Atatürkçü Düşünce Derneği Kayseri Şube Başkanı Haluk Bilgesay, Lozan’ın 99., Erzurum Kongerisi’nin 103. yılı nedeniyle iki ayrı açıklama yaptı. Lozan’ı tartışmaya açanların Sevr’e bodyun eğenler olarak tanımlayan Bilgesay’ın iki konudaki mesajı şöyle.
LOZAN’I TARTIŞMAYA AÇANLAR SEVR’E BOYUN EĞENLERDİR!
24 Temmuz’da 99. yaşını kutlayacağımız Türkiye Cumhuriyeti’nin Tapu Senedi Lozan Antlaşması; ülkemizin sınırlarını Misakı Milli kararlarına göre dünyaya kabul ettirmiş olması yanında, 1699 Karlofça’dan 223 yıl sonra masadan başı dik kalktığımız tek antlaşmadır.
Öte yandan Lozan, hükmünü bir asır boyunca sürdüren (ilelebet de sürdürecek olan) ender uluslararası antlaşmalardan biridir.
Lozan Zaferi’mizin en önemli yönü ise; Türk Ulusu’nun İstiklal Savaşı’nda gerçekte kimlerle savaştığını, “yenilemez” denilen emperyalist cephenin yenilgiyi kabul etmesini ve Türk yurdunu işgale memur edilen Yunanistan’ın emperyalizmin piyonu olarak savaşa sürüldüğünü resmen belgelemiş olmasıdır.
Aynı zamanda Lozan; Osmanlı Devleti’ni 400 yıl ekonomik esarete sokan kapitülasyonlara son veren, siyasal bağımsızlığın ancak ekonomik bağımsızlıkla tam olarak sağlanabileceğini vurgulayan, bu anlamda ezilen uluslara da yol gösteren tarihin en önemli belgelerindendir.
LOZAN ÖNCESİ ULUS EGEMENLİĞİNİN TESCİLİ!
İşgalciler ve iş birlikçilerinin 9 Eylül 1922 günü İzmir’den denize dökülmesinden sonra 10 gün içinde Anadolu hızla emperyalist çizmesinden temizlenmeye başlandı. Telaşa kapılan emperyalistler derhal silah bırakma çağrısında bulundular. Bursa’nın Mudanya ilçesinde 3 Ekim 1922’de başlayan ateşkes görüşmelerinin yapıldığı tarihi binadaki küçük masada İsmet Paşa’nın karşısında 3 emperyalist ülkenin temsilcileri vardı; İngiltere, Fransa ve İtalya… Bu, Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızda gerçekte kimlerle çarpıştığımızın somut göstergesidir. (Bu tarihi tablo Mudanya Mütareke Evinde görülebilir). Masada temsil edilmeyen iki heyetten biri emperyalist devletlerin piyonu Yunanistan, diğeri de Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını idama mahkum eden İstanbul Hükümeti temsilcileriydi. Yunanistan temsilcileri Mudanya açıklarındaki İngiliz gemisinde kendilerine verilen görevi yerine getirememenin ezikliği içinde bekliyorlardı. “Yunan Ordusu Halife Ordusudur” diyerek vatanın işgalini kolaylaştırmaya çalışmış hain Padişahları yurdundan kaçmanın telaşına düşmüş Osmanlı temsilcileri ise, tabii ki yoktular.
