“DİL DEVRİMİ” İLE GELEN ‘DİLİMİZİN DEVRİLMESİ” HAKKINDA YABANCI İLİM ADAMLARININ GÖRÜŞLERİ II
Süleyman KOCABAŞ
İNGİLİZ TÜRKOLOOG H. C. HONY’UN GÖRÜŞLERİ
Yazımızın birinci bölümünde, İngiliz Türkolog, Prof. G, L. Lewis’in görüşlerinden bahsetmiştik. Bu ikinci bölümde ise yine bir İngiliz Türkolog H.C. Hony’un görüşlerinden bahsedeceğiz.
İngiliz Türkolog H.C. Hony, İngilizce Türkçe Sözlük’ün yazarıdır. Türkçenin “Dil Devrimi” ile gelen içinde yüzdüğü büyük buhranı 1947’ de yayınlanan “Iras” adlı eserinde dile getirmiş, bu buhranı onun yazdıklarından anlatmaya yönelik olarak Prof. Dr. Osman Turan, adı geçen kitaptan “Türk Dil Buhranına Toplu Bir Bakış” başlıklı yazısında alıntılar yapmıştır.
“Iras” kitabından, dil uzmanlarımızdan Nejat Muallimoğlu (“Türkçe Bilen Aranıyor” kitabında) ve İsmail Habip Sevük de (“Dil Davası” kitabında) bahsetmişler ve aşağıda Osman Turan’ın yaptığımız alıntılar doğrultusunda bular da adı geçen kitaptan bahsetmişlerdir.
“ Türkiye’de okullarda ders kitaplarında okutulan dille, ana –babaların konuştuğu dil birbirinden farklı hale gelmiştir.”
“Türk çocuğunun tahsil için gittiği yere resmi makamlar ‘okul’, ana babalar ve umumiyetle millet ‘mektep’ der. Onun okuduğu kitaplarda öyle kelimeler vardır ki, bunları konuşma dilinde kimse kullanmaz; ana ve baba da anlamaz (Osmanlı döneminde olduğu gibi yeniden iki dilli hale gelmek). Halbuki bu zamana kadar Avrupalılaşmak yolunda başlayan dil ıslahı, kültür ve edebiyat mensupları tarafından normal bir yolda yapılmıştı (Osmanlının son döneminde 1840 – 1910 zaman dilinde yaşanan dilde sadeleştirme hareketi. Atatürk de Nutuk’unu bu 1927’de bu dille yazmıştı). Dil, tabii ve yaşayan bir varlıktır. Onun üzerinde yapılacak ameliyatların küçük çapta olmaları bile, dilin sıhhatini tehlikeye koyar.”
“Reformcular, dillerindeki yabancı kelimeleri atmak ve yerlerine uydurukça kelimeleri koymak garabetine düşmüşlerdir.”
“Türkiye’de dil hareketi, hemen hemen tamamıyla politikacılardan müteşekkil ve neşriyatı abesiyattan (boş şeyler) ibaret olan Dil Kurumu tarafından yapılmıştır. Teşekkül tarzı İngilizceye benzeyen Türkçenin maruz kaldığı vaziyeti anlamak isteyen bir İngiliz’in, yalnız eski Anglo –Sakson kelimelerini bırakarak diğer bütün yabancı kelimeleri atmayı ve yerlerine Anglo – Sakson esasına dayanan yeni uydurmaları koymak garabetine düşer.”
“Bunlar yabancıdır diye atılan Arapça kelimelerin yerine ya gülünç kelimeler uydurulmuş ya da Fransızca yabancı kelimeler alınmıştır.”
“Mesela, harp, muharebe ve mücadele gibi üç ayrış mefhum sadece bir ’savaş’ kelimesiyle ifade edilmek istenerek bu üç kelime atılmış, diğer taraftan, birçok gülünç kelimeler konulmuş, bir kısım kelimelere zoraki ve yanlış manalar verilmiş; buna mukabil, ecnebi, Fransızca kelimeler Türkçeye sokulmuştur.
Türkçeye mal olmuş Arap ve Acem kelimelerini atarak onların yerine ‘rötar’, ‘rekolte’ gibi garplı kelimelerin alınması, bunlar, ocaktaki tavanın içinden kurutulmak isterken ateşin içine düşman ekmekten başka bir şey değildir.”
