İlhan KARAÇAY yazdı:
1958’de İsveç’te oynanan Dünya Futbol Şampiyonası finallerinde, 6 maçta 13 gol atan Just Fontaine’nin rekoru hâlâ kırılamadı.
Bir zamanların ‘Bedavaya kürek sallayan’ futbol yıldızları, şimdilerde ‘eşek yüküyle’ para kazananlardan daha yararlıydı.
Kral Fontaine ile 1978’de Arjantin’de tanışmıştım.
Şu anda öyle bir futbol şampiyonası yaşıyoruz ki, adına ‘Dünya Futbol Şampiyonası’ değil, ‘Federe Lig Şampiyonası’ demek daha yakışık alacak. Öyle ya, şimdiki futbol piyasasında 170 milyon euroya kadar değer biçilen bir yığın futbolcu arasından, bir yıldız parlamadı daha…
Kim mi bu pahalı kürk giyinmiş futbolcular?
Sıralayayım:
Erling Haaland:170 milyon, Kylian Mbappe:160 milyon Vinicius Junior:120 milyon, Phil Foden 110 milyon, Pedri: 100 milyon, Frederico Valverde:100 milyon, Jamal Musiala: 100 milyon, Jude Bellingham:100 milyon, Gavi: 90 milyon, Harry Kane: 90 milyon, Rafael Leao:85 milyon, Bernardo Silva:80 milyon, Aurelien Tchouameni: 80 milyon, Joshua Kimmich: 80 milyon, Mohamed Salah:80 milyon, Christopher Nkunku:80 milyon, Kevin De Bruyne: 80 milyon, Rodri: 80 milyon, Dusan Vlahovic:80 miyon, Rodrygo: 80 milyon,Ruben Dias:75 milyon, Luis Diaz: 75 milyon, Nijmar: 75 milyon,Mason Mount: 75 milyon ve Lautaro Martinez: 75 milyon dolar.
Yukarıda belirttiğim futbolcuların tamamı tabii ki yoktu Katar’daki Dünya Futbol Şampiyonası’nda.
Ama var olanlar da ahım şahım bir varlık gösteremediler. 160 milyonluk Mbappe ile değer biçilmeyen Ronaldo’nun, birkaç vücut hareketi hariç tabii…
Tribunler bu hareketlere bile hasret kaldığı için biraz olsun sallanmıştı. (Dün akşamki Brezilya-Kore Cumhuriyeti maçı, yüreğimizi biraz olsun serinlettti)
Peki, daha önceki Dünya Futbol Şampiyonaları’nda neler oluyordu?
Peleler, Didiler, Garinchalar, Puskaşlar, Beckenbauerler, Cruyfflar, Kempesler, Eusobiolar, Rossiler, Romariolar, Maradonalar, şimdiki gibi hiç hayal kırıklığı yaratmadılar.
Hele biri vardı ki, ismini şu anda çok futbolseverin bilmediği bir rekortmendi.
Kim miydi bu, rekoru hâlâ egale edilemeyen rekortmen?
Bu isim Just Fontaine idi. 1958 Dünya Futbol Şampiyonası İsveç’te oynanırken, 6 maçta 13 gol atmıştı Fontaine. Hem de sadece Almanya’ya dört gol atarak.
Ne yazık ki, (elemeler dahil değil), sadece finallerdeki 6 maçta 13 gol atan bu isimi, TRT spikeri bile yanlış tanımlıyordu. TRT’deki spiker ve yorumcu pek çok dostumun bilgisine ve yeteneğine saygı duyuyorum. Ama, önceki gün Fransa-Senegal maçını anlatan spiker gerçekten çok komik duruma düştü. Bu spiker kardeşimiz, 13 gollü Fontaine’den biraz söz etmek istemişti. Fransız golcü Mbappe bir gol atınca, “Mbappe Fontaine’nin rekorunu yakaladı” diye bir laf etti. Sanırım Mbappe son 16 maçta, yani Katar’a gelmeden önce de oynadığı maçlar dahil 14 golü bulmuştu. Spiker kardeşimiz bu durumu yanlış aktardı tabii. Daha sonra, kulağına fısıldanılınca, kırdığı potu düzeltmeye çalışırken de bocaladı ve doğruyu anlatmaya çalıştı. “İnşallah gelecek şampiyonalarda bunu başarır” gibi bir de dilekte bulundu.
