
DESAM: Milli Eğitim’e Uçurumdan Önceki Son Uyarı ve İkaz! Uyanın! Kendinize Gelin!
Millî Eğitim Bakanlığı’nın 3-4 Haziran 2025’te Ankara’da düzenleyeceği “Uluslararası Eğitim Kongresi” için sunulan davet üzerine titiz ve objektif bir vizyonla kaleme aldığı eleştiri ve tavsiyelerden oluşan bildirisini basınla ve kamuoyuyla paylaşan DESAM Yönetim Kurulu Başkanı Gürkan Avcı; “Hazırladığım ve gönderdiğim bu bildiriden sonra Milli Eğitim Bakanlığı davetini geri çekmezse 3-4 Haziran’da kongreye katılacak ve net, nesnel, somut ve hakikatli argümanlarla örülü eleştirilerimden ve yapıcı önerilerimden oluşan bildirimi okuyacak ve düşüncelerimi söyleyip, paylaşacağım,” dedi.
BİLDİRİ BAŞLIĞI: Uluslararası Eğitim Kongresi’ne Eleştirel Katkı; “Gelecek Perspektifinde Eğitim” mi, Yoksa “Geçmişin Kısır Döngüsü” mü?
DESAM Başkanı Gürkan Avcı
Sayın Millî Eğitim Bakanlığı Yetkilileri, Kongre Düzenleyicileri, Değerli Katılımcılar ve Türkiye’nin Eğitimle Başı Belada Olan Her Bir Ferdi,
3-4 Haziran 2025’te Ankara’da düzenleyeceğiniz “Uluslararası Eğitim Kongresi” için tarafıma gönderilen davet, ilk anda kibar bir centilmence davranış gibi görünse de kongre kılavuzunuzu ve ardındaki Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ni incelediğimde, bu etkinliğin ne kadar sığ ne kadar temelsiz ne kadar çağdışı ve ne kadar ideolojik bir çerçeveye hapsolmuş olduğunu bir kez daha tüm çıplaklığıyla fark ettim.
Sizler, bu kongreyle “eğitimde yenilikçi bir vizyon” sunduğunuzu iddia ediyorsunuz; ben ise burada hem ulusal hem de uluslararası ölçekte, bu girişiminizin neden bir fiyasko olmaya mahkûm olduğunu, neden Türkiye’nin gençlerini ve öğretmenlerini ve de milyonlarca veliyi bir kez daha hayal kırıklığına uğratacağınızı, neden bu modeli dayatan zihniyetin eleştiriyi değil, özeleştiriyi hak ettiğini uzun uzun, upuzun, hatta kongrede konuşma yapma fırsatı tanırsanız sayfalar dolusu bir şekilde ortaya koyacağım. Hazır mısınız? Çünkü bu bildiri, sizin duymaya alışık olduğunuz içi boş övgülerden değil, duymaktan kaçındığınız, yüzünüze vurulmasından korktuğunuz acı gerçeklerden oluşuyor.
Millî Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) “yeni beceriler ve yeni fırsatlar” vaadiyle düzenlediği bu kongre, Türkiye’nin eğitimdeki kronik sorunlarını örtbas etmeye çalışan bir tiyatro sahnesinden ibaret. Dijital dönüşüm, kapsayıcılık ve öğretmen eğitimi gibi kulağa hoş gelen temalar, MEB’in somut adımlar atmaktan kaçınan, laf salatasından ibaret retoriğinin birer yansıması. Bu bildiri, sözde “gelecek vizyonu”nun ardındaki çarpıklıkları ulusal ve uluslararası verilerle, belgelerle, istatistiklerle ve en önemlisi hakikatle ortaya koyacak; 23 yıllık iktidarın Bakanlığının samimiyetsizliğini, beceriksizliğini ve vizyonsuzluğunu tüm dünyaya ilan edecektir. Eğer bu metni okuyorsanız ve rahatsız oluyorsanız, bilin ki bu rahatsızlık, gerçeğin soğuk yüzüyle karşılaşmanın doğal bir sonucudur.
