EŞİK: Çocuk Cinsel İstismarı ve Kadına Karşı Şiddet Gölgesinde Anayasa yapmak…

Çocuk Cinsel İstismarı ve Kadına Karşı Şiddet Gölgesinde Anayasa yapılmasını isteyen Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK), ‘Çocuk hakları sözleşmelerini uygula! Anayasa’ya dokunma, uygula!’ dedi ve şu açıklamayı yaptı.

Türkiye bir kadının 6 yaşından bu yana istismar edildiği haberiyle sarsılmışken, 25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü’nde şiddetsiz bir hayat hakkı ve özgürlükleri için sokağa çıkan kadınlara uygulanan polis şiddetinin izleri henüz tazeyken, iktidar Anayasa değişikliği önerisini Meclis’e sunacağını duyurdu. Eşitlik ve laikliğe karşı savaş açan, çocuk cinsel istismarına göz yuman, kadına karşı şiddeti ve ayrımcılığı körükleyen, din tüccarlarına ve istismarcılara kol kanat geren AKP’nin, Anayasa teklifi sunması ülkenin siyasi tarihine geçen pek çok garabetten biri olarak hatırlanacak.

Türkiye günlerdir çocuk cinsel istismarını konuşuyor. Bir tarikat şeyhinin henüz 6 yaşındaki kızını bir müridine “peşkeş çekmesi”, ardından 13-14 yaşında imam nikahıyla zorla evlendirmesi kamuoyunun gündemine ve vicdanlara bomba gibi düştü. Genç kadının 6 yaşından itibaren yaşadığı cinsel istismar şok edici olsa da, maalesef bu olay ülkemizdeki çocuk cinsel istismarı suçlarında buzdağının sadece görünür kısmı.

Cinsel istismar yıllar önce tespit edilmesine rağmen soruşturmanın üstü örtülmüş

Öncelikle, daha küçücük bir çocukken yaşamaya başladığı, akla ve vicdana sığmayan cinsel istismar ve tecavüz suçunu yıllar sonra anlatma gücünü kendisinde bulmuş bu genç kadının adalet arayışını ve suçluları ifşa etme iradesini kutlamak ve benzer acıları yaşayıp da dile getiremeyenlere cesaret vermesini dilemek gerekir.

Savcılık dosyasındaki belgeler gösteriyor ki, on yıl önce 2012 yılında, cinsel istismar doktor tarafından fark edilmiş, bunun üzerine soruşturma başlatılmış, ancak organize sahtekarlıkla soruşturmanın üstü örtülmüştür. Yıllarca bu istismarı yaşamış ve hayatta kalmayı başarmış olan kadının beyanı, doktor raporları, fotoğraflar, ses kaydı, şüpheli ikrarları dikkate alınarak; suçlular ve bu suça yardım ve yataklık eden herkes; evlenme ehliyeti olmayan çocuklara dini nikah kıyan din görevlileri, evlatlarını çocuk yaşta evlendiren aileler, ihbar yükümlülüğünü yerine getirmeyerek buna göz yuman görevliler ve resmi otoriteler kamu davası açılarak yargılanmalı ve eylemleri nedeniyle cezalandırılmalıdır.

Çocuk yaşta ve zorla evlendirmeler münferit vakalar değil

Yirmi yıldan uzun süredir iktidarda olanların örtbas ettiği ilk çocuk istismarı vakasının bu olmadığını biliyoruz. Nüfus ve Sağlık Araştırması (2018) sonuçlarına göre, 20-49 yaş aralığındaki kadınların %21’i 18 yaşından önce, %4’ü 14 yaşında veya daha küçük yaşta evlendirilmiş. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2018 yılındaki nüfus verilerine baktığımızda, bahsedilen yüzdelerin 700 binden fazla 14 yaş ve altı kız çocuğunun cinsel istismarı anlamına geldiği görülüyor. Yine TÜİK’in yayınladığı doğum istatistiklerine göre, 2015-2020 yılları arasında 15-17 yaş grubundaki kız çocuklarının yaptığı doğumların sayısı 81 binden fazla. Bu rakamlar başlı başına bir skandal iken çocuk cinsel istismarının bu rakamların çok ötesinde olduğunun altını çizmek gerekiyor. Kız çocuklarının yaşının büyütüldüğü veya bildirilmediği pek çok vaka ve TÜİK’in kendi verilerinde annenin yaşının “bilinmeyen” kategorisinde yer aldığı doğumlar düşünüldüğünde, çocuk yaşta doğum yapan kız çocuklarının bu verilerin işaret ettiğinden çok daha fazla olduğu ortadadır.

