keşke, istismar ederek kullandığınız, “Atatürk’le Aldatmak” sevdasına düştüğünüz o günlerde başınıza Atatürk kadar taş düşse idi), “Laik –Anti Laik” yutturmacası ile generallerimizi “vatan elden gidiyor” “Gulyabaniler” endişesi içine sokarak oflatmışlar, puflatmışlar ve ardından da 28 Şubat 1997’de Başbakan Erbakan’a, “Bunları ya uygula ya da çekil git” diyerek 18 maddelik “darbe muhtırası” yollatmışlardır. Tabii ki hemen hemen hepsi “hayali ve gerçek olmayan” bunların uygulanması mümkün olmadığı için Başbakan Erbakan 5 Haziran 1997’de istifa ederek, meydan, “darbecilerin emrine giren ve 18 maddeyi sınırlı da olsa uygulayacak” denilen muhalefet partileri liderleri Bülent Ecevit – Mesut Yılmaz ikilisine kalmış, milletimizin anaları bunların başbakanlık dönemlerinde iyice ağlatılmıştır.
“Başbakan Erbakan darbe ile güme götürülmese ne olurdu ?” denilmiştir. O yıllarda Erbakan’ın Refah Partisi Zonguldak’tan milletvekillerinden olarak “Meclis Dilekçe Komisyonu Başkanlığı” görevinde bulunan Necmettin Aydın’ın 28 Şubat 2021 akşamı bir tv. kanalında söylediklerini göre, “Erbakan devrilmese ve o günden bu güne iktidarda kalsa idi Türkiye, tam bir Japonya gibi olurdu” sözünü ben de tasdik ettim doğrusu!…
Türkiye, 28 Şubat 1997 Darbesinin hesabını tam olarak soramamış, hesaplaşmasını yapamamıştır. Mahkemelerde yalnızca “Askeri ayağı” na inilerek kısmen cezalandırma yapılmıştır. Diğer üç ayağı” Medya, Sermaye ve Siyasiler” ayaklarına inilememiştir. Bu ayaklara inilmediği (günümüzde de 15 Temmuz 2016 darbesinin medya, sermaye ve siyasi ayaklarına henüz tam olarak inilememiş, neredeyse yalnızca adliyelerde katiplerin, hastanelerde hemşireler, Gülen’i imamları ile kazaen bile olsa telefonla konuşanlar, Gülen’in bankasına para yatıranlar, dersanelerine öğrenci gönderenler –MaCcartıycılık örneği benzeri-yakalanıp cezalandırılmışlardır) ve bunlar cezalandırılmadığı sürece, Türkiye’ de daha çok 28 Şubatlar çok olur. Sayın Erdoğan bunlar için bir “Özel İhtisas Mahkemesi” kurarak, mutlaka üç ayağa da inerek bunları milletimizin gelecekteki selameti için cezalandırmalıdır. Tıpkı, Sultan II. Abdülhamid’in “Özel Yıldım Mahkemesi “ kurup, “Gerçi bu mahkeme kurulmuştur ama, yalnızca darbeci generallerin bir kısım cezalandırıldığı için yetersiz kalmıştır) İngiltere’nin de aktif olarak desteklediği 29 Mayıs 1876 Darbesini yaparak amcası Sultan Abdülaziz’i öldüren (Darbeciler ölümünü “intihar” dediler) ve İmparatorluğu 1877-78 Harbi yangınının içine atarak büyük toprak kayıplarına sebep olan darbecileri “topyekun” yargıladığı gibi yargılayıp cezalandırmalıdır. Aksi takdirde Türkiye’ ye rahat yüzü görmek yoktur.
GÜNÜMÜZ PENCERESİNDEN
Bugün Türkiye’miz dışarıdan ve içeriden kuşatılmış olduğu halde, tam bir varlık –yokluk mücadelesi veriyoruz. Tıpkı 100 yıl önceki İstiklal Harbimiz günlerindeki gibi bugün de “Yeniden İstiklal Harbi Savaşı veriyoruz” manzarası içindeyiz. Bunun dış ve iç cepheleri şunlardır:
1-DIŞTAN KUŞATILMIŞLIK: Dünyanın birinci süper gücü Amerika Birleşik Devletleri, ülkemize karşı harbe hazırlanıyor. Etrafımızı çepeçevre üsleri ve “vekalet savaşçıları askerleri” ile kuşatması bunun bir göstergesidir.
2-İÇTEN KUŞAKTILMIŞLIK: Tarihte, Osmanlı Devletini “Üzerinde Güneş Batmayan İngiliz İmparatorluğu” yıkmıştı. Anlaşılan bugün de T.C. Devletini “Üzerinde Güneş Batmayan Korona Virüs İmparatorluğu” yıkacağa benzemektedir. Çünkü, bütün ülkeleri, devletleri içten kuşattığı gibi bizi de içten kuşatmıştır. Yaşamak için şimdi onunla canhıraş boğuşuyoruz.