A. Türkiye’nin Eğitim Karnesi: Verilerle Yıkıcı Bir Tablo
Türkiye’nin eğitim sistemi, yıllardır bir bataklıkta debeleniyor. MEB’in “dijital çağ” ve “kapsayıcılık” gibi süslü kelimelerle süslediği bu kongre, gerçekte neyi gizlemeye çalışıyor? Gelin, rakamlarla konuşalım; çünkü rakamlar yalan söylemez, sizin aksinize.
1) PISA ve TIMSS’te Çöküş: “Dijital Çağ” mı, “Dibe Vuruş” mu?
Türkiye, 2022 PISA sonuçlarında matematikte 42., fen bilimlerinde 39., okuma becerilerinde 37. sırada yer aldı. OECD ortalamasının 20 puan gerisindeyiz. Bu ne demek? 15 yaşındaki öğrencilerimizin yarısından fazlası, temel matematik problemlerini çözemiyor, bir metni okuyup anlam çıkaramıyor, bilimsel bir soruya mantıklı bir cevap veremiyor. MEB’in “dijital okuryazarlık” vurgusu yaptığı bir dönemde, TÜİK’in 2023 verilerine göre öğrencilerimizin %65’i temel matematiksel mantık sorularında tökezliyor. TIMSS 2023’te ise 8. sınıf fen puanımız 465 (Singapur: 625), matematikte 428 (Güney Kore: 613). Singapur ve Güney Kore’nin öğrencileri bilim ve teknolojiyle geleceği inşa ederken, bizim çocuklarımız hâlâ dört işlemde kayboluyor. Bu mudur sizin “dijital çağ” vizyonunuz? Bu mudur Türkiye Yüzyılı’nızın eğitim haritası?
PISA’da yıllardır dibe vuruyoruz, ama MEB’in tek yaptığı, bu sonuçları “dış güçlerin oyunu” gibi saçma sapan bahanelerle geçiştirmek. Soruyorum size: Finlandiya, Japonya, Estonya gibi ülkeler bu sınavlarda zirvedeyken, neden biz hâlâ 40’lı sıralarda sürünelim? Neden öğrencilerimiz, OECD ülkelerindeki akranlarına kıyasla 2-3 yıl geriden geliyor? Cevap basit: Çünkü sizin önceliğiniz eğitim değil, propaganda; bilim değil, ideoloji; gençler değil, koltuklarınız.
2) Eğitimde Eşitsizlik: “Kapsayıcılık” mı, “Ayrımcılık” mı?
MEB’in “herkese eşit eğitim” masalına inanmamızı bekliyorsunuz, ama gerçekler bambaşka bir hikâye anlatıyor. Köy okullarının %40’ında laboratuvar yok, %60’ında kütüphane yok, %80’inde spor salonu yok. Öğrenci başına düşen yıllık eğitim harcaması bin dolar civarlarında iken, OECD ortalaması 10.000 dolar. Bu uçurum, sizin “kapsayıcılık” yalanınızın en net kanıtı. Suriyeli mülteci çocukların %35’i okula erişemiyor (UNICEF, 2023); Anadolu’daki köylerde çocuklar kilometrelerce yol yürüyor, ama siz hâlâ “eğitimde fırsat eşitliği”nden bahsediyorsunuz. İstanbul’un Ankara’nın vs elit semtlerinde özel okullarda okuyan çocuklar yapay zekâ öğrenirken, Anadolu’nun ücra köşelerindeki öğrenciler tahta sırayla yetiniyor. Bu mudur sizin eşitlik anlayışınız? Bu mudur “Türkiye Yüzyılı”nızın maarifi?
3) Öğretmenler: “Eğitimin Lokomotifi” mi, “Sessiz Çoğunluk” mu?