“Türk dili hakikaten büyük bir tehlike içindedir.”
“Ben bu zengin ve güzel sesli dil için, hakiki bir tehlikenin mevcut olduğuna kâfi derecede işaret ettiğimi sanıyorum. Zira şüphesiz ki, Türkçenin güzelliklerinden biri de, aslında kötü telaffuz edilen Arapça kelimelerin Türklerin maharetiyle gelişmiş olmasıdır. Bu değiştirme, birbirine az çok tenakuzlu (çelişkili) olan esas âmil (etken) gözükmektedir.”
“Türklerin dillerini değiştirmede üç amaç vardır: Maziden gelen her şeyi söküp atmak, Avrupa’ya yaranmak, derin düşünceden mahrum kaynaklanan faydasız milliyetçilik.”
“1-Mazi ile alakayı (ilişkiyi) tamamen kesmek, Osmanlı İmparatorluğundan kalan her şeyi söküp atmak arzusu.
2-Avrupa milletleri camiası arasında telakki edilme arzusu.
3-Muhakemeden (derin düşünceden) mahrum ve abes (faydasız) milliyetçilik.”
“Türkiye Cumhuriyeti bürokrasisi ve bir kısım yazarları da Osmanlı bürokrasisi ve yazarları gibi iki dilli toplum oluşturdular.”
“Bugün kötürüm ve uydurma dil konuşmada değil, sadece resmi çevrelerde ve ikinci derecede gazeteciler tarafından kullanılmaktadır.”
“Türkiye’de asıl tehlike uydurukça dilin okullarda okutulmasıdır. Bu İngiltere’de olsa idi yapanlar ölümle cezalandırılırlardı.”
“Fakat bu dil (uydurukça dil) mekteplerde okutulmakta ki, asıl tehlike buradadır. Böyle bir teşebbüs İngiltere’de vuku bulsa idi, mutlaka gülünç bir hale sokularak ölüme mahkum edilirdi. Türkler ise, diğer herhangi bir yabancı milletten ziyade İngilizlerin anlayışına yakın bir homoraya (benzeri yapılanma ) sahiptir. O halde İngiltere’de vuku bulsa maruz kalması gereken bir takibata niye maruz kalmadılar?”
“Türkiye’de profesörler ve öğretmenler, ülkenin menfaatlerini kendi menfaatlerine feda ettiler. Korku cumhuriyeti onları hakikati seçmekten alıkoydu.”
“Türkiye’de profesör ve öğretmenler, hep devlet memuru olduklarından ve orada henüz bizim anladığımız manada bir hürriyet bulunmadığından, (Tek Parti dönemi 1923 – 1945 zaman dilimini kastediyor) birisi bu harekete (uydurukça dile) muhalefet eder ve gülünç bir duruma sokmaya çalışırsa, mevkiini kaybeder veya hiç olmazsa mürteci (gerici) olarak anılır. (1) O halde, biz, Türklerin diline ‘hayırlı olsun’ diyelim. “
“Türkiye’de dilin tahrip ve kötürüm edilmesini dünyada yalnızca Rusya destekliyor. Tehlikenin büyüklüğünü anlayan Türk aydınları, büyük bir ıstırap içinde yaşıyorlar.”
“Rusya’dan başka hiçbir yabancı memlekette beğenilmeyen, tutmayan ve desteklenmeyen, dil hareketi karşısında sırf ilmi ve insani endişelerle duyulan bu tepkiye milli menfaat ve hisleri ilave ettiğimiz zaman, meselenin büyük tehlike arz ettiğini anlayan Türk fikir ve düşünce adamlarının ne kadar mustarip (sıkıntılı ve üzgün) olmaları ve ne yapmaları gerektiği daha iyi anlaşılır.” (2)
“Aşağılık duygusu yanında her şeylerini Frenklere beğendirmek maksadıyla hareket eden Türkler, hâlâ gaflet uykusundan uyanamadılar.”
“Aşağılık duygusuyla, her şeyi Frenk’e (kıta kara Avrupası) beğendirmek ve bu maksatla Türkçeyi de Fransızcaya benzetmek isteyen bu insanların, Avrupalı ilim çevreleri karşısında hissiz kalmaları, gafletten uyanmamaları da anlaşılır bir şey değildir.”