11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Mütarekesi’nin hemen ardından İtilaf Devletleri Lozan’da toplanacak Barış Konferansı için TBMM hükümetine çağrıda bulundular. Ama bir çağrı da İstanbul hükümetine gönderdiler. Böylelikle, hem galip Ankara’nın gücünü azaltmayı, hem de Türkiye’de iki ayrı hükümet tanıdıklarını kabul ettirmeyi planlamışlardı. Türk Ulusu bir kez daha tarihi bir kararın eşiğine gelmişti. Kemalistler ya ulus egemenliğine sahip çıkacak ya da emperyalistlerin tuzağına düşüp Ulusal Kurtuluş Savaşı Zaferi’ni elleriyle İstanbul’un hain Sultanı ile efendilerine teslim edeceklerdi. Elbette gereğini yerine getirdiler. 1 Kasım 1922 günü TBMM’de aldıkları büyük bir kararla saltanatı kaldırarak ilk devrimi gerçekleştirdiler. Meclis’teki ortak komisyon toplantısında tartışmaların Saltanat yanlıları tarafından kasten uzatıldığını ve kafa karışıklığı yaratılmaya çalışıldığını gören Mustafa Kemal Paşa önündeki sıranın üzerine fırlayarak şu tarihi konuşmayı yaptı: “Efendiler; egemenlik, hiç kimsece, hiç kimseye, bilim gereğidir diye, görüşmeyle, tartışmayla verilmez. Egemenlik güçle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları Türk ulusunun egemenliğine zorla el koymuşlardı. Bu yolsuzluklarını 600 yıl boyunca sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk ulusu “artık yeter” diyerek, bunlara karşı ayaklanıp egemenliğini eylemli olarak eline almış bulunuyor. Bu bir olupbittidir. Söz konusu olan ulusa egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız, sorunu değildir. Sorun zaten olupbitti durumuna gelmiş bir gerçeği açıklamaktan ibarettir. Bu, ne olursa olsun yapılacaktır. Meclis ve herkes sorunu doğal bulursa, sanırım ki uygun olur. Yoksa gerçek yine yöntemine göre saptanacaktır. Ama ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”
Bu devrimci kararın ardından Türk Ulusu’nun tek temsilcisi olarak Lozan’a giden İsmet Paşa başkanlığındaki Ankara Hükümeti temsilcileri güçlü bir irade ortaya koydular. İngilizlerin liderliğindeki emperyalist cepheyle çok çetin geçen konferansta en büyük tartışma konusu kapitülasyonlar ve Osmanlı borçları oldu. Hatta bu nedenle bir ara kesilen görüşmeler nihayet 8 ayın ardından tamamlandı ve 24 Temmuz 1923 günü -Musul ve Boğazlar konusu sonraya bırakılmak üzere- bütün Türk tezleri kabul edilerek antlaşma imzalandı. Bu durum emperyalist ülkelerin temsilcilerini hiç memnun etmedi. Nitekim görüşmelerden yıllar sonra 15 Ekim 1973 tarihinde İsmet İnönü TRT’de yapılan bir söyleşide şunları anlatacaktı:
“Lozan’da İngiliz Delegesi Lord Curzon ve Amerikan Delegesi ile oturuyorduk. Lord Curzon ‘Lozan’dan memnun ayrılmıyoruz. Hiçbir dediğimizi yaptıramadık. Harap bir memleket devralıyorsunuz. Bunu imar etmeyecek misiniz? Neyle, nasıl yapacaksınız? Para bir bunda (Amerikan delegesini işaret etti), bir de bende var. Geleceksiniz, para isteyeceksiniz, diz çökeceksiniz, reddettiklerinizin hepsini bir bir cebimden çıkarıp önünüze koyacağım.’ demişti. Bu konuşmamızı hiçbir zaman aklımdan çıkarmadım.”
Evet; Kemalist Devrimciler emperyalistlerin bu sözlerini hiç akıllarından çıkarmadılar, hiç para istemediler, hiç diz çökmediler. Onlar; kurdukları Devleti namus ve ahlâkla, akıl, bilim ve liyakatla yöneterek tamamen milletin gücüyle 15 yılda uçak üretip ihraç eden bir sanayi ülkesi yaratmayı ve Türkiye’yi dünyanın kendini doyurabilen 7 ülkesinden biri yapmayı başardılar.
ATATÜRK YOLUNDAN AYRILMANIN GETİRDİĞİ…
72 yıldır önce İngilizler, ardından ABD ve yancıları yaşadığımız her ekonomik bunalımda Lozan’da ceplerine attıkları bu reddedilmiş maddeleri teslimiyetçi iktidarların önüne koydular, koyuyorlar.
Emperyalistler yıllardır bizden, Lozan’ı rafa kaldırıp 10 Ağustos 1920’de Osmanlı’ya imzalattıkları Sevr paçavrasını kabullenmemizi istiyorlar. Uluslararası toplantılarda her fırsatta ya “yanlışlıkla” Sevr ya da 21. yüzyıl versiyonu -hani şu övünçle eşbaşkanlığına soyunulan- BOP haritasını karşımıza çıkarıyorlar.