Öğretmenler, bir eğitim sisteminin belkemiğidir. Peki, siz öğretmenlerimize ne sunuyorsunuz? OECD ortalamasının %40 altında maaşlar: 10 yıllık bir öğretmenin maaşı 1.050 Euro iken, Almanya’da bu rakam 4.500 Euro. Türkiye’de öğretmenler, geçim derdiyle boğuşurken nasıl mesleki gelişim düşünsün? MEB’in “mesleki gelişim” programlarına katılan öğretmen oranı sadece %18 (MEB İstatistik, 2023). Üstelik atama bekleyen yüz binlerce öğretmen var; KPSS’de 85 alan adaylar işsiz kalırken, 70 puanla torpilli “adaylar” kadroya yerleşiyor. Bu mu liyakat? Bu mu adalet? Öğretmenlerinizi köleleştirip, sonra da “eğitimde devrim yapıyoruz” diye övünüyorsunuz. Yazıklar olsun!
B. Uluslararası Vizyonla Yüzleşme: MEB Neden Geride?
Dünya, eğitimde devrimler yaparken, Türkiye neden hâlâ 20. yüzyılın başında takılıp kalmış gibi davranıyor? Gelin, birkaç örnekle MEB’in vizyonsuzluğunu yüzüne vuralım.
1) Dijital Çağda Analog Zihniyet: Finlandiya-Güney Kore Karşılaştırması
Finlandiya’da öğretmenler, yılda 500 saat mesleki eğitim alıyor; okullarda yapay zekâ tabanlı kişiselleştirilmiş müfredatlar uygulanıyor. Güney Kore, 2025’e kadar tüm okullarda blockchain teknolojisiyle diploma sistemine geçiyor; öğrenciler veri analitiği ve kodlamayla tanışıyor. Peki, Türkiye ne yapıyor? FATİH Projesi gibi milyarlarca lirayı çöpe atan bir fiyaskoyu hâlâ savunuyor. 10 yıldır aynı tabletleri kullanıyor, çoğu okulda internet bile yok. Bu mu sizin dijital dönüşümünüz? Finlandiya’da her öğrenci dijital vatandaşlık dersleri alırken, bizde hâlâ “PDF ders kitabı” diye övünüyorsunuz. Güney Kore’de çocuklar robotik öğrenirken, bizimkiler müfredat çöplüğünde boğuluyor. Utanç verici!
2) Kapsayıcılık mı, Kayırmacılık mı? İsveç ve Kanada Örnekleri
İsveç’te göçmen çocuklar için özel destek programları var; her okulda psikolojik danışman bulunuyor. Kanada’da özgürlükçü, bilimsel ve demokratik bir eğitim sistemi inşa edilmiş; müfredat, evrensel değerler üzerine kurulu. Türkiye’de ise ne var? Zorla İmam Hatipleştirme kampanyaları! Tarihi liseler, mahalle okulları birer birer İmam Hatip’e çevriliyor; yöneticiler, bu “performanslarına” göre terfi alıyor. Kapsayıcılık mı dediniz? Güldürmeyin! Siz, eğitimi ideolojik bir silaha çevirdiniz; çocuklarımızı ve gençlerimizi kinle, düşmanlıkla, ayrımcılıkla zehirliyorsunuz.
3) Japonya ve Singapur’dan Dersler: Disiplin, Teknoloji ve Gelecek
Japonya’da öğrenciler, 8 yaşında STEM’e başlıyor; okullar, disiplin ve yaratıcılığı harmanlıyor. Singapur’da öğretmenler, dünyanın en iyi eğitim sistemlerinden birinde çalışmak için titiz bir seçim sürecinden geçiyor. Türkiye’de ise ne disiplin var ne vizyon. Müfredat, bilimden, felsefeden, sanattan yoksun; din dersi saatleri Finlandiya’nın 3 katı, din eğitimi de gerçek din eğitimi olsa gam yemeyeceğim; dini eğitim değil iktidar partisinin bölücü, düşmanlaştırıcı, hibrit ve gdo’lu ideolojik dini eğitimi. Japonya’da çocuklar iklim krizine çözüm üretmeyi öğrenirken, bizde hâlâ “milli değerler” adı altında soyut laflar dönüyor. Bu mu uluslararası vizyonunuz?