Eşitlik ve laiklik ilkelerine savaş açanlar, İstanbul Sözleşmesi’ne saldıranlar, “evlilik” kisvesi altında çocuk cinsel istismarının yolunu açanlardır

Çocuk cinsel istismarını “evlilik” kisvesi altında meşrulaştırma çabası münferit veya yeni bir olgu değil. Bu durum iktidar tarafından uzun süredir, çeşitli şekillerde teşvik ediliyor. Son yıllara ait bazı örnekler:

Mayıs 2015’te Anayasa Mahkemesi, çocuk yaşta evliliklerin ve erkek çok eşliliğinin önünü açan bir karar vererek, resmi nikah olmaksızın dini nikah kıyan imamlara ve çiftlere ceza verilmesini öngören Ceza Kanunu maddesini iptal etti.

2016 yılında yayınlanan TBMM Boşanma Komisyonu Raporu’nda istismar/tecavüz failinin 5 yıl boyunca istismar/tecavüz ettiği çocukla “sorunsuz” ve “başarılı” bir evlilik sürdürmesi halinde denetimli serbestlikten yararlanması önerildi. Çocuk istismarı ile ilgili “Bir kereden bir şey olmaz” politikası yürüten AKP, hem eski Ceza Kanunu’nda yer alan çağdışı ”tecavüzcüsüyle evlendirme” düzenlemesini üstelik çocukları da kapsayacak şekilde geri getirmeye, hem de evlilik yaşını 15’in de altına indirmeye çalıştı.

Kasım 2016’da bir gece yarısı Meclis’e getirilen yasa taslağı ile çocuk cinsel istismarcılarına af getirmeye çalışan iktidar, kadın hareketinin verdiği mücadele ile muhalefetin ve kamuoyunun tepkileri sonucunda bu yasayı geçiremedi. Ancak denemeye devam etti.

Kasım ve Temmuz 2016’da verilen iki ayrı Anayasa Mahkemesi kararı ile çocuk cinsel istismarına 12 yaş kademesi getirildi.

Aralık 2017’de müftülüklere ve onların belirleyeceği dini görevlilere resmi nikah kıyma yetkisi
veren yasa, tüm tepkilere rağmen Meclis’te onaylandı. Anayasa Mahkemesi, CHP’nin bu yetki ile ilgili yaptığı itirazı reddetti. Böylece çocuk yaşta zorla evlendirmeler ve erkek çokeşliliği önündeki bir fren daha kaldırılmış oldu. Aynı düzenlemede Nüfus Kanunu’na annenin yaşını önemsenmeyip evlilik dışı doğan çocukların nüfusa kaydedilmesi konusunda bildirim kolaylıkları getirilmesiyle çocuk yaşta evliliklerin ortaya çıkmaması kolaylaştırıldı.

Diyanet İşleri Başkanlığı 2018 senesinin başında, resmi internet sitesinde yayınladığı fetvalarda çocukların evlendirilmesinin uygun olduğunu buyurdu; “İslâm hukukçularınca bulûğ çağının alt sınırı, erkekler için 12, kızlar için 9 yaş olarak belirlenmiştir” dedi. Gelen tepkiler üzerine bu fetva Diyanet’in web sitesinden kaldırıldı.

Pandemiyi fırsata çevirmeye çalışan iktidar, 2016 senesinde tepkiler sonucu yasalaştıramadığı Ceza Kanunu’nun 103. maddesinde değişiklik içeren çocuk cinsel istismarı faillerine af getirecek ve Medeni Yasa’da belirtilen evlilik yaşını 13’e kadar düşürecek yasa teklifini tekrar gündeme getirdi. Kadın hareketinin, muhalefetin ve kamuoyunun verdiği tepkiler sonucunda bu teklifin bir kez daha Meclis’e gelmesi engellendi.

Çocuk cinsel istismarı faillerine yönelik bir af girişimini gündemde tutmanın kendisi, çeşitli kültürel, dini yorum ve benzeri motiflere sığınarak bu suçu işlemeye meyilli olanların, yargının cinsiyetçi uygulamalarının ve göz yummaya meyilli kamu görevlilerinin doğrudan cesaretlendirilmesi anlamına gelmektedir. Oysa İstanbul Sözleşmesi’nin 42. maddesinde kültür, gelenek, din, görenek veya “namus”un kadınlara ve kız çocuklarına karşı şiddet suçlarında kabul edilemez gerekçeler olduğu düzenlenmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden beslenen kadınlara karşı şiddet ile bütüncül mücadeleyi öngören İstanbul Sözleşmesi’nden yasalara ve Anayasa’ya aykırı olarak çıkma kararı, iktidarın kadına karşı şiddet veya çocuk cinsel istismarı ile mücadele etmediğinin, aksine bu suçları görmezden geldiğinin, hatta körüklediğinin en açık göstergesidir.