Spikerin düzelttiği gibi, Fontaine, sadece finallerdeki 6 maçta 13 gol atmıştı.
Nerede, var mı şimdi böylesi bir babayiğit futbolcu? Hem de ceplerine konulan öyle yüz milyonlar değil, birkaç yüzbinlik cep harçlığı ile oynadıkları halde…
Wikipedia’da Fontaine
Just Fontaine (d. 18 Ağustos 1933), 1958 FIFA Dünya Kupası‘nın Fransız gol kralıdır.
Futbola USM Casablanca takımında başlamış, kariyeri boyunca 1953-1956 arasında OGC Nice ve 1956-1962 arasında da Stade de Reims kulüplerinin formalarını giymiştir.
1958-1959 Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde Real Madrid‘e karşı forma giydi.
Bunların dışında toplam 6 sezonda 121 gol attığı Stade de Reims formasıyla 2 lig ve 1 kupa şampiyonluğu yaşadı. 1956-1960 yılları arasında formasını giydiği Fransa millî futbol takımında oynadığı 21 maçta 30 gol attı. 1958 FIFA Dünya Kupası‘nda 6 maçta attığı 13 golle turnuvanın gol kralı oldu. Aynı finallerde iki ayrı maçta (Paraguay ve Batı Almanya) hat-trick yapan futbolcular arasına da bu finallerde girmiştir.
1961’de geçirdiği ağır bir sakatlık yüzünden futbol kariyerini noktalamak zorunda kaldı. Stade de Reims ile çıktığı bir lig maçında bacağı kırıldı. Ertesi yıl bir millî maçta sakatlık tekrarlayınca 29 yaşında futbola veda etti. Paris Saint-Germain‘deki kısa süre antrenörlük yaptı, daha sonra ticaretle uğraştı.[1]
2004’te Pele tarafından yaşayan en büyük 125 futbolcudan (FIFA 100) biri seçildi. 2003 yılında da Fransa Futbol Federasyonu tarafından son 50 yılın en iyi Fransız futbolcusu seçildi. FIFA Dünya Kupası tarihinde bir turnuvada en çok gol atan futbolcudur (1958). Futbol kariyerinde 3 kez ayağını kırmıştır.
ŞİMDİ GELELİM, REKORU EGALE EDİLEMEYEN JUST FONTAİNE İLE HATIRALARIMA.
Yıl 1978. Dünya Futbol Şampiyonası bu kez Arjantin’de.
Dünya Kupaları’nın egale edilemeyen gol kralı Just Fontaine’ye ödül verilecek. Fontaine’nin ödül törenine Halit Kıvanç, Necmi Tanyolaç, Kemal Belgin, Togay Bayatlı, Metin Türel, Erol Aydın, Hüseyin Kırcalı, Ertuğrul Akbay ve ismini hatırlayamadığım bir arkadaş ile kalabalık bir şekilde gitmiştik.
Orada Ertuğrul Akbay, güzel bir kız ve top buldu. Kızı masaya çıkardı. Fontaine’yi de yanında getirdi. Ben de arkadaşlara, ‘Bakın şimdi Ertuğrul’u nasıl çıldırtacağım’ dedim ve arkasından deklanşöre bir kez bastım. O sırada Ertuğrul geri döndü ve “Benim hazırladığım sahneyi çekme yahu “ diye bağırdı. Arkadaşların yanına oturduğum zaman hepsi kıs kıs gülüyorlardı.