“Uydurmacıların bir dil (Irkçılık, Türkçülük adına) hastalığı da Orta Asya kabile diline dönmek hastalığıdır.”
“Biz de, beşinci asırdaki Hengist ve Horsa’nın kullandığı dile dönersek, bugünkü İngilizcenin hali nice olur? Böyle boş hevese kapılarak, bir millet, kendi mazisini inkara kalkarsa, hepimiz, toptan kabile hayatına döneriz.”
“Dil Devrimi” ile gelen “Dilimizin Devrilmesi” ne, bizim ilim adamlarımız ve yazarlarımızın ağlanmasından daha çok, aklı selim ve sağduyu sahibi yabancı ilim adamlarının “ağlaması” nı dile getiren bu dizi yazımızın üçüncü bölümünde Lewis ve Hony’den sonra diğer yabancı ilim adamlarının görüşlerine yer vereceğiz.
DİP NOTLAR:
1- Kendisi üniversitede profesör olması sebebiyle, edebiyatçı ve dil uzmanlarımızdan Necmettin Hacıeminoğlu da neredeyse bütün profesörlerin “tepkisizliği” nden hep yakınır; dilin tahribi karşısında bunların “devasa suskunluğu” nu şöyle dile getirir: “Dil meselesi bahis konusu olduğu zaman bazı kimseler ilmi de, doğruyu da, hakikati de unutmaktadırlar… İlim geleneğinin esası, gerçek ilim adamı olmaktır. Bizde ise, tam tersine, ilim adamlığı, birtakım akademik unvanları takmaktan ibarettir. İlim zihniyeti, hakikate saygı, cesaret ve şahsiyet daima ikinci plandadır… İmkanları kendi menfaatine kullanan ‘istismarcılar’ da tükenmeyecektir. Dil meselesinde cinayetler böyle işlenmektedir…” (Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, Türkçenin Karanlık Günleri, Ankara, 1974, s. 56 – 57)
2-Komünist Rusya’nın, Türkiye’de uydurukça dil icadına destek vermesinin amacı, , Azerbaycan ve Orta Asya Türkleri ile Anadolu Türkleri arasındaki dil birliğini bozmak, bu yolla da Doğu ve Batı Türk dünyasının kendisine karşı tehlikeli olarak gördüğü birliğini engellemektir.
YABANCI İLİM ADAMLARI –TÜRKOLOGLARIN “DİL DEVRİMİ” İLE GELEN ‘DİLİMİZİN DEVRİLMESİ” GÖRÜŞLER I
PROF. GEOFFREY L. LEWİS’İN GÖRÜŞLERİ
“Türkler Dillerini Kendi Elleriyle Nasıl Öldürdüler?”
İngiliz Türkolog G. L. Lewis’in, 1999’da yayınladığı ve Türkçeye 2004 yılında çevrilen “ The Turkısh Language Reform: A Catastrophiç Succes” (Trajik Başarı – Türk Dil Reformu” isimli kitabında, Dil Devriminin öncüsü Atatürk’ün önce “tecrübe, deneme” kabilinden başvurduğu Türkçeden bütün yabancı kelimelerin atılarak yerlerine Türkçe olanlarının konulmasını ve bu mümkün olmazsa yerlerine uyduma kelimeler getirmeye yönelik “uydurukça dil” nden, daha sonra bunun zararlarını görerek bundan nasıl vazgeçtiğinden ve o öldükten sonra ise uydurukça dile döşünün nasıl bir büyük bir hata olduğunu dile getirdikten sonra şunları yazar:
“Atatürk bütün bu çalışmaların (uydurukça dil akımının) aşırıya kaçtığına karar verdiğinde ve kendi doğal ifade biçimine döndüğünde, onun sahneden çekilmesi için makul bir aralık tanıdılar ve sonra işlerine kaldıkları yerden devam ettiler. Sözcük (kelime) uydurmakta bir beğeni geliştirmişler ve bu iş onların birçoğu için bir meslek haline gelmişti. Dolayısıyla uydurmaya devam ettirmeler ki, bunun için bu insanlar çok sert bir şekilde suçlanmamalıdırlar. Nihayetinde Atatürk’ün öz Türkçenin ıssız kıyılarından geri çekilişi, onun hiç kimseye dayatmadan teşebbüs etmediği kişisel bir karar üzerine temellenmiştir. Fakat uydurmaya devam ederken Atatürk’ün izini takip ettiklerini iddia etmekte ısrar ettiler ki, bu onların affedilmez bir suçudur…