Lozan’ın yaşamsal önemine, BOP tuzağına dikkat çeken yurtseverler “paronayak” damgası ile karalanır ya da düzmece iddianamelerle yargılanırken, Fesli Kadir gibi “Keşke Yunan kazansaydı” diyebilen -yazık ki, devlet katında da kabul gören- emperyalizm iş birlikçisi, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı gericiler Lozan’ı “hezimet” olarak ilan ediyor. En yetkili ağızlar, hem de Yunanistan ziyaretinde, “Lozan’ı tartışmaya açma” gafletine düşüyor. Fısıltı gazetelerindeki yalanları ile yetinmeyen profesör unvanlı kimi çakma tarihçiler artık açık açık TV kanallarında “Lozan’ın gizli maddeleri” masalları anlatıyor. Lozan’ı itibarsızlaştırma ve ülkemizi bölme çabaları aralıksız sürdürülüyor.
TARİHİN GÖR DEDİĞİ…
Tarih bilimdir, asla nankör değildir, hükmünü vermiştir:
Lozan Antlaşması Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedidir.
Maddeleri kanla yazılmıştır, hiçbir güç değiştiremez.
Lozan’ı tartışmaya açmak, Sevr paçavrasına ve türevi emperyal planlara boyun eğmektir.
Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Ulusu var oldukça Lozan Antlaşması da var olacaktır.
Ne yüzüncü yılında ne de gelecekte değişecek, yürürlükten kalkacak gizli maddeleri vardır.
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ; Türkiye Cumhuriyeti’ni olduğu gibi, Tapu Senedi’ni de sonsuza dek korumayı, bu tarihi zaferi Ulusumuza kazandıranlara saygısızlık edenlerle olanca gücüyle mücadele etmeyi görevi saydığını kamuoyuna saygı ile duyururken değişmez önderimiz Atatürk’ü, Lozan’ın bilge diplomatı İsmet İnönü’yü, Kuvayı Milliye Kahramanlarımızı ve bu toprakları vatan yapan aziz şehit ve gazilerimizi bir kez daha minnetle, şükranla, saygıyla anmaktadır.-
Lozan Antlaşması’nın 99. yılı kutlu olsun!
ERZURUM KONGRESİ’NİN 103. YILI KUTLU OLSUN!
OSMANLI PAŞALIĞINDAN CUMHURİYET KURUCULUĞUNA İLK ADIM:ERZURUM KONGRESİ !
Trabzon, Erzurum, Sivas, Bitlis ve Van Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak Cemiyetlerinden 62 delege ile 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında toplanan Erzurum Kongresi, bölgesel olmasına karşın, Mustafa Kemal Paşa’nın Türk Ulusu’nun bağımsızlık mücadelesinin önderi olma yolundaki ilk adımı olarak tarihi bir öneme sahiptir.
19 Mayıs 1919’da 9. Ordu Müfettişi (15 Haziran 1919’da 3. Ordu Müfettişi) sıfatı ile Samsun’a gelen Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Paşa’nın ilk günden itibaren yaptığı konuşmalar ve davranışları, özellikle de Amasya Genelgesi, hem işgalcilerin, hem de Padişah ve İstanbul Hükümeti’nin tepkisini çekmiştir. Mustafa Kemal emperyalist işgal altındaki yurdunu kurtarmak gibi “zararlı ve tehlikeli” düşünceleri nedeniyle önce İstanbul’a çağrılmış, kabul etmeyince 8-9 Temmuz 1919 gecesi görevden alınmış, aynı gece ömrünü verdiği askerlik mesleğinden ayrılmış ve bir ferd-i millet olarak mücadelesine devam etmiştir.
9 Temmuz 1919 gününden, Erzurum Kongresinin toplandığı 23 Temmuz 1919’a kadar geçen 14 günü hiçbir makam, rütbe ve yetki sahibi olmaksızın kongre hazırlıkları ile geçiren Mustafa Kemal, toplantının başladığı 23 Temmuz günü Kongre, sonlandığı 7 Ağustos’ta da Temsilciler Kurulu Başkanlığına seçilmiştir.