O gün filmleri ancak akşam uçağı ile gönderebilirdik. Haber de ertesi gün kullanılabilir ve iki gün sonra da yayınlanabilirdi. Saate baktım. Frankfurt’a gidecek olan bir uçağın kalkmasına yarım saat vardı. O uçağa kargo vermenin imkânı yoktu. Ben tuvalete gider gibi yaptım ve bir taksiye atlayarak 10 dakika ilerideki havaalanına gittim. Basın kartı sayesinde içeri girdim ve Lufthansa uçağına kadar gittim. Bir hostese yalvardım. Bir arkadaşımın kendisini Frankfurt havalimanında karşılayacağını söyledim. Hostes kabul etti ve içinde film olan zarfımı aldı. 20 dakika sonra otele geri döndüğüm zaman, yerime otururken Hüseyin Kırcalı iğneyi batırdı: “Eee Sayın Karaçay, zarf gitti mi? “
O an Ertuğrul’u gerçekten görmeliydiniz. Hüseyin ateşlemeye devam etti: “Oh anam oh, haber yine yarın Hürriyet’te yayınlanacak. Gazete Diyabakır’da kese kâğıdı olduktan sonra da Ertuğrul’un filmi Günaydın’a gidecek. Adam iki saat uğraştı ve bir sahne düzenledi. Karaçay da arkadan deklanşöre bir kez bastı. Olur mu yani şimdi böyle bir rekabet?”
Kırcalı’nın bu fitillemesi ortalığı biraz kızıştırdı ama sonra soğuma oldu.
HÜSEYİN KIRCALI’NIN ARDINDAN
Fontaine olayını anlatırken, sözünü ettiğim Hüseyin Kırcalı’dan biraz daha söz edeyim isterseniz.
Hayata gözlerini yuman dostlarımız ve meslektaşlarımızın ardından çok şeyler yazmış ve çizmişizdir.
‘Ölenin arkasından kötü konuşulmaz’ geleneğimize saygılı olduğumuz için, merhumların hep iyi taraflarını yazmış, kötü huylarını hep es geçmişizdir.
Benim yazdıklarım arasında, sadece birkaç kişinin kötü huylarına da değinmiştim. Çünkü, milyonlarca kişinin ‘baba adam’ diye tanıdıkları bazı ünlülerin, kötü huylarının da herkesçe bilinmesi gerektiğine inanmışımdır.
O birkaç isimden şimdi hiç söz etmeyeceğim.
Bugün ele alacağım merhum, iyiliği üzerine herkesin birleştiği Hüseyin Kırcalı’dır.
Meslektaşlarım tarafından hatıraları bolca yazılan Kırcalı için, yaşadığı dönemde birkaç hatıra yazmıştım. Özellikle, o da geçen yıl (8 Mart 2019) hayata gözlerini yuman meslektaşım Ertuğrul Akbay ile yaşadığım hatıralar arasında yer almıştı.
Şimdi sizlere, Kırcalı’nın espiritüel özelliğini ortaya serecek hatıralarımı yazıyorum.
Yıl 1978. Dünya Futbol Şampiyonası için Arjantin’deyiz.
Başta rahmetli Necmi Tanyolaç olmak üzere, Halit Kıvanç, Togay Bayatlı, Erol Aydın, Erdal Aydın, Hasan Sarıçiçek, Güven Taner, Kemal Belgin, antrenör Metin Türel, TRT kadrosu ve tabii ki Hüseyin Kırcalı Türk gazeteci ekibini oluşturuyordu.
Bir ayara gelindiği zaman konuşulan konuların en önemlisi, şampiyonaya Ertuğrul Akbay’ın da gelecek olmasıydı.
Öyle ya, Ertuğrul Akbay, 1976 Montreal Olimpiyat Oyunları sırasında, rakibi olan Mehmet Biber ile haber atlatma yarışması yaparken, fotoğraf makinesi ile Hürriyet’e çalışan Biber’in kafasını yarmış ve hastanelik etmişti. Olay dünya haber bültenlerine girmişti. İşte o Ertuğrul Akbay Arjantin’e gelmeden önce böyle anılıyordu.
Akbay’ın bu kez en büyük rakibi ben olacaktım. Zira hem Ertuğrul’un çalıştığı Günaydın ve hem de benim çalıştığım Hürriyet, spordan başka magazin haberlerine de önem veriyorlardı.