Dildeki fakirleşmenin boyutları, modern bir Türkçeden Türkçeye sözlüğü, özellikle de Arap kökenli sözcüklerin çoğunu içeren ‘m’ ve daha az sayıda olmakla birlikte ‘t’ ve ‘i’ ile başlayan sayfalara göz atarak anlaşılabilir. Tek kelimelik karşılıkları olmaları değil de bir tanımla açıklanmış sözcüklere baktığımızda bulacağımız her kelime reformcular açısından bir başarısızlığı ifade etmektedir… Müddet, mühlet, mehil ve vade sözcüklerinin hepsi ‘süre’ sözcüğünün karşısında yenilmiştir…
İngilizceden Türkçeye geçen kelimelerin çoğunun Osmanlıcada yani erken dönem Cumhuriyet Türkiyesinde birer karşılığı vardı. Modern Türk insanını seçim imkanı ise neredeyse sadece ‘değişme’ ve ‘başkalaşmak’ arasında sınırlıdır…
Osmanlı Türkçesinin engin kaynakları reformcuların tasarrufundaydı. Bu bereketli kelime hazinesinin tümü kalıcı kalmak zorunda değillerdi; istediklerini ayıklayıp seçmekte özgürdüler, fakat onlar; bile bile miraslarını harcamayı seçtiler…”(Geoffrey L. Lewis, “Trajik Başarı – Türk Dil Reformu”, Çev. M. F. Uslu, Gelenek Yayıncılık, İstanbul, 2004, s. 94, 185, 186, 197)
Geoffrey, kitabının yayınlanmasının ardından konferans vermesi için Türkiye’ye davet edildi. 11 Şubat 2002 tarihinde verdiği konferansında uydurukça dil taraftarlarının verdikleri zararlardan olarak şunlardan bahsetti:
“700 yıllık dilde ‘etnik temizlik’ bir ‘felaket’ oldu. Nesiller gün geçtikçe birbirini daha anlayamaz hale geliyorlar”
“Bu akşam Türk Dil Reformu hakkında konuşacağım… Bu konudaki kitabıma ‘A Catastrophiç Succes’ (Yıkıcı Bir Başarı) adını verdim. Her ne kadar bu reform konuşma dili üzerinde o kadar büyük bir tesir yaratmadıysa da 1930’ dan önce yazılmış her şeyi ve o z amandan beri yazılanları yeni nesiller için gün geçtikçe daha anlaşılmaz hale getirdi. Bu reform inkar edilemez bir şekilde muvaffak olmuştur, etnik temizlik yapma konusunda muvaffak (başarılı olmak, zafer kazanmak) olmuştur. Türkçe olmayan unsurları temizlemek bakımından muvaffak olmuştur. Öyle ki daha evvel yedi yüz sene yapılanları son asır içinde tamamen değiştirmiştir. Bu muvaffakiyetin niçin bir felaket olarak isimlendirdiğimi size izah edeceğimi ümit ediyorum.”
Geoffrey, konferansının devamında, 1932’ de Dil Devriminin başlatıldığından bahisle, öz Türkçecilik adıyla Türkçedeki Arapça ve Farsça kelimelerin atılıp yerlerine Türkçe karşılıklarının bulunması için halk dilinde yaşayan kelimelerden tarama çalışmasının başladığını ve bunların “Tarama Dergisi” nde yayınladığını, yazarların yazılarını yazarken onlara bundan kullanacakları kelimelerin Türkçe karşılıklarının bulunarak kullanılması zorunluluğu getirildiği üzerinde durarak şunları söyledi: “Gazeteciler fıkralarını Osmanlıca yazıp kelimelerin yenileriyle değiştirmesi için ‘ikameci’ye veriyorlardı. İkameci tarama Dergisi’ni açıp münasip gördüğü kelimeyi eskisinin yerine koyuyordu. Aynı zamanda diğer bir gazetedeki ikameci, aynı Osmanlıca kelimenin yerine koymak üzere, başka bir yeni kelimeyi seçebiliyordu.