C. MEB’in İç Çelişkileri: Söylem mi, Eylem mi?
MEB’in “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” dediniz, büyük laflar ettiniz. Peki, bu modelin içi neyle dolu? Gelin, çelişkilerinizi tek tek ifşa edelim.
1) “Gelecek Odaklı Eğitim” mi, “Müfredat Çöplüğü” mü?
2023 müfredatında bilimsel teoriler yok, felsefe yok, sanat yok. Din dersi saatleri, OECD ülkelerinin toplam eleştirel düşünce derslerinin iki katı. Dijital ders kitaplarının %80’i PDF formatında; yani sizin “dijitalleşme” dediğiniz, fotokopiden ibaret. Çocuklarımız, 21. yüzyıl becerileriyle donatılmak yerine, ezberci bir sistemin kölesi yapılıyor. Bu mu gelecek odaklılık? Bu mu yenilikçilik? Siz, eğitimi bir çöplüğe çevirdiniz; gençlerimizin aklını özgürleştirmek yerine, onları ideolojik bir hapishaneye tıktınız.
2) Öğretmen Atama Krizi: Liyakat mi, Torpil mi?
Milyonlarca öğretmen atama bekliyor. KPSS’de 85 puan alan işsiz, 70 puan alan torpilli kadroda. Şaibeli mülakatlar, adaletsiz atamalar, liyakatsiz yöneticiler… Öğretmenlik mesleğini ayaklar altına aldınız. Finlandiya’da öğretmen olmak için 5 yıl yüksek lisans gerekirken, sizde 6 aylık baştan savma, uyduruk kursla “uzman öğretmen- baş öğretmen” yaratıyorsunuz. Bu mu kalite? Bu mu adalet? Öğretmenlerinizi onursuzlaştırıp, sonra “eğitimde devrim” bekliyorsunuz. Hayal görüyorsunuz!
3) Teknolojik Altyapı: Vitrin mi, Gerçek mi?
FATİH Projesi’ni hatırlıyor musunuz? Milyarlarca lira harcadınız, ama sonuç ne? Çoğu okulda tabletler çalışmıyor, internet yok, akıllı tahtalar toz topluyor. 2025’teyiz ve köy okullarının yarısında elektrik kesintileri bile hâlâ sorun. Dijital dönüşüm dediniz, ama ortada ne bir strateji var ne bir altyapı. Bu mu sizin teknolojik devriminiz? Bu mu Türkiye Yüzyılı’nızın maarifi?
D. Sert Öneriler: Bakanlık Uyansın!
Eleştirmek yetmez; çözüm sunmak gerekir. İşte MEB’e sesleniyorum: Eğer bu ülkeyi ve gençlerimizi gerçekten düşünüyorsanız, şu adımları atın. Ama biliyorum, cesaretiniz yok!
- Dijital Çağa Değil, Taş Çağına Uygun Bütçe: Eğitim bütçesini GSYİH’nin en az %6’sına çıkarın (şu an %3,1). OECD ortalaması %5,5; biz neden gerideyiz? Çünkü sizin önceliğiniz AVM’lere çevirdiğiniz camiler, yollar, köprüler; eğitim değil!
- Öğretmenliği Onurlandırın, Köleleştirmeyin: Maaşları OECD ortalamasına yükseltin; liyakatsiz atamalara son verin. Öğretmenler, sizin köleniz değil, bu ülkenin geleceğinin mimarıdır.
- Müfredatı Bilimle Doldurun, İdeolojiyle Değil: Bilimsel düşünce, eleştirel analiz, felsefe, sanat dersleri zorunlu olsun. Din dersini seçmeli yapın; çocuklarımızı ideolojik bir kalıba sıkıştırmaktan vazgeçin.