Mustafa Kemal’in Milli Mücadele’deki ilk sivil önderliği bu tarihi kongrede başlamış, Sivas Kongresi’nde yine Kongre Başkanlığı ve Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliye Reisliği ile devam etmiş, ardından Büyük Millet Meclisi Reisliği, Büyük Millet Meclisi Orduları Başkomutanlığı ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı ile perçinlenmiş, sonuçta 19 Mayıs 1919’da çıktığı kutlu yolculuk O’nu Türk Ulusu’nun ölümsüz önderi ATATÜRK olarak tarihe altın harflerle kaydetmiştir.
Doğu vilayetleri Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak Cemiyetleri toplantısı niteliğindeki bu mahalli kongre, bir avuç kahramanın kararlı yolculuğunun örgüte dönüştüğü çok önemli bir aşamadır. Erzurum Kongresinden önce ülkenin değişik yerlerinde farklı adlarda çeşitli dernekler bazı yerel kongreler yapıyorlardı belki, ama bunların hiçbirinde Erzurum Kongresi’ndeki kadar derli toplu ve uzun erimli kararlar alınabilmiş değildi.
Öte yandan, kongreye katılanlar arasında kafasında vatanı kurtarmanın ötesinde, zaferden sonra yapılacaklar olan kimse de yoktu. Sadece Mustafa Kemal Paşa kurtuluştan sonrasını görüyor, düşünüyor, yapılacakları planlıyor, hatta 7 Temmuz’u 8 Temmuz’a bağlayan gece yarısı Mahzar Müfit Kansu’ya Cumhuriyetten, laiklikten, yeni harflerden, tam bağımsızlıktan söz edip -bir sır olarak saklaması talimatıyla- defterine not ettiriyordu. Öyle devrimlerden söz ediyordu ki Mustafa Kemal; Mazhar Müfit Kansu bir yerde defteri kalemi bırakıp “Kusura bakmayın ama Paşam siz de çok hayalcisiniz” diyordu.
Askerlikten ayrılan Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum Kongresi’ne katılacak bir sıfatı da kalmamıştı. Çareyi Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Raif Efendi buldu. Mustafa Kemal’in Erzurum Delegesi olabilmesi için Cevat Dursunoğlu ile emekli Binbaşı Kazım Bey delegelikten çekildiler. Kongre toplandığında bazıları Paşa’nın delegeliğine itiraz ettiyse de, Mustafa Kemal Paşa Kongreye katıldığı gibi, Başkan seçilmeyi de başardı.
Atatürk bunu Büyük Nutuk’ta şöyle anlatıyor: “Öncelikle ben, ne olursa olsun, Kongreye katılmalı ve onu yönetmeliydim. Çünkü zaman geçirmeksizin, ulusal iradenin işler duruma getirilmesini ve ulusun kendi başına silahlı ve eylemli olarak önlemler almaya başlamasını sağlamak zorunluluğuna inanıyordum. Bu temel ilkeleri benimsetip karara bağlatabilmek için, Kongrede çalışmayı ve yönetici olarak üyeleri aydınlatmayı çok gerekli görüyordum. Nitekim öyle oldu. Erzurum Kongresi’nin, daha önce açıkladığım ilke ve kararlarını herhangi bir Temsilciler Kurulunun uygulatabileceğine benim güvenim olmadığını açıkça söyleyebilirim. Nitekim zaman ve olaylar beni doğrulamıştır.”
Mustafa Kemal Paşa ile birlikte yola çıkanlardan ihanet edenler de oldu, korkup yarı yolda terk edenler de, kurtuluştan hemen sonra Cumhuriyete ve devrimlere karşı çıkıp ayrılanlar da Samsun’dan Havza, Amasya ve oradan Erzurum’a kadar yapılan yolculuk da sayısız engeller ve tehlikeler bertaraf edilerek gerçekleştirilebildi. 10 Temmuz’da başlayacağı duyurulan kongre de çeşitli güçlükler nedeniyle ancak 13 gün sonra açılabildi.
Kongrede seçilen Heyet-i Temsiliye’yi, durumunu ve nasıl çalıştığını Atatürk Nutuk’ta şöyle anlatıyor: “Erzurum Kongresi, tüzük gereği, bir Temsilciler Kurulu seçmişti. Dernekler yasasına uyularak verilmesi gereken dilekçe yerine Erzurum Valiliği katına sunulan 24 Ağustos 1919 tarihli bildiride Temsilciler Kurulu üyelerinin adları ve kimlikleri şöyle bildirilmişti: Mustafa Kemal-Eski 3. Ordu Müfettişi. Askerlikten çekilmiş.