“Rızası var” yalanıyla, “aile kurmak kutsaldır”, “kültürümüzde/dinimizde var” gibi söylemlerle çocukların zorla evlendirilmesi cinsel istismardır ve suçtur. Bu suçu soruşturmayan ve suçluları cezalandırmayan, din tüccarlarıyla mesaisini sıkı tutan, “aile”yi ağzına sakız eden ama kız çocuklarının, kadınların en temel haklarının ihlaline göz yuman mevcut iktidar, Anayasa’ya “hürriyetleri” koruyacak hükümler getireceği iddialarına kimseyi inandıramaz.

Mevcut yasaları uygulamayanlar, yasa da Anayasa da yapamazlar

Bir ailenin kendi kızlarının cinsel istismarına yardım ve yataklık etmesini konuştuğumuz bu günlerde, AKP’nin Anayasa’da değişiklik teklifini Meclis’e getireceği açıklandı. Yasaları uygulamayan, failleri cezalandırmayan, başta Medeni Kanun ve Ceza Kanunu olmak üzere yasaların altını oyanlar, kadınlara ve kız çocuklarına karşı şiddeti ortadan kaldırmayı hedefleyen İstanbul Sözleşmesi’nden hukuka aykırı şekilde çıkanlar, çocukları cinsel istismar ve sömürüden korumayı amaçlayan Lanzarote Sözleşmesi’ni hedef alanlar, kadınların kazanılmış haklarına ve hayatlarına kastedenler ve onların işbirlikçilerinin yapacakları Anayasa’yı kabul etmeyeceğiz. Eşitlik İçin Kadın Platformu olarak iki yıldır söylüyoruz: Yasalara dokunma, uygula! Anayasa’yı uygulamayanlar, Anayasa yapamazlar!

Çocuk cinsel istismarına türlü çeşit kılıf bulmakta mahir “aile” savunucuları ise kadın ve LGBTİ+ hak savunucularına saldırmakla meşgul. “Aileyi korumak”, “boşanmaları önlemek”, “babaların mağduriyetlerini gidermek” gibi bahanelerle mevcut yasaları hedef gösteren, kaç kişiyi ve kimi temsil ettikleri belirsiz güdümlü bir takım dernekler ve vakıflar ise 6 yaşında bir kız çocuğunun bir tarikat müridine “peşkeş çekilmesi” karşısındaki sessizliklerini koruyor. İktidarın nimetlerinden kopmamak için ülkenin geleceği ile oynamaktan çekinmeyen, toplumun fersah fersah gerisindeki bu küçük kesimin yarattığı karanlık elbet sona erecek.

Altı yaşında bir çocuğun kendi ailesi tarafından “evlilik” adı altında cinsel istismara maruz bırakılması kadar vahim olan; bu suçun bin değil, on bin değil, yüzbinlerce kız çocuğuna karşı işlenmesine zemin hazırlayan eşitlik ve laiklik karşıtı söylemler ve politikaların karşısında ciddi bir tepkinin verilmemesidir. Aynı zamanda kadın düşmanı olan söylem ve politikaların bugün geldiğimiz noktada yol açtığı sonuç: şiddet ve istismara karşı mücadele eden kadın örgütlerinin hedef alınması, açıktan nefret söylemine maruz bırakılması, kadın karşı şiddeti protesto etmek için 25 Kasım’da, 8 Mart’ta barışçıl eylemlere katılan kadınların gözaltılar ve açılan davalarla sindirilmeye çalışılması, kadın derneklerinin kapatılmaya çalışılması ve tüm bunların iktidar eliyle uygulanması veya teşvik edilmesidir.

Mevcut iktidar tarikatlarla işbirliği içinde hem eşitlik hem de laiklik ilkelerine savaş açmıştır. Mağdur ettikleri milyonlara rağmen, hala mağduru oynamakta usta bu aktörlerin bu topluma verdiği zarar büyüktür. Toplumsal cinsiyet eşitliği ve laiklik ilkelerini benimsemeden, ayrımcılığa karşı net tavır almadan, kız çocuklarına ve kadınlara karşı şiddet önlenemez. Kadına şiddeti ve ayrımcılığı “din” diye “manevi değer” diye meşrulaştıranlar, çocuk cinsel istismarını affa kalkışanlar, yasa da Anayasa da yapamaz!