Atatürk bu noktada reformun bir çıkmaza girdiğini ve Türkçede muadili olmayan, karşılıklarının Türk etimolojisinde de yapılma imkanı olmayan umumi kullanımdaki ecnebi menşeli kelimelerin lisanda bırakılmasına karar verdi. Bundan cesaret bulun herkesi bir gayrettir aldı.
Lanetlenmiş Arapça ve Farsça kelimeleri atmak için kökler icat etmek yerine , dürüstçe saf Türkçe karşılıklar bulmaya çalışanlar, çok ciddi bir hata yaptılar. Mesela Arapça ‘maarif’ in Türkçe muadili yoktu.
Reformcular kadim Türkçedeki ‘eğitimek’ fiilinden isim olarak ‘eğitim’ kelimesini imal ettiler. Esasen ‘eğitimek’ diye bir kelime yoktu: Manası (insanları veya hayvanlar beslemek
anlamında) olduğu için ‘eğitimek’ fiili yanlış okunmuştu, ama bu bile ‘eğitim’ kelimesinin ‘maarif’ in yerini almasına mâni olamadı.
‘Millet’ için araştırmacılar aralarında ‘uluş’ ve ‘ulus’ olan sekiz muhtemel karşılık buldular ve yanlış olanı seçtiler. ‘Ulus’, hakiki bir Türkçe kelimeydi, fakat millet değil, memleket demekti. Moğollar bu kelimeyi aldı. Moğol söyleyişine uydurarak ‘ulus’ haline getirdi ve ‘imparatorluk’ veya ‘halk’ diye bir mana verdi. On dördüncü asırda Türkler kelimeyi Moğol söyleyişiyle geri aldı ve onu yedinci asra kadar kulandılar; bugün tekrar aldılar… Birçok yeni kelime Türkçe kök ve eklerden doğru bir şekilde teşkil edilmiştir. Bununla beraber büyük ekseriyeti böyle değildir…
“Reformcular (Dil Devrimcileri) miraslarını bilerek çöpe attılar”
Bunlar (uydurmaca kelime imalı) reformcuların yaptığı tipik bir hatadır. Diğeri ise, Türkçede karşılığı olmayan, Türkçe ek ve köklerden yenilerini de yaratma zahmetine katlanılmayan, Arapça ve Farsçadan gelmiş olan pek çok kelimeyi atarak lisanı fakirleştirmeleridir. Osmanlı Türkçesinin inanılmaz büyüklükteki kaynakları hizmetlerinde idi. Bu bereketli kelime hazinesinin tamamını kabul etmeleri gerekmiyordu; istediklerini seçmekte serbesttiler, ama onlar bilerek miraslarını çöpe attılar.
Geoffrey, konferansının sonunda Türk dilinde yaşananları “felaket” olarak adlandırarak bunları dört madde halinde şöyle sıralar:
“Reformu niçin felaket olarak vasıflandırdığımı dört maddede izah etmeye çalışayım:
1-“Bir aydınlar dili oluşturarak, toplumlarını iki dilli haline getirdiler”:Reformcular (Dil Devrimi ile gelen Dil devrimi savunucuları, uydurukça dilciler), entelektüellerle (aydınlar) entelektüel olmayanlar (halk) arasındaki lisan farkını göremediler, yeni bir lisan yarattılar. (Ahmet Kemal Yahyaoğlu, Öztürkçeciliğin İçyüzü Türkçenin Katli, Yakın Plan Yayınları, İstanbul, 2013, s. 159 – 160)
2- “Dillerini aciz bıraktılar, fakirleştirdiler”: Reformcular, unutulmaya mahkum ettikleri bütün Arapça ve Farsça kelimelere karşılık bulmada aciz kaldılar ve lisanı fakirleştirdiler. Bu kayıp, konuşurken ve yazarken, hislerini ifade edecek bir kelime arayıp da, o kelime bir Etrüsklü kadar ölü olduğu ve yerine yeni bir kelime konulmadığı için, bulmayan her Türk’ü çaresiz bırakmaktadır.
3– “Uydurmaca dil bile Öztürkçe değildi”: Yeni imal edilmiş kelimelerin çoğu öz Türkçe olmaktan çok uzaktır.
