Kültür-Turizm

Eğitim, kültür-sanat, magazin-yaşam haberleri

BAŞKAN BÜYÜKKILIÇ: “KÜTÜPHANELERİMİZ İLE OKUYAN ŞEHİR KAYSERİ’YE DEĞER KATIYORUZ”

Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Memduh Büyükkılıç, 61’inci Kütüphaneler Haftası dolayısıyla bir mesaj yayımladı. Başkan Büyükkılıç, mesajında “Ev sahipliği yaptığı medeniyetlerin zengin mirasına sahip, ilim ve irfan yuvası olmuş ‘Kütüphaneler Şehri’ Kayseri’de, eşsiz bir kültür hazinesi olan Büyükşehir Belediyesi kütüphanelerimiz ile bu kadim kente, okuyan ve okutan şehre değer katıyoruz” dedi.

Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Memduh Büyükkılıç, Türkiye’de 1964 yılından beri halkın kütüphanelerden daha iyi şekilde yararlanmasını ve kütüphanecilik mesleğinin tanınmasını sağlamak amacıyla kutlanan Kütüphaneler Haftası dolayısıyla mesaj yayımladı.

Okuyan ve okutan şehir Kayseri vizyonu doğrultusunda kente kazandırdıkları kütüphaneler ile Kayserililerin kitap sevgisini arttırdıklarını kaydeden Başkan Büyükkılıç, “Kayseri’mizin kültür hazinesi olan kütüphanelerimiz, geleceğe miras olacak en kıymetli değerimizdir. Hemşehrilerimizin kitap sevgisi ile hayat bulan kütüphanelerimiz yeni nesillerimizin de kitap sevgisini arttırmaya devam ediyor” dedi.

Büyükşehir Kütüphanelerini 2025’in İlk 3 Ayında 402 Bin Kişi Ziyaret Etti

2024 yılında 2 milyon 680 bin 392 ziyaretçi ağırlayan Kayseri Büyükşehir Belediyesi kütüphanelerini, 2025’in ilk 3 ayında 402 bin 81 kişinin ziyaret ettiğine dikkat çeken Büyükkılıç, “Kayseri eşsiz tarihi ve kültürel değerleriyle açık hava müzesi konumunda olan her bir köşesinde çeşitli medeniyetlerden izler yansıtan kadim bir şehirdir. Bu kadim şehrin tüm değerlerini korumak, yaşatmak ve geleceğe aktarmak için gayretlerimizi sürdürürken âlimler yurdu olmuş bu şehrin okuyan, araştıran, ilim, fikir, bilim ve teknoloji üreten yüzünü de aydınlatmak adına attığımız adımlar çerçevesinde kütüphane çalışmalarımıza ayrı bir önem veriyoruz. Şehrimizde kütüphane sayımızı ihtiyaçlar ve talepler dairesinde her geçen gün arttırmaya gayret ediyor, bunun da meyvelerini alıyoruz” şeklinde konuştu.

Ülkenin Gelecek Nesillerini Yetiştiren Kütüphaneler

Başkan Büyükkılıç, kütüphanelerin ülkenin gelecekte öğretmeni, doktoru, mühendisi, akademisyeni, bilim ve teknolojinin ışığında her alanda üreteni olacak nesillerin yetişmesine önemli katkılar sunduğuna işaret ederek, “Gençlerimizin ufkunu açan, onlara yeni yollar çizen kitapların yuvası olan kütüphanelerimiz geçmişten günümüze büyük bir öneme sahiptir. Gençlerimize kütüphanelerin anlam ve önemini anlatıp, sevgisini aşılarken büyükşehir belediyesi bünyesinde 15 kütüphanede toplam 200 bin 221 adet basılı kitabın yanı sıra e kitaplar ile tüm vatandaşlarımıza hizmet veriyoruz. Ücretsiz çay, çorba, internet hizmetleri gibi imkânların da yer aldığı, kapasitesi 5 bin 650 kişi olan kütüphanelerimiz gençlerimiz başta olmak üzere tüm vatandaşlarımızın severek hizmet aldığı güzide mekânlar haline geldi” ifadelerini kullandı.

1 milyon 260 bin metrekarelik Recep Tayyip Erdoğan Millet Bahçesi içerisine 6 bin 100 metrekarelik klasik kütüphane anlayışının dışında özel olarak tasarlanmış devasa İl Halk Kütüphanesi’nin tamamlanma aşamasına geldiğini kaydeden Büyükkılıç, gelişen, büyüyen, kalkınan bir Kayseri ve Türkiye’nin en önemli temel taşlarından biri olan kütüphanelerin önemine vurgu yaptı. Başkan Büyükkılıç, “Bu duygu ve düşüncelerle, kütüphanecilerimiz ve kitapseverlerin 61’inci Kütüphane Haftası’nı kutluyorum” dedi.

Sanatın özgürleşmesi ve adaletin her alanda tesis edilmesi şart: Özel tiyatrolar artık çözüm istiyor
Özel tiyatroların sanatsal üretimini zenginleştirirken ekonomik, sosyal ve hukuki açıdan güçlenmesi ve sürdürülebilir hale gelmesi için çalışan Tiyatro Kooperatifi, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü kapsamında ortaklarıyla buluştu. Kooperatifin alana dair çalışmalarının değerlendirildiği bu buluşmada, tiyatroların ekonomik anlamda yaşadıkları zorluklar masaya yatırılırken, aynı zamanda sanatsal ve ifade özgürlüğü açısından da karşı karşıya kaldıkları sorunlar gündeme getirildi.
Tiyatro Kooperatifi, 2019 yılından bu yana tiyatro sanatının kamusal bir faaliyet olduğu gerçeğinden hareketle özel tiyatroların çalışma alanına dair farkındalığı artırmak ve mevzuatta iyileştirme yapılması için hak temelli savunuculuk faaliyetleri yürütmeye devam ediyor. Mayıs 2018’de 13 özel tiyatronun girişimiyle başlayan ve bugün 80’e yakın özel tiyatroyu temsil eden kooperatif; özel tiyatroların mevcut durumu, talepleri ve ihtiyaçlarını konuşmak için 27 Mart Dünya Tiyatro Günü kapsamında ortağı olan tiyatrolarla bir araya geldi.
Tiyatro Kooperatifi Yönetim Kurulu Başkanı Mert Fırat’ın açılış konuşması ile başlayan buluşmada, özel tiyatroların sürdürülebilir bir yapıya kavuşması gerekliliği ile sektörün gelişimi için temel ihtiyaçlar ve çözüm önerileri bir kez daha gündeme getirildi.
“Sanatsal özgürlük, toplumsal adaletten ayrı düşünülemez”
Mert Fırat, toplantıda yaptığı konuşmada şu ifadelere yer verdi: “Sanatçıların ve tiyatroların geleceği, sadece ekonomik desteklerle değil, aynı zamanda hukukun herkese eşit şekilde işlediği bir ortamla güvence altına alınabilir. Sanatın özgürleşmesinin, ifade özgürlüğü ve toplumsal adaletin tesisinden ayrı düşünülemeyeceğini her fırsatta vurguluyoruz. Sanatın özgür olmadığı yerde, toplum da nefes alamaz. Bunun yanı sıra tiyatro sanatçılarının seyircileriyle kurduğu ilişkinin, ticari kısıtlamalar ve vergi yükleriyle önünün kesilmemesi gerekiyor. Özel tiyatrolar sadece ticari işletmeler olarak değil, toplum yararına, sanatın sanatçının desteklendiği kültürel mirası ve hafızayı taşıyan değerli yapılar olarak ele alınmalı”
Tiyatroların sürekliliği için somut adımlar atılmalı
Toplantıda, özel tiyatroların mevcut durumunun iyileştirilmesi için atılması gereken adımlar detaylandırıldı:

  • Vergi yükünün hafifletilmesi
  • SGK ve KDV teşvikleri
  • Tiyatrolar için destek mekanizmalarının geliştirilmesi ve çeşitlendirilmesi
  • Elektrik, su ve doğal gaz gibi temel giderler için indirim sağlanması
  • KOSGEB gibi destek mekanizmalarının tiyatrolar için uygulanabilir hale getirilmesi
  • Sponsorluk ve bağış sistemlerinin uluslararası örneklerde olduğu gibi geliştirilmesi

Tiyatro Kooperatifi, sanatsal üretimin baskı altında olmadan, özgür bir ortamda gerçekleşebileceğini vurgulayarak, tiyatroların eğlence sektörünün bir parçası olarak görülmemesi gerektiğine dikkat çekti. “Tiyatro sanatının birleştirici gücü, dayanışma ve empatiyle topluma birlikte düşünebilme imkânı vermesiyle sanatın ve toplumsal hassasiyetlerin de ötesinde bir yaşam felsefesi inşa eder. Tam da bu sebeple üzerindeki toplumsal ve ekonomik baskı, sadece sanatçılara değil, topluma ve sanata erişime de zarar verir” ifadesiyle, sanatta özgürlüğün neden vazgeçilmez olduğunu bir kez daha hatırlattı.
Kamu, sivil toplum ve özel sektörle iş birlikleri sürecek
Kooperatif, tiyatroların ekonomik, sosyal ve hukuki anlamda güçlenmesi için kamu otoriteleri, belediye yönetimleri, sivil toplum kuruluşları ve özel sektörle yeni iş birlikleri oluşturma yönünde adımlar atmaya devam edeceğini belirtti.
Toplumsal adaletin, hukukun ve sanatın birbiriyle bağıntılı olduğu gerçeğiyle hareket eden Tiyatro Kooperatifi, tiyatroların geleceği için her alanda özgürlüğün ve adaletin tesis edilmesi gerektiğini bir kez daha vurguluyor.

Bilim İletişim Ofisi ERÜ’de Kuruldu

Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tarafından hayata geçirilen Bilim İletişimi Ofisi projesi kapsamında, Erciyes Üniversitesi (ERÜ) Kurumsal İletişim Koordinatörlüğü bünyesinde Bilim İletişim Ofisi kuruldu.

Türkiye’nin bilimsel gelişimini desteklemek ve Türk bilim insanlarını küresel ölçekte daha görünür hale getirmek amacıyla YÖK bünyesinde Bilim İletişimi Ofisi kuruldu. Bu kapsamda bilimsel faaliyetleri ile her zaman adın söz ettiren ERÜ’de de Bilim İletişim Ofisi’nin kuruluşu tamamlanarak Kurumsal İletişim Koordinatörlüğü bünyesinde faaliyete başladı.

Bilim İletişim Ofisi hakkında bilgi veren ERÜ Rektörü Prof. Dr. Fatih Altun, bilimsel çalışmaların kamuoyuna daha etkili bir şekilde duyurulmasının önemli olduğunu söyledi.

Rektör Prof. Dr. Altun, şunları kaydetti: “Bilim ve teknoloji hızla ilerlerken, üniversitelerin sadece akademik bilgi üretmesi yetmemekte; bu bilginin toplumla buluşması da büyük önem taşımaktadır. Tam da bu noktada, Yükseköğretim Kurulu’nun hayata geçirdiği ‘Bilim iletişimi Ofisi’ girişimi kapsamında, Erciyes Üniversitesi olarak biz de bu önemli sürecin bir parçası olmaktan büyük bir gurur duyuyoruz” dedi.

Genç araştırmacıların bilim iletişimi konusunda bilinçlenmeleri için eğitim programları ve atölyeler düzenleyeceklerinin altını çizen Rektör Prof. Dr. Altun, şunları kaydetti: “Üniversitemizin Kurumsal İletişim Koordinatörlüğü bünyesinde kurduğumuz Bilim iletişimi Ofisi ile akademik araştırmaları ve bilimsel gelişmeleri daha geniş kitlelere ulaştırmayı amaçlıyoruz. Bilim insanlarımızın çalışmalarını kamuoyuyla paylaşmalarına destek olurken, bilimsel bilgiyi herkesin anlayabileceği bir dille sunarak toplumun bilimle daha yakın bir ilişki kurmasını sağlamayı hedefliyoruz. Ofisimiz, geleneksel iletişim süreçlerini ve dijital platformları aktif bir şekilde kullanarak üniversitemizin araştırmalarını görünür kılacak ve akademisyenlerimizin seslerini daha geniş kitlelere duyurmalarına yardımcı olacak. Ayrıca, öğrencilerimizin ve genç araştırmacılarımızın bilim iletişimi konusunda bilinçlenmeleri için eğitim programları ve atölyeler düzenleyeceğiz.”

Bilim İletişimi Ofisi’nin Nisan ayı içerisinde etkinliklere başlayacağını belirten Rektör Prof. Dr. Altun, “Alanında etkin çalışmalar yapmış, bilim insanlarının ‘Bilim Kafe’ toplantıları ile şehrimizde belirleyeceğimiz belirli noktalarda halkımız ile bir araya gelmelerini sağlayacağız. Bu konuda da öncü olan Erciyes Üniversitesi, aşı geliştirme süreçlerini anlatacak olan Üniversitemiz Aşı Araştırmaları ve Geliştirme Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Aykut Özdarendeli hocamızın Nisan Ayı içerisinde yapacağı ‘Bilim Kafe’ buluşması ile etkinliklerimizi başlatmış olacağız” diye konuştu.

Düzenlenecek etkinlikler ile Erciyes Üniversitesi’nin bir köprü görevi üstleneceğine dikkat çeken Rektör Prof. Dr. Altun, bilimin sadece kampüste kalmasına değil, halk ile paylaşılması anlamında güzel bir faaliyet içerisinde olacaklarını vurguladı.

Rektör Prof. Dr. Altun, Türkiye’nin sayılı araştırma üniversitelerinden birisi olan Erciyes Üniversitesi’nin birçok alanda olduğu gibi Bilim Kafe etkinliklerinde de öncü bir çalışma içerisinde olacağını belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bilim Kafelerde hocalarımız bilimsel konuları akademik anlatımın ötesine taşıyarak, bir kafede sohbet eder gibi paylaşacaklar. Nanoteknolojiden kuantuma, uzaydan yapay zekâya, tarımın geleceğinden iklim eylemine kadar pek çok konuyu çay-kahve eşliğinde kimsenin yabancı kalmayacağı bir dille anlatacaklar. Böylelikle bilimsel bilgiyi Üniversitemiz kampüsünün veya akademik yayınların sınırlarının dışına çıkararak toplumla buluşturmayı ümit ediyoruz. Erciyes Üniversitesi olarak, bilim ve toplum arasındaki köprüyü güçlendirme vizyonumuzla, bu alanda Türkiye’de öncü üniversitelerden biri olmayı hedefliyoruz. Tüm akademisyenlerimizi, öğrencilerimizi ve tüm basın mensuplarımızı bu sürece katkı sağlamaya ve bizimle iş birliği yapmaya davet ediyoruz.”

Uçhisar Yeryüzü Pazarı İçin Geri Sayım Başladı: Yerel Üretici Eğitimleri Devam Ediyor!

Türkiye’nin 6. Yeryüzü Pazarı olacak Uçhisar Yeryüzü Pazarı projesi kapsamında yerel üretici eğitimleri devam ediyor.

Ahiler Kalkınma Ajansı’nın katkı sunduğu ve Kapadokya Üniversitesi (KÜN) tarafından projelendirilen Kapadokya’da, iyi, temiz ve adil üretim çerçevesinde yerel tarımsal ürün üreticisi kadınların ürünlerini maddi değerinde ve doğrudan ilgili tüketiciye satış yapma imkânı sunarak ekonomik hayata entegrasyonlarını sağlamayı, yaşam kalitelerinin artırmayı ve kazanç elde etmelerini amaçlayan ve SOGEP kapsamında T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından desteklenmeye hak kazanan “Kapadokya Slow Food Yeryüzü Pazarı” başlıklı proje için yerel üretici eğitimleri devam ediyor

Şef Yasemin Güzel’in verdiği eğitimlerde, üreticilere hem etik ve sürdürülebilir üretim ilkeleri hem de pazarlama ve satış tekniklerinin öğretilmesi amaçlanıyor. Program kapsamında ilk olarak “Slow Food Felsefesi ve Yeryüzü Pazarı Kriterleri” ele alınarak, “iyi, temiz ve adil” üretim anlayışı tanıtıldı. Yeryüzü Pazarı’nın kriterleri detaylandırılırken geleneksel çiftçi pazarlarından farkları ve etik kavramının kapsamında üreticilere bilinçli ve sorumlu bir yaklaşımla üretim ve satış süreçleri yönetimi anlatıldı. “Ürünlerin Kalite ve Sürdürülebilirlik Standartları” başlığı altında, mevsimsellik, katkı maddesiz üretim ve çevre dostu ambalajlama gibi konuların işlendiği eğitimlerde, plastik kullanımının azaltılması ve atık yönetimi konuları ele alındı. Karbon ayak izini düşürmeye yönelik sürdürülebilir lojistik planlama stratejilerinin önemi vurgulandı. “Hijyen, Gıda Güvenliği ve Etiketleme” başlığı altında, üretimden satışa kadar uyulması gereken kurallar ile üretim alanlarında, pazar stantlarında ve depolama süreçlerinde alınması gereken hijyen önlemleri ayrıntılı olarak aktarıldı. HACCP uygulamalarının ev ortamında nasıl uygulanabileceği ifade edildi. Bozulabilir gıdaların taşınması ve saklanmasına dair önemli bilgiler verilirken, ürünlerin doğru şekilde etiketlenmesi, içerik ve alerjen bilgileri ile son tüketim tarihi gibi kritik unsurların önemine dikkat çekildi.

“Etkili ve Etik Satış Teknikleri, Davranış Eğitimleri” konusunda ise müşteri iletişimi, fiyatlandırma, hikâye anlatımı ve dijital pazarlama yöntemleri öğretileceği eğitimlerde, adil ticaret anlayışı doğrultusunda, üretim maliyeti ve kâr dengesi gözetilerek fiyat belirleme stratejileri anlatılacak. Üreticilere, ürünlerini hikâye anlatımı yoluyla nasıl tanıtabilecekleri öğretilerek, yerel kültür ve geleneklerin satış sürecinde nasıl ön plana çıkarılabileceği gösterilecek. Ürün görsellerinin ve sunumlarının nasıl iyileştirilebileceği de bu bölümde ele alınacak. Müşteri şikayetlerini yönetme yöntemleri ve satış sonrası müşteri ilişkileri konularında eğitim verilecek. Ayrıca, e-ticaretin ve dijital pazarlamanın günümüzdeki önemi vurgulanarak, sosyal medyanın satışları artırmada nasıl etkili kullanılabileceği konusunda uygulamalı bilgiler paylaşılacak.

Programın son aşamasında “Atölye Çalışması: Ürün Sunumu ve Pazarlama” eğitimi düzenlenecek. Bu uygulamalı eğitim kapsamında, pazar stantlarının tasarımı ve ürünlerin düzenlenmesi konusunda çalışmalar yapılacak. Üreticilere, ürünlerini en etkili şekilde sunmaları için öneriler sunulacak. Pazarlama stratejileri ile ürünlerin hikâyelerinin nasıl oluşturulacağı konularını katılımcılar uygulamalı olarak öğrenecek.

Bu kapsamlı eğitim programı ile yerel üreticiler, sürdürülebilir ve adil üretim konusunda bilinçlenirken, satış teknikleri konusunda da donanımlı hale gelecek. Doğaya duyarlı, adil ve nitelikli üretim anlayışını benimseyen üreticiler, Yeryüzü Pazarlarında daha başarılı olacak ve tüketicilere güvenle ulaşabilecek.

3E GROUP, ULUSLARARASI AKADEMİK İŞ BİRLİKLERİNİ GÜÇLENDİRİYOR
2025 Mart dönemiErasmus ka220HED proje başvuru sürecinde “Dünya Barışı İçin Birbirimizi Daha İyi Tanıyalım” başlığıyla Maltepe Üniversitesi liderliğinde ve Doç. Dr. Meltem Çiçek koordinatörlüğünde Ulusal Ajans’a yapılan proje teklifinde 3e Group Yönetim Kurulu Başkanı Rüçhan Derici de Associate partner olarak yer aldı. Küresel bağlamda sürdürülebilir barış kültürünü tesis etmek amacıyla multi-kültürel eksende kapsayıcılık, çeşitlilik ve eşitlik yaklaşımıyla kültürlerin birbirini tanımasına odaklanmak suretiyle planlanan projenin kabul edilmesi durumunda; belgeselden sanal müzeye, akademik makale ve kitaplardan, barış kültürü derslerine uzanan geniş bir yelpazede birçok çalışma yapılacak ve projenin lojistik ihtiyaçları kapsamında da Associate partner Rüçhan Derici’den, lojistik yönetimi alanında destek alınacak.

‘Uluslararası iş birliklerinde aktif rol alıyoruz’

Uluslararası etkileşimlerinin önemine dikkat çeken 3E Group Yönetim Kurulu Başkanı Rüçhan Derici, projeye verdikleri desteği şu sözlerle değerlendirdi:

“Barış, kapsayıcılık ve eşitlik odaklı akademik işbirliklerine katkı sunmak bizim için büyük bir gurur. Lojistik yönetimi alanındaki yıllara dayanan tecrübemizle, uluslararası projelerde aktif rol alarak bilgi birikimimizi paylaşmaya devam ediyoruz. Bu projede yer alan tüm partnerleri tebrik ediyor, sürecin başarılı bir şekilde ilerlemesini diliyorum. Türkiye, Macaristan, Polonya, Fransa ve İtalya’dan akademik kurum ve kuruluşların iş birliğiyle hayata geçirilen bu proje, kültürlerarası anlayışı güçlendirmeyi ve eğitimde sürdürülebilir bir model oluşturmayı hedefliyor. 3E Group, küresel akademik iş birliklerine verdiği stratejik destekle, bu projede önemli bir rol üstlenmeye devam edecek.”

RAFİK SCHAMİ’NİN ŞAM SOKAKLARINDAN İLHAM ALAN BÜYÜLEYİCİ ROMANI SEN ANLATINCA, ÇÖLLERDE ÇİÇEKLER AÇIYOR AYRINTI’DAN ÇIKTI!

Suriye kökenli ünlü yazar Rafik Schami’nin Sen Anlatınca, Çöllerde Çiçekler Açıyor adlı kitabı, yazarın doğup büyüdüğü Şam sokaklarından ilham alarak yarattığı masalsı öyküleri, bir hikâye içinde buluşturuyor. Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan roman, Schami’nin şiirsel dili ve zengin anlatımıyla okurları büyüleyici bir dünyanın içine çekiyor. Kadim Doğu kültürünün derinliklerinden gelen öyküler sevgi, umut, hüzün ve insan ruhunun direnci gibi evrensel temalara dokunuyor. Hikâye anlatmanın iyileştirici gücüne ve kültürel mirasın önemine vurgu yapan Sen Anlatınca, Çöllerde Çiçekler Açıyor, aynı zamanda okuru uzak diyarlara doğru duygusal bir yolculuğa çıkarıyor.

Rafik Schami’nin kaleme aldığı Sen Anlatınca, Çöllerde Çiçekler Açıyor adlı romanı, Levent Bakaç’ın çevirisiyle Ayrıntı Yayınları’nın Edebiyat dizisinde okurlarla buluşuyor.

Sen Anlatınca, Çöllerde Çiçekler Açıyor Almanca yazan Suriyeli ünlü yazar Rafik Schami’nin kaleme aldığı, hikâye anlatımının büyülü gücünü ve sözlü geleneklerin insan ruhunu nasıl canlandırdığını konu alan bir romandır. Kahramanlarının Sultan Salih, Sultan Yasemin, Öykücü Karam ve Nedime Nura olduğu bir çerçeve öykü kapsamında yüzden fazla kısa öykünün yer aldığı roman, anlatıcının gözünden, Doğu kültürüne özgü efsanevi ve gerçek öykülerin iç içe geçtiği; anıların, acının, sevincin ve hüznün, neşenin ve dersler çıkarmanın harmanlandığı bir atmosfer sunar. Anlatılan her öykü, kurak ve ıssız görünen bir çölü, anlatıldıkça çiçekler açan bir bahçeye dönüştürme gücüne sahiptir; tıpkı öykülerin dinleyenlerde umut ve yaşam coşkusu uyandırması gibi.

Schami, eserde geleneksel sözlü anlatımın inceliklerini zarif bir dille işlerken, kültürel hafızanın ve bireysel kimliğin oluşumuna dair derin gözlemler sunar. Mizah, trajedi, tarih ve felsefenin içiçe geçtiği bu öykülerde, okura sadece geçmişe dair nostaljik bir bakış sunmakla kalmaz, aynı zamanda günümüz dünyasındaki sosyal çelişkileri, kültürel kopuklukları ve geleceğe dair beslenmesi gereken umutları da gündeme getirir.

Sonuç olarak, Almanca adıyla Wenn du erzählst, erblüht die Wüste, anlatı gücünün, en çorak toprakları bile yaşam ve güzellikle doldurabilen dönüştürücü etkisini gözler önüne serer. Bu roman, öykülerin insan ruhunda yarattığı iyileştirici etkiyi ve kültürlerarası bağları güçlendiren öykü ve masal anlatı geleneğinin önemini büyük bir zarafetle vurgular.

Beynin Kendini İyileştirme Yeteneği Öğrenme Güçlüğüne Umut Oluyor

Teknolojik gelişmeler, sağlık sektörüne hem kolaylıklar getiriyor hem de sektörü dönüştürüyor. Yapay zekâ destekli teşhislerden giyilebilir cihazlara kadar birçok yenilik, hastalıkların çözümünde ve sorunların giderilmesinde etkili çözümler sunuyor. Bu bağlamda beyin dalgalarını analiz ederek insan-makine etkileşimini mümkün kılan nöroteknoloji; ilaçsız, kişiselleştirilmiş ve maliyet olarak daha uygun bir seçenek sunarak her 10 kişiden yaklaşık 1’inde görülen disleksi gibi öğrenme güçlüğü sorunları yaşayan bireylere yeni bir umut ışığı oluyor.

Teknolojik gelişmeler, hayatımızın her alanında bize kolaylık ve konfor sunmaya devam ediyor. Sabahları uyandığımızda ilk iş olarak elimize aldığımız telefonlarımızdan temassız ödeme sistemlerine kadar her yerde teknoloji ile iç içe yaşıyoruz. Yeni teknolojiler, daha önce imkânsız görülen kapıları aralayarak dünya çapında birçok sektörü kökten değiştiriyor.

Sağlık sektörü ise teknolojinin en hızlı dönüştürdüğü alanlardan biri olarak öne çıkıyor. Yapay zekâ destekli teşhis sistemleri, hastalıkların erken teşhisini mümkün kılarken, giyilebilir cihazlar sayesinde hastaların sağlık durumları anlık olarak takip edilebiliyor. Robotik cerrahi sistemleri, daha hassas ve minimal invaziv ameliyatların yapılmasına olanak sağlarken, tele-tıp uygulamaları sayesinde hastalar evlerinden çıkmadan uzman doktorlara ulaşabiliyor. Son yapılan araştırmalara göre sağlık bilişim teknolojileri pazarının2024 yılında yaklaşık 360 milyar dolar olduğu tahmin edilirken bu rakamın 2029’a kadar yüzde 15’lik yıllık büyüme oranıyla 730 milyar doların üzerine çıkması bekleniyor.

“Kızlara Göre Erkeklerde 5 Kat Daha Fazla Görülüyor”

Sağlık teknolojilerinin yeni çözümler sunduğu alanlardan birini de öğrenme güçlüğü oluşturuyor. Geleneksel öğretim yöntemleri, özellikle öğrenme güçlüğü yaşayan çocuklar için çoğu zaman yetersiz kaldığını belirten Auto Train Brain CEO’su Dr. Günet Eroğlu, “Nöroteknoloji uygulamaları öğrenme güçlüğü yaşayan bireylere umut oluyor. Kızlara göre erkeklerde 5 kat daha fazla görülen öğrenme güçlüğü olan disleksi, toplumumuzda hastalık olarak biliniyor fakat bir hastalık değil, nörogelişimsel bir farklılıktır. Kişilerde sanılanın aksine zekâ geriliği yok. Bu bireyler üstün zekaya sahip olabiliyor. Bu nedenle, tüm vücudu kontrol eden bir sistem olan beynin işleyişini anlayıp, beyin dalgalarını analiz ederek nöro geri bildirim teknikleriyle ilgili bölgeleri iyileştirilebiliyor” dedi.

“Beyin Sinyallerini Anlamak Yaklaşık 800 Milyon Disleksili Bireye Umut Oluyor”

Öğrenme güçlüğünün nöronlar arasındaki sinyal sisteminin farklı işleyişinden kaynaklandığını belirten Dr. Eroğlu, sözlerine şöyle devam etti: “Ancak nöroplastisite sayesinde, beyin bu farklılığa rağmen yeni bağlantılar kurarak öğrenme sürecini iyileştirebilir. Beyinden gelen sinyallerin güçlü ve zayıf yönleri analiz ediliyor. Bunun neticesinde farklı öğrenme stillerine uygun kişiye özel eğitim içerikleri sunuluyor ve böylece beynin sinyal işleyişi normalleştiriliyor. Bu uygulama dünya nüfusunun yüzde 10’unu etkileyen yaklaşık 800 milyon disleksik bireye umut oluyor. Çünkü hem ilaçsız bir tedavi sunuyor hem de kişilere istediği zaman ve mekânda kendini geliştirme olanağı sunuyor.”

Bir Saatini Dünyaya Ver, Geleceğe Zaman Kazandır
WWF’in iklim krizi ve doğa kayıplarına dikkat çekmek için 2007’den bu yana gerçekleştirdiği küresel etkinlik Dünya Saati, yarın, 22 Mart 2025 Cumartesi günü “Dünya için bir Saatini Ver” çağrısıyla düzenleniyor.
190’dan fazla ülkede milyonlarca insanın katılacağı etkinlik kapsamında dünya genelinde anıtlar ve kurumlar, yarın akşam 20.30 – 21.30 saatleri arasında ışıklarını kapatacak. Bireysel ve kurumsal katılımcılar da Dünya Saati sayfasından seçecekleri geleceğe zaman kazandıracak bir etkinlik ile dünya için bir saatlerini ayıracak.
Ülkemizde WWF-Türkiye’nin (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) öncülük ettiği Dünya Saati kapsamında çok sayıda anıt, kurum, spor kulübü, üniversite, belediye ve kamu kuruluşu yarın, gezegenimiz için faydalı bir etkinlik yaparak geleceğimize umut ve ilham ışığı olma çağrısına kulak verecek.
WWF’in (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) çağrısıyla her yıl Mart ayında küresel katılımla düzenlenen Dünya Saati, 2025 yılı kapsamında yarın akşam 20.30 – 21.30 saatleri arasında gerçekleşecek. Dünyanın dört bir yanındaki anıtlar ve kurumlar, derinleşen doğa kayıpları konusunda farkındalık yaratmak için dış aydınlatmalarını kapatacak.
Türkiye’de Panasonic Electric Works Türkiye ana sponsorluğunda düzenlenen Dünya Saati’nde bireyler ve kurumlar, yarın akşam ışıklarını kapatarak ya da gezegen dostu etkinliklere katılarak dünyanın dört bir yanından milyonlarca insanla birlikte gezegenimizin geleceğine zaman kazandırabilecek. Bu yıl 22 Mart Dünya Su Günü ile aynı tarihe denk gelen Dünya Saati’nde, su temalı mesaj ve etkinlikler ile “Su için bir Saatini Ver” çağrısı da yapılacak.
Dünya Saati’nde, bir saatini vererek geleceğe zaman kazandırmak isteyenler için seçim yapabilecekleri çok sayıda öneri yer alıyor. “Dünya için bir saatimi ayırıyorum ve daha fazlasını yapmak istiyorum” diyenler için WWF-Türkiye’nin doğa koruma çalışmalarına destek olarak Dünya Saati Bağış Sertifikası alma seçeneği de bulunuyor.

Cumhuriyet Eğitime Katkı Ödülleri için son başvuru tarihi 25 Nisan
Cumhuriyet gazetesi tarafından düzenlenen Cumhuriyet Eğitime Katkı Ödülleri, eğitim alanında fark yaratan projeleri ödüllendirmeye hazırlanıyor. Geleceğin Eğitimi 2025 Zirvesi kapsamında verilecek ödüller, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları arasındaki iş birliklerini teşvik etmeyi, eğitime katkı sağlayan projeleri ön plana çıkarmayı hedefliyor. Özel sektör şirketlerinin başvurabildiği yarışmaya başvurular 25 Nisan’a kadar devam ediyor.
Eğitim alanında yenilikçi çözümler geliştiren, sürdürülebilir modeller oluşturan ve eğitime değer katan kişi ve kurumları onurlandırmayı hedefleyen Cumhuriyet Eğitime Katkı Ödülleri’nin başvuru süreci başladı.
Özel sektör şirketlerinin başvurabildiği yarışmaya başvuruların geçerli sayılabilmesi için şirketlerin, bir sivil toplum kuruluşu (STK) ile ortak yürüttükleri ve etkisini kanıtlayabildikleri projelerle katılım sağlaması gerekiyor. Henüz başlamamış veya fikir aşamasında olan projeler değerlendirilmeye alınmıyor.
Ödüller hangi kriterlere göre değerlendirilecek?
Başvurular, alanında uzman jüri üyeleri tarafından belirlenen beş ana kriter doğrultusunda değerlendirilecek: STK iş birliği, sosyal etki, erişim kapsamı, süreklilik ve sürdürülebilirlik ile inovasyon. STK iş birliği, projenin bir sivil toplum kuruluşuyla ortak yürütülmesini ve iş birliğinin etkinliğini temel alıyor. Sosyal etki, eğitime sağlanan katkının ölçülebilir ve kanıtlanabilir olmasıyla belirleniyor. Erişim kapsamı, desteklenen öğrenci ve genç sayısına göre değerlendirilirken, süreklilik ve sürdürülebilirlik kriteri, projenin uzun vadeli etkisine odaklanıyor. İnovasyon ise eğitimde yaratıcı çözümler ve yenilikçi uygulamaların varlığını inceliyor.
Başvuru süreci ve şartları
Başvuruda bulunacak şirketlerin, Cumhuriyet Vakfı Eğitim Bursu’na bir yıllık burs bedeli olan 13 bin 500 TL bağış yapması gerekiyor. Başvurular, web sitesindeki form üzerinden gerçekleştiriliyor.
Başvuruların tamamlanmasının ardından Cumhuriyet gazetesi ve Cumhuriyet Vakfı tarafından yapılacak ilk değerlendirme sonucunda, jüriye sunulacak projeler belirlenecek. 5 Mayıs’ta toplanacak seçici kurul, ön elemeden geçen projeleri inceleyecek. Kazanan projeler, 26 Mayıs’ta Geleceğin Eğitimi 2025 Zirvesi’nde düzenlenecek törenle açıklanacak.

Efeler Yolu, Kültür Rotası ÇEKÜL Vakfı Yürüyüşü: Doğa ve Kültüre Sahip Çık!

ÇEKÜL Vakfı, doğa ve gönüllülük bilincini yaymak amacıyla Efeler Yolu Kültür Rotası’nda yürüyüş serisinin startını veriyor. Yürüyüş, ÇEKÜL Vakfı gönüllüsü olan deneyimli dağcı ve doğa yürüyüşçüleri Bircan Ateş ile Serkan Özer tarafından, ÇEKÜL’e Gönüllü Ol’ çağrısıyla gerçekleştirilecek ve 5 günde 5 etap tamamlanacak. Doğaseverler, Efeler Yolu’nun eşsiz güzellikleri içinde gerçekleşecek deneyimi sosyal medya hesaplarından takip edebilecek.

ÇEKÜL Vakfı, doğa ve kültür mirasına dikkat çekmek amacıyla 27 ana etap ve 1 alternatif hattan oluşan, toplamda 500 km uzunluğundaki Efeler Yolu Kültür Rotası’nda bir keşif yolculuğuna çıkıyor. ÇEKÜL Gönüllüsü, deneyimli dağcı ve doğa yürüyüşçüleri Bircan Ateş ve Serkan Özer’