Aklınızdan Bile Geçirmeyin; Anayasayı Defalarca Ayaklar Altına Alanlarla ANAYASA YAPILAMAZ !

İktidar partileri 9 Aralık tarihinde Meclis Başkanlığı’na bir süredir gündemi meşgul eden Anayasa değişikliği teklifini sundu. Teklifi sunan AKP grup başkan vekili Özlem Zengin CHP’nin başörtüsü ile ilgili kanun teklifini eleştirirken, “Sadece kendi mahallelerinde siyaset yapmak yetmiyor. Tereciye tere satıyorlar.” diyerek, konuyu AKP’nin tekelinde, kendi siyasetlerinin bir parçası olarak gördüklerini itiraf etmiş oldu.

6 yaşında bir kız çocuğunun cinsel istismarını “siyaset üstü” bir konu olarak niteleyen siyasi iktidar zihniyeti, kadınların kılık kıyafetini “siyasetin merkezine” alarak yeni ayrımcılıklara kapı aralıyor. AKP-MHP-BBP teklifi, kadınların ne giyip ne giyemeyeceği gibi Anayasalarda yer alamayacak detaylar içeriyor. Anayasalarda kadınlar inançlı/inançsız, başörtülü/örtüsüz şeklinde tasnif edilemez, herhangi bir dini inanca referansla kadınların kılık kıyafetine dair düzenleme yapılamaz.

Tüm muhalefet vekillerine ve siyasi parti yöneticilerine sesleniyoruz: Bu Anayasa teklifinin, demokratik bir anayasa metninin en temel ilkeleri olan laiklik ve eşitlik ilkelerine temelden aykırı olduğunun farkında mısınız? Toplumsal ve ekonomik krizin giderek derinleştiği, şiddetin yaygınlaştığı bir ortamda, toplumsal meşruluğu azalan bir siyasal iktidarın, seçim yatırımı olarak kullandığı bu Anayasa teklifine destek vermeyi aklınızdan bile geçirmeyin.!

Çünkü bu teklif;

Toplumun bir arada özgürce yaşamasının güvencesi olan, ama 20 yıllık AKP iktidarı süresince sistematik olarak zayıflatılan laiklik ilkesini tamamen terk etmenin ön hazırlıklarından biridir. Anayasada belli bir dine atıf yapılması ve bir dini inancın kadınların kıyafeti ile ilgili yorumunu referans alan düzenleme yapılması laiklik ilkesine temelden aykırıdır.

Bu teklifle, kadın bedeni ve kadın giysileri üzerinden yapılan cinsiyetçi siyasetin kadınlar nezdinde hiçbir karşılığı yoktur. Başını örten ya da örtmeyen milyonlarca kadının acil ihtiyacı; %83’ü erkeklerden oluşan meclisin ne giyeceği hakkında yapacağı anayasa değişikliği değil, içine itildiği ekonomik çöküş ve yoksullaştırılmadan çıkış için somut ekonomik planlar, şiddetten etkin bir şekilde korunması için acil önlemler, eşitsiz ev içi ve bakım emeğini dengeleyecek bütüncül ve eşitlikçi politikalardır. Yanlış uygulamalarla bir sorun haline getirilmiş olan başörtüsü meselesini kadınlar toplumsal alanda büyük ölçüde çözmüştür. Nitekim, çok yakın tarihli bir araştırmaya göre halkın %90’ı başörtüsünü bir sorun olarak görmemektedir.

Teklif metninin 24. Madde ile ilgili değişiklik önerisinde yer alan “hiçbir kadın tercih ettiği kıyafetinden dolayı…” ifadesi son derece geniş ve riskli bir düzenlemedir. Başörtüsü serbestliği ötesinde, yetişkin kadınlar için kimlik tespiti sorunları yaratacak, peçeden burkaya her türlü kıyafetin her alanda serbestliği şeklinde uygulanmasına yol açabilir. Ayrıca farklı din ve inançların kıyafete ilişkin uygulamaları veya erkeklerin ve çocukların dini inanca dayandırılan kıyafetleri söz konusu olduğunda bu düzenlemenin neler getireceği veya nasıl yorumlanacağı da belirsizdir.

Teklif kabul edilirse içerisinde yer alan “alınan hizmetin gereği olan kıyafet” ibaresi hizmet verirken de, alırken de dini gerekçelerle tamamen keyfi ve denetimsiz bir alan yaratacak, birçok meslekte karmaşaya neden olacaktır.