- Köy Okullarını Kapatmayın, Donatın: Her köye fiber internet, laboratuvar, kütüphane, spor salonu ve en az iki öğretmen. Eşitsizliği bitirmeden “kapsayıcılık”tan bahsetmeyin!
- Küresel Rekabete Hazırlık: STEM’i 6 yaşından itibaren müfredata sokun; yapay zekâ, kodlama, iklim bilinci dersleri ekleyin. Çinli ve Hintli çocuklar robot tasarlarken, bizimkiler neden hâlâ test çözsün?
Detaylı Analiz ve Eleştiriler:
1. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli: Büyük Laf, Küçük Adım
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ni “eleştirel düşünen, problem çözen, medeniyet kurucusu nesiller yetiştirme” hedefiyle sundunuz. Ne kadar güzel bir masal! Ama bu masalın altını dolduracak ne bir veri var ne bir strateji ne de bir vizyon. 2024-2025’ten itibaren kademeli olarak uygulamaya koyduğunuz bu model, eski müfredatların makyajlanmış hali. Hangi bilimsel araştırmaya dayanıyor? Hangi uluslararası benchmarking çalışmasıyla tasarlandı? PISA 2022’de dibe vurduğumuzu unutmuş gibisiniz. Öğrencilerimizin %50’si temel okuma-anlama becerilerinde yetersizken, siz “medeniyet kurucusu nesiller”den bahsediyorsunuz. Bu mu yenilik? Bu mu maarif?
Modelin pilot uygulaması başladı, ama öğretmenler ne kadar hazır? Müfredat değiştiyse, materyaller nerede? Teknolojik altyapı hazır mı? Hayır, çünkü sizin derdiniz eğitim değil, vitrin, cambaza bak tiyatrosu! 2025’te hâlâ milyonlarca çocuğun tableti, interneti yokken, siz “kongre”lerle oyalanıyorsunuz. Bu model, bir eğitim devrimi değil, bir bürokratik fiyasko!
2. Kongre: Bir Gösteri mi, Bir Çözüm Platformu mu?
Bu kongreyi “modelin etkinliğini değerlendirmek” için düzenlediğinizi söylüyorsunuz. Ama kılavuzunuzu okuyunca anladım ki, bu bir çözüm arayışından çok bir propaganda şovu. 2250-2500 kelime sınırı, çift kör hakem palavrası, “kitaplaştırılacak” vaatleri… Akademik bir ciddiyet değil, bürokratik bir formalite kokuyor. Hangi uluslararası otorite bu kongreyi ciddiye alacak? UNESCO’nun 2030 Eğitim Gündemi’nde yapay zekâ, dijital dönüşüm, kapsayıcı eğitim vurgulanırken, sizin kongrenizde bu konulara dair tek bir iz yok. Bu mu uluslararası vizyon? Bu mu 21. yüzyılın maarifi?
3. Ulusal Perspektif: Eğitimde Eşitsizlik ve Çöken Sistem
Türkiye’de eğitim, yıllardır eşitsizliğin, adaletsizliğin ve merkeziyetçi bürokrasinin kurbanı. Köy okulları kapanıyor, öğretmen atamaları şaibeli, özel okullar devlet okullarını eziyor, sınav sistemi çocuklarımızın ruhunu kemiriyor. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, bu sorunlara ne çözüm sunuyor? Hiçbir şey! Pilot uygulamalar başladı, ama öğretmenlere ne kadar eğitim verdiniz? Teknolojik altyapı nerede? 2025’te hâlâ interneti olmayan okullarımız var. Bu mudur ulusal vizyonunuz? Bu mudur gençlerimize layık gördüğünüz gelecek?