Ertuğrul Akbay gelmeden önce rahmetli Hüseyin Kırcalı, ‘Vallahi senin işin zor Karaçay. Ertuğrul rakibinin kafasını yarmış dünya çapında bir adam’ diye espirili bir uyarı yapmıştı.
Ertuğrul Akbay çalıştığı gazete için dünyanın dört bir yanını gezen, Afrika’nın balta girmemiş ormanlarından kutuplara, Asya steplerinden Japonya’ya yaptığı geziler ve bu gezileri kaleme aldığı yazıları ile bir neslin ufkunu açmıştır. Kısaca rekoru kırılmaz, atlatılmaz, dünyanın hemen hemen her ülkesini avcunun içi gibi bilen bir gazetecidir.
Ertuğrul gerçekten kurnaz bir gazeteciydi. Ama ‘El oğlunda neler var’ misali başka kurnaz gazeteciler de vardır. İşte o kurnaz gazetecilerden biri de naçizane bendim. Ertuğrul’un oradaki en büyük rakibi ben oluyordum tabii…
Ertuğrul bu nedenle bana yanaşmak ve böylece beni kontrol etmek durumundaydı. Bana ilk teklifini yapmıştı:“Bak kardeş, birlikte çalışalım ve birbirimize yardımcı olalım”
Benden de tabii ki bir ‘hay hay’ yanıtı almıştı.
Ama rekabetteki ilk yalan, ilk gün yaşanmıştı.
Aynı gece uyumaya giderken, otelin ilan tahtasında, ertesi sabah saat 07.00’de bir otobüsün Arjantin milli takımının kamp yaptığı şehre gideceği yazılmıştı. Arjantin ev sahibi olduğu için bu haberi işlemek çok önemliydi. Ben bu ilanı Ertuğrul’un görüp görmediğini merak ediyordum.
Ertesi sabah erkenden kalkıp otobüse bindiğim zaman arka sıralarda Ertuğrul’u gördüm. Tabii ki ben önce davrandım ve ‘Neredesin be kardeş, odanın kapısını çaldım ama yoktun’ yalanını söyledim. O da bana bir başka yalanla kendini af ettirmeye çalıştı.
Ertuğrul, 3 saatlik yol boyunca gazetecilik yaşamını, nasıl çalıştığını, nasıl haber atlattığını anlattı. Bu ara Mehmet Biber’i de nasıl perişan ettiğini de anlattı. Arjantin kampına vardığımız zaman, o da, ben de futbol lafı attı ortaya haberinden çok magazin haber peşine düştük. O kendine göre, ben de kendime göre güzellikler bulduk ve gazetemize gönderdik. Ertesi gün Türkiye’de, Hürriyette yayınlanan Arjantin’deki magazin haberleri konuşuluyordu. Akşam Türk ekibi bir araya geldiği zaman rahmetli Hüseyin Kırcalı: ‘Yaaa işte böyle sayın Akbay, bu iş kafa kırmakla olmuyormuş.’
GÜZELLİK YARIŞMASI
Arjantin’de Dünya Şampiyonası oynanırken bir de güzellik yarışması yapıldı. Jüri üyeleri arasında ise Togay Bayatlı vardı.Yarışmaya tüm Türk gazeteciler özel davetliydi.
TV’den canlı yayınlanan yarışma sırasında, sahnedeki güzellerden birine yanaştım ve ‘En güzel sensin’ diye iltifat ettim.
Yarışma sonrasında benim favorim kraliçe seçilince, yaptığı ilk iş benim boynuma sarılmak oldu. Ondan sonra bu kızın ‘hamisi’ durumuna geldim ve bütün programı onunla birlikte yaşadım. Fotoğraf çekimi ve mülakat için hep bana başvuruluyordu. Tabii ki bu arada ben de onunla birlikte dans ederken fotoğraf çekildim. Ertuğrul da kendine göre fotoğraflarını çekiyordu.