Aile Maddesinde (m.41) yapılmak istenen değişiklik, LGBTİ+ varoluşu yok sayma, onlara karşı yaratılan ve tırmandırılan düşmanlığı kalıcı hale getirme ve halkın bir kesimini göz göre göre şiddet ve ayrımcılıkla örülü bir hayata mahkum etme girişimidir. Kaldı ki tamamen gereksizdir çünkü Medeni Yasa’nın birçok maddesi Anayasa’da yapılmak istenen değişiklikleri zaten içermektedir.

maddedeki çocukların korunmasına ilişkin hükümleri uygulamayarak çocuk cinsel istismarını önlemeyenlerin, kız çocuklarının evlilik adı altında yıllar süren istismarına ses çıkarmayanların, bütün bir topluma aile tanımı üzerinden nizam vermeye çalışmaları açık bir samimiyetsizliktir.

Ayrıca 41’inci maddeye getirilmek istenen “kadın ve erkek” şeklindeki evlilik tanımı erkek çokeşliliğinin önünü açma potansiyeli taşımaktadır. İzleyen süreçlerde, Medeni Yasa’nın, resmi nikah ile ilgili hükümlerinin lağvedilmesi riskini barındırmakta ve laiklik ilkesine bir aykırılık daha oluşturmaktadır. Ayrıca, çocuğu ile yalnız yaşayan kadın ya da erkeği aile kabul etmeyerek kadınların boşanmasını ya da yetişkin kadınların bekar yaşamasını zorlaştırıcı uygulamalara kapı açması kuvvetle muhtemeldir.

 Müzakere bile etmeyin ! Çünkü;

Kadınların yaşamlarını doğrudan ilgilendiren bir konuda değişikliğe gidilirken hiçbir kadın örgütünün görüşü alınmamıştır. Görüş alınması bir yana kadın ve LGBTI+ örgütler susturulmaya çalışılmaktadır. Esas öznelerini dışarda bırakarak hazırlanmış olması bile teklifi müzakere etmeyi reddetmek için tek başına yeterli bir sebeptir.

Bu teklife ‘evet’ demek, Anayasa’yı defalarca ayakları altına alan iktidarın hukuka saygısızlığını onaylamak anlamına gelir.

Ayrıca, kadınlara “siyasi rehine” olarak davranan iktidar bloğu ile aynı düzlemde siyaset yapmak demektir.

Sanatçı Gülşen örneğinde olduğu gibi, dini konular söz konusu olduğunda özrü dilenmiş bir şaka için dahi insanların hapse atıldığı; dinle ilgili konuları özgürce tartışmanın imkansız kılındığı; LGBTİ+lara ve kadın örgütlerine karşı devlet destekli gösterilerle nefret kampanyaları yürütülen bir ortamda herhangi bir anayasa tartışması mümkün değildir. Anayasal düzeyde özgür ve demokratik bir tartışma ortamı yokken bu konular tartışmaya açılamaz.

Anayasanın fiilen uygulanmamasına, devlet politikasının ve bütçenin Diyanet İşleri Başkanlığı ağırlıklı olarak yürütülmesine itiraz eden herkesin polis ve jandarma baskısı ile susturulmaya çalışıldığı, yargının sadece muhalifleri tutuklayıp hapse atarak korkutma ve yıldırma aracına dönüştürüldüğü bir ortamda Anayasa hiçbir şekilde konuşulamaz.

Temel haklar, hem din ve inanç özgürlüğü, hem de laiklik ve aile kavramları açısından referandum konusu yapılamaz.

Dünya İnsan Hakları Haftası’nda altını çiziyoruz: Sayısız insan, kadın ve çocuk hakları ihlallerinin doğrudan sorumluları ile ne anayasa ne de herhangi bir yasa yapılamaz.

Aklınızdan geçirmeyin! Müzakere bile etmeyin!

Yazar - Davut Güleç

Gazeteci, televizyoncu, Uzman polis-adliye muhabiri, Spor yazarı, TEMA’cı, Kızılay’cı, Dağcı, Trekkingci, Alp disiplini kayak milli hakemi, Herkes İçin Spor Federasyonu Kayseri il temsilcisi, Erciyes Kar Kaplanları Spor Kulübü Basın sözcüsü, Kayseri Spor Adamları Derneği yönetim kurulu üyesi, Kent Güvenlik konseyi üyesi, Halkla İlişkiler Tanıtım, Adalet, Kamu Yönetimi mezunu ----- Davut Güleç Kimdir ? -----

İlginizi Çekebilir

KALIN KAYSERİ BASINI İLE BULUŞTU: HİLAL’E DOĞRU TOPLANTISINA DAVET ETTİ

MHP İl Başkanı Enes Ertuğrul Kalın, göreve geldikleri 45 günlük süreç içerisinde Kayseri’de yeni bir …