4. Uluslararası Vizyon: Çağın Gerisinde Bir Model
Dünya, Endüstri 5.0’a geçerken, yapay zekâyla eğitimi dönüştürürken, gelişmiş uluslar bilgi toplumunu inşa ederken, siz ne yapıyorsunuz? “Milli değerler” ve “medeniyet” gibi soyut kavramlarla oyalanıyorsunuz. Evet, milli değerler önemli, ama bu değerlerin istismarı gençlerimizi küresel rekabete hazırlamaz. OECD ülkelerinde STEM 10 yaşında başlarken, bizde hâlâ “Türkçe müfredatı” tartışıyoruz. Finlandiya’da öğretmenler yapay zekâ kullanıyor, Singapur’da veri analitiğiyle öğrenci başarısı izleniyor. Bizde ne var? İmam Hatipleştirme ve PDF – fotokopi ders kitapları! Bu kongre, uluslararası vizyon sunacaksa, neden yapay zekâdan, iklim krizinden, dijital vatandaşlıktan bahsetmiyor? Çünkü siz, 21. yüzyılda değil, 20. yüzyılın başında kalmışsınız!
5. Eleştiriler ve Öneriler: Gerçek Bir Uyarı
Sizi uyarmak, gerekirse azarlamak, bu sığ vizyonunuzu yüzünüze vurmak benim görevim. İşte önerilerim:
- Eğitimde Dijital Dönüşüm: Her okula fiber internet, her öğrenciye tablet. 5G yaygınlaşırken, köylerdeki çocuklar tahta başında bekliyor.
- Öğretmen Eğitimi: Modeli dayatmadan önce öğretmenleri eğitin; terlik arası tatillerde verilen hizmet içi kurslarla değil adam gibi nitelikli hizmet içi kurslarla öğretmenleri geliştirin, donanımlı hale getirin. Finlandiya’da 5 yıl yüksek lisans gerekirken, sizde ne olduğu nasıl olduğu belli olmayan kurslarla yönetici yaratıyorsunuz.
- Eşitsizliği Bitirin: Özel okullara teşvik vermek yerine, devlet okullarını kurtarın. Eğitim, elitist ve ideolojik politikalarınıza kurban edilemez.
- Küresel Rekabet: Müfredatı STEM, yapay zekâ, yeşil ekonomiyle güncelleyin. Çocuklarımız Çinli akranlarıyla yarışacak, sizin masallarınızla değil!
- Kongreyi Yeniden Tasarlayın: Bu bir gövde gösterisi değil, çözüm platformu olsun. Dünya çapında uzmanları, teknoloji devlerini davet edin. Aksi halde, zaman kaybı!
Ve Son: Okullarda Kaos, Yoksullarda Umutsuzluk: Eğitim Sisteminin Karanlık Yüzü
Türkiye’nin eğitim sistemi, sadece akademik başarısızlıkla değil, aynı zamanda okullarda giderek yayılan şiddet olayları, uyuşturucu kullanımı, çeteleşme ve disiplin krizleriyle de çöküşün eşiğinde. İstanbul’un varoşlarındaki liselerde bıçaklı kavgalar artık sıradan bir haber; Ankara’da öğrenciler arasında çete hesaplaşmaları yüzünden kapanan sınıflar var; İzmir’de okul bahçelerinde uyuşturucu satıcılarının cirit attığına dair velilerden yükselen feryatlar duyuluyor. Millî Eğitim Bakanlığı’nın 2023 verilerine göre, son beş yılda okullardaki şiddet vakaları %40 artmış durumda; bu rakamlar, resmi olarak açıklananın çok çok çok ötesinde bir kaosu işaret ediyor, çünkü çoğu olay ya gizleniyor ya da “disiplin cezası” adı altında örtbas ediliyor.