Yarışma sonrasında otele giderken Ertuğrul teklif etti: “Kardeş, yarın sabah saat 10.00’da Lufthans’nın önünde buluşalım ve filmlerimizi gönderelim” Ama ben Ertuğrul’a güvenemezdim ki. Aynı gece özel bir adreste filmi banyo ettirdim. Filmden bir tek kare kestim. Zarfladıktan sonra sabah saat 09.00’da İberia Havayolları’na gittim. Zarfımı Madrid ve Frankfurt üzerinden İstanbul’a gönderdim. Zarfın bu şekilde aktarmalı gitmesi zordu ama bu bir kumardı. Ertuğrul ile saat 10.00’da buluştuğumuz zaman film şeridini olduğu gibi gösterdim. Filmi zarfa koydum. O da filmini zarfa koydu. İki zarfı birlikte Lufthansa’ya verdik.
Çok talihliymişim ki, İberia ile gönderdiğim zarfım o günün akşamı Madrid ve Frankfurt’tan sonra İstanbul’a ulaştı. Ertesi gün Basın Merkezi’nde telekslerin başındayız. Milliyet’in Fotoğraf Servisi Müdürü Hüseyin Kırcalı da yanımızda.
Ertuğrul teletekste yazıyor: “Burada güzellik yarışması yapıldı… Filmler bugün elinize geçecek.”
Karşı taraftan cevap: “Güzellik Yarışmasına ait haber ve fotoğraf bugün Hürriyet’in birinci sayfasında var”. O zaman Ertuğrul’un yüzünü görmeliydiniz. Bana döndü ve sorar gibi baktı. Ben de ‘Ajanslardandır’ dedim. Ertuğrul da telekste ‘Ajanslardandır’ diye yazdı ama Günaydın’dan gelen cevap daha da moral bozucuydu: “Fotoğraf renkli”.
O zaman ajanslar henüz renkli fotoğraf çekmiyorlardı. Böyle olunca da, fotoğrafın elden gittiği belli oluyordu. Ben de, ‘Ne bileyim kardeşim, filmi beraber göndermedik mi?
O resim bir ajanstan gitmiştir’ diye yalanımda ısrar edince, Hüseyin Kırcalı araya girdi ve Ertuğrul’u daha çok fitillemeye başladı: “Vay be Ertuğrul, başına bu da mı gelecekti. Hürriyet basıldı, satıldı ve Diyarbakır’da kese kağıdı oldu ama senin haber halâ yayınlanmadı.”
NÜKTEDAN KIRCALI
Kırcalı’nın Arjantin’deki en esprili çalışmasını da yazmadan geçemeyeceğim.
Arjantin’de boş vakitlerin geçtiği zamanlarda güzel bayanlar ile birlikte olma durumu da vardı tabii.
Hüseyin Kırcalı, oteldeki yatak odasına bir tabela asmıştı. Bu tabelaya Türk medya mensuplarını isimlerini alt alta yazmıştı. İsimler tabii ki esprili ve namı diğer lakaplardı. Örneğin Halit Kıvanç miçin ‘Çenespor’ benim için ‘Sakalspor’ kendisi için de ‘Fotospor’ diye yazmıştı.
Bir gece önce kızlarla beraber olanların isimlerinin karşısına işaretler koyan Kırcalı,
‘Çenespor 1 Arjantin 0’ diye başlamıştı. Son gündeki skor ‘Türkiye 34 Arjantin 0’ idi.
Listede ‘Sakalspor’ ile ‘Fotospor’ sıfırda kalmıştık.
Sevgili Kırcalı’ya Allah rahmet eylesin.
AHİRETE VEDA ETTİKLERİMİZ
Hayata gözlerini yuman ünlülerimiz ile anılarımı anlatan kitabımı yakında sizlere sunacağım. Rahmetli olan Hüseyin Kırcalı ve Ertuğrul Akbay gibi, Necmi Tanyolaç, Doğan Koloğlu, Metin Türel, Turgay Şeren gibi ünlü spor adamlarımız da var bu kitapta.
Bekleyiniz….