Adı geçen imparatorluk, 11 Mart 2020 ‘den itibaren bizi de içten kuşatmaya başlamış, bundan ilkin en büyük zararı ekonomimiz görmüştü. Ekonomimiz, 11 marttan önce de zaten pek iyi değildi. Virüs İmparatorunun gelmesi daha da berbat etti ve doping etkisi yaptı. “Yaşamak” için herkes başının çaresine bakmaya başladı. İşsizlik, işten çıkarmaların sayısı arttı. Lokantacıları lokantasız, otelcileri otelsiz, kahvehanecileri kahvesiz, çiftçileri danasız, okular öğrencisiz, fabrikaları üretimsiz bıraktı. Hayat pahalılığı iyice arttı; ceplerdeki maaşlar alınır alınmaz eridi gitti. Milleti aç ve sefil bıraktı vb. Herkes büyük bir gelecek endişesi içindi!… İktidarda olarak Devlet Başkanımız Sayın Erdoğan’ın, bunların çoğu kendisinden değil de Virüs İmparatorluğundan kaynaklandığı halde bunları tek başına o geniş karnına yutup yok edecek hali yoktur!…
Virüs İmparatorluğuyla mücadele, “Milli Birlik -Blok” veya “Milli Koalisyon” gerektiriyor. Tıpkı 1920’lerde “Üzerinde Güneş Batmayan İngiliz İmparatorluğu” na karşı verdiğimiz “Milli Birlik –Milli Koalisyon” mücadelesi gibi.
İşte bu “Milli Birlik” i bozan ve her şeyden yalnızca iktidar partisi AK Parti ve Başkanı Erdoğan’ı sorumlu tutun teşhisler çok yanlıştır. Meselelere, itidalli ve soğuk kanlı yaklaşılmalıdır.
Sayın Erdoğan’a ve partisine yönelik “Yıkıl Git” dercesine atılan:
a-”YAZAR KASA FIRLATACAK 1 MİLYON KİŞİ VAR!..” (Yeniçağ, 1 Mart 2021)
b-“İŞTE MEMLEKETİN HALİ!..” (Korkusuz , 1 Mart 2021)
Manşetlerini atmak ve haber yapmak “hayra alâmet” değildir. Evet, büyük bir buhran vardır. Bunu zaten kimse inkar etmiyor. Ama çözümleri de bu “absürt” manşetleri atmaktan geçmiyor. Bence ve kanaatimce “yangına körük” le gitmiş gibi olunuyor. Hiçbir sorumluluk ve “akil” lik anlayışı ile bağdaşmıyor.
Sakının ha!.. Bunları Sayın Erdoğan ve partisini salt olarak kayırmak için yazmıyorum. Partizan değilim. Mesela, Sayın Erdoğan’ın yerinde Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın Akşener, Sayın Bahçeli vb. değ olsaydı, onun için de bu yazıyı yazardım. “Bizim Ağababamız Karl Markstır” diyen Marksist partiler yanında, “Apo’nun heykelini dikeceğiz” diyen partiler hariç, her partiye zamana ve duruma göre oy vermişimdir.
Olmuyor beyler olmuyor!…Böyle yazılmaz ki!… Kendinizi “herkesten daha akıllı” zannediyorsunuz galiba!… Böyle “absürt” manşetler atılarak ülke, millet kurtulamaz. Desteklediğiniz muhalefet partileri yanında sizin de bir gazete olarak varsa bir “kuruluş programınız”, gazetenizin neredeyse bütün sayfalarını, anadan doğma “bekar çıplak kızlar, sık sık “eş değiştirmek” le övünen, birçoğu çoğu “sanatçı, oyuncu bozuntusu”, “vücut sergilemek” ten başka bir “marifeti” olmayan, “seksi ayartıcı, hız ve hazcısı” ve ”cinsel tahrikçi ”, giderek “yuvalar bozmak” a kötü örnek olacak evli çıplak karılar” fotoğraflarıyla dolduracağınıza, bütün sayfalarınızı bu programlarınızla doldurarak, hükümet bunları okusun, uygulasın ve millet kurtulsun. O yok, bu yok!… Ortada alternatif bir program yok hem de kuru kuruyu, hamasi olarak, “inadına muhalefet” ten manşetler atmakla bu millet kurtulmaz. Mavallar atarak, salvolar yaparak kurtuluş olmaz!…
Haydi bir vatandaş çıksa da size attığınız manşetlere iyice kızıp, “Başınıza Ecevit’e atılan kasa kadar taş düşün” dese –fakat ben böyle denmesini istemem- acaba siz ne cevap vereceksiniz!… Bu günlük bu kadar dostlar. Vesselam. 9 Mart 2021