Öğretmenler, sınıflarda otorite kurmakta çaresiz; öğrenciler, birbirine karşı kin ve nefretle bilenmiş; okullar, birer eğitim yuvasından çok, adeta gladyatör arenasına dönüşmüş. Bu kaotik ortamda, uyuşturucu kullanımı da hızla yayılıyor: TÜİK’in 2024 raporuna göre, 15-18 yaş arası gençlerin %12’si en az bir kez uyuşturucuyla temas etmiş; bu oran, yoksul mahallelerde %20’lere kadar çıkıyor. Çeteleşmenin gölgesinde büyüyen çocuklar, okulu bir öğrenme merkezi değil, hayatta kalma mücadelesinin verildiği bir savaş alanı olarak görüyor. Peki, bu tablonun en büyük mağdurları kimler? Özel ders alamayan, dershaneye gidemeyen, ailesinin ekonomik çaresizliği yüzünden sınavlara hazırlanma şansı bile bulamayan yoksul halk çocukları!
Türkiye’de eğitim, artık bir “paran kadar oku” sistemine dönüşmüş durumda: 2024 LGS’de ilk 1000’e giren öğrencilerin %85’i özel okullardan veya dershane destekli ailelerden gelirken, devlet okullarında okuyan yoksul çocuklar, bırakın sıralamaya girmeyi, temel test sorularını bile çözemiyor. YKS’de durum daha vahim: ÖSYM’nin 2023 verilerine göre, üniversite sınavında barajı geçemeyenlerin %70’i sosyoekonomik açıdan dezavantajlı bölgelerden; bu gençlerin çoğu, özel dersin saatine 1.500 TL, dershane taksitine 20.000 TL ödeyecek parası olmadığı için ya bir köşede test kitapçığı ezberlemeye çalışıyor ya da umutsuzlukla okulu terk ediyor. MEB’in “eşitlik” masalları anlattığı bu ülkede, yoksul bir ailenin çocuğu, bırakın doktor ya da mühendis olmayı, çakma bir yüksek okul diploması almanın bile hayalini kuramıyor.
Şiddetin, uyuşturucunun, çeteleşmenin kol gezdiği okullarda disiplin namına bir şey kalmamışken, bu çocuklar neyi nasıl öğrenecek? Hangi motivasyonla sınava hazırlanacak? Özel dershanelerin kapılarında kuyruk olan zengin çocukları, sınavlarda birinci olurken; yoksul halkın evlatları, bu çarpık sistemin çarkları arasında ezilip yok oluyor. İşte size Türkiye’nin eğitim gerçeği: Okullar, birer bataklık; öğrenciler ya çeteci ya uyuşturucu müptelası ya da umutsuz birer sınavzede; yoksul çocuklar ise bu cehennemde ne bir çıkış yolu ne bir umut ışığı bulabiliyor. MEB, bu tabloyu görmezden geldikçe, Türkiye’nin geleceği karanlığa gömülüyor; çünkü bu sistem, zenginlerin çocuklarını yüceltip, yoksulların evlatlarını bilinçli bir şekilde harcıyor.
Sonuç: Kongre mi, İtiraf mı?
MEB’in bu kongresi, eğitimdeki çöküşü “uluslararası” bir sahneyle örtbas etme çabasıdır. Türkiye’nin eğitim sistemi, sizin vizyonsuz, liyakatsiz ve bilim karşıtı politikalarınızla derin bir krizde. Bu bildiri, bir eleştiri değil; bir uyarı, bir hesap sorma çağrısıdır. Ya gerçek bir dönüşüm başlatacaksınız ya da Türkiye, “gelecek” kelimesini sözlükten silecek.
Uyanın! Türkiye’nin gençleri sizin süslü laflarınızı değil, gerçek bir eğitimi hak ediyor. Türkiye Yüzyılı, böyle sığ modellerle, böyle içi boş kongrelerle inşa edilmez. Siz, bu ülkenin geleceğini değil, kendi koltuklarınızı düşünüyorsunuz. Ama bilin ki, tarih sizi affetmeyecek. Bu bildiri, uçurumdan önceki son uyarıdır. Umarım kendinize gelirsiniz.
Not: Bu metin, MEB’in “yapıcı diyalog” söylemine dönük, gerçeğin sert diliyle örülü tavsiyelerle yazılmıştır. Kabul edilmezse, bu da Bakanlığın özeleştiriden kaçışının bir başka kanıtı olacaktır.