Rauf Bey-Eski Bahriye Nazırı
Raif Efendi-Eski Erzurum Milletvekili
İzzet Bey-Eski Trabzon Milletvekili
Servet Bey-Eski Trabzon Milletvekili
Şeyh Fevzi-Erzincan’da Nakşi Şeyhi
Bekir Sami Bey-Eski Beyrut Valisi
Sadullah Efendi-Eski Bitlis Milletvekili
Hacı Musa Bey-Mutki Aşireti Başkanı
Ancak bu kişiler, hiçbir zaman bir araya gelip birlikte çalışabilmiş değillerdir. Zira bunlardan İzzet, Servet ve Hacı Musa Beyler ile Sadullah Efendi hiç gelmemişlerdir. Raif ve Şeyh Fevzi Efendiler Sivas Kongresine katılmışlar ve ondan sonra biri Erzurum’a ötekisi Erzincan’a dönerek bir daha görünmemişlerdir. Sadece Rauf Bey ve Sivas Kongresinde aramıza katılan Bekir Sami Bey İstanbul’daki Mebusan Meclisine gidinceye dek bizimle birlikte bulunmuşlardır.”
Ayrıca Mustafa Kemal aralarına karışmış bulunan İngiliz Casusu Ömer Fevzi gibilerden de söz ediyor.
Mustafa Kemal Paşa bu güçlüklere rağmen üstün liderlik yeteneği sayesinde bütün hedeflerine ulaşmayı başardı.
Büyük Kurtarıcı liderliğin önemini de Erzurum Kongresi bağlamında şöyle anlatıyor: “Efendiler, tarih söz götürmez bir şekilde ortaya koymuştur ki, büyük işlerde başarı için yeteneği ve gücü sarsılmaz bir başkanın varlığı çok gereklidir. Bütün devlet büyüklerinin umutsuzluk ve güçsüzlük içinde, bütün ulusun başsız olarak karanlıklar içinde kaldığı bir sırada, yurtseverim diyen bin bir çeşit kişinin, bin bir türlü tutum ve inanç gösterdiği kargaşalı bir zamanda danışmalarla, birçok saygın ve güçlü kişilerin sözlerine uyma zorunluluğuna inanmakla, sağlam, esaslı ve özellikle sert yürünebilir mi ve en sonunda ulaşılması çok güç olan hedefe varılabilir mi? Tarihte, buna ulaşmış bir topluluk gösterilebilir mi? İkincisi Efendiler; ulus, ülke, siyaset ve ordu yöneticiliğinde hiç bulunmamış ve bu alanda değeri belirmemiş ve denenmemiş gelişigüzel kişilerden, örneğin, Erzincanlı bir Nakşî Şeyhi ve Mutkili bir aşiret başkanı gibi zavallılardan da kurulabilecek herhangi bir Temsilciler Kuruluna, söz konusu durum ve görev bırakılabilir miydi? Bırakıldığında yurdu ve ulusu kurtaracağız, dediğimiz zaman, ulusu ve kendimizi aldatmış olmak gibi kötü bir yanılgıya düşmeyecek miydik? Böylesine bir kurula, perde arkasından yardım edilebileceği düşünülse bile bu yöntem, güvenilir sayılabilir miydi.”
Erzurum Kongresi’nde yaşananlar, büyük kalabalıklar da toplansa, doğru önderlik ve doğru program yoksa başarılı olmanın olanaksızlığını anlatıyor. Ve yine anlatıyor ki; kararlı bir önderlik, gerçekçi bir hedef ve akılcı bir programla bir avuç kahraman bir ulusu bağımsızlığına kavuşturabilir, mazlum milletlere örnek olabilir. Mustafa Kemal işte bu kararlılık ve hiç ayrılmadığı akıl ve bilim yolundan giderek ATATÜRK oldu.
Atatürkçü Düşünce Derneği’nin on binlerce bilinçli üyesi, Büyük Atatürk’ün sınanmış ve başarısı kanıtlanmış rehberliği ile Ulusumuzla birlikte Yeniden Atatürk Cumhuriyeti ile buluşacak, Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye hedefine ulaşacaktır
Erzurum Kongresi’nin 103. yılı kutlu olsun!