4- “Maziden – geçmişten koparma projesi”: 50 yaş üstündeki Türklerin ekseriyeti modern Türk edebiyatının en büyük dönemlerinden biri olan 1920 – 1930 arası kaynaklarından koparılmıştır. Kitabevlerinde gördüğüm ‘Modern Türkçeye (uydurukça dile) yapılmış tercümelerin asıllarının yerini tutması mümkün değildir.
“ Çok büyük felaket I : 1930’ larda yayınlanan Yakup Kadri’nin (Karaosmanoğlu) kitabını bile bugünkü dile tercüme edecek eleman bulunamıyor.”
1995 senesinde bir gazeteye yazılmış bir okuyucu mektubundan kısaca bahsedeceğim: ‘Yakup Kadri’nin bir kitabını arıyordum. Hiçbir yerde bulamadım. Onun kitaplarının yeni baskısını yapan neşriyatcıya (yayınevi sahibine), niçin bu kitabın yeni baskısı olmadığını sordum. ‘Türkçeye tercüme edecek kimse bulamadıkları” nı söyledi. Bu kitap 1930’ larda yayınlandı; daha talebe iken onu okumuştum; şimdi Türkçeye tercüme edilmesi gerekiyor. Yakup Kadri onu Çince mi yazmıştı acaba? Daha da garibi, o Türkçeyi anlayıp yeni süprüntüye (uydurukça dile) tercüme edecek kimse bulunamıyor.”
“Çok büyük felaket II: 1960’ larda yayınlanan 1001 Temel Eserin bile 2000’ li yılların başında tercümeleri yapıldı”
“O dönemde (1930’ lu yıllar) yazılmış eserlerin orijinallerini bulabilmek hepimizin problemidir. Daha 1960’ larda Milli Eğitim Bakanlığı tarafından neşredilen ‘1000 Temel Eser’ serisinde bile, 1960’ ların başlarında yani daha 40 – 50 sene evvel konuşma Türkçesi ile yazılmış eserlerin birçoğu maalesef yeni Türkçeye tercüme edilmiş olarak halka sunuldu. Bu şekli ile bu eserlerin ne kadar ‘temel eser’ oldukları münakaşa edilebilir. Sadece şiir kitapları bu katliamdan kurtulabildi. 27 Mayıs darbesinden sonra yeniden resmi politika haline getirilmiş tasfiyeciliğe boyun eğen muhafazakar bir iktidar (Adalet Partisi iktidarı) tarafından neşredilen bu kitaplar da esasında tasfiyeciliğe hizmet etmiş oldu. Bu eserlerin orijinallerinin neşredilmesi Türkçe için çok büyük bir hizmet olacaktır. Gençler için bazı kelimelerin manaları bir lügatçe halinde kitabın sonuna ilave edilebilir…”
“Öz Türkçe kelime bulmakta çaresiz ve yetersiz kalanlar dilin gümrük kapılarını İngilizce veya Fransızcaya sonunu kadar açtılar. 50 yıllık enkaz kolay temizlenemez.”
“Eski lisanı seven, her ne kadar, bazı kelimelerin geri dönüşünü görerek sevinseler de, Dil Reformunun bittiğini düşünerek kendilerini aldatmamalıdırlar. Bugün çok az kelime yaratılmaktadır. İngilizce veya Fransızca biliyorsanız ne diye yeni kelime yaratmak için kendinizi yorarsınız? Fakat 50 senedir beyin yıkamanın neticelerini ortadan kaldırmak o kadar kolay değildir.” (Yahyaoğlu, s. 163 – 166)
Lewis’in İsmet İnönü’nün kendi dönemlerinde uydurukça dile katkı ve destekleri hakkında yazdıkları: “ İsmet İnönü dil reformunun her zaman hararetli destekçilerinden birisi olmuştur: Onun ‘gelenek’ sözcüğünün yaratıcısı olduğu hatırlanmalıdır. 1945 Anayasası taslağının hazırlanmasında da bizzat bulunmuştur.
1962-65 yılları arasında, birbirini izleyen koalisyon hükümetleri döneminde İsmet İnönü başbakanken Türk Dil Kurumuna her türlü desteği vermiştir (Başbakan Menderes’in kestiği devlet bütçesinden desteği yeniden vermeye başladı); mesela okullarda okutulan ders kitaplarının yazarları Eğitim Bakanlığı tarafından ‘arı bir Türkçe’ kullanmak için eğitilmişlerdir…” (Yahyaoğlu, s. 277)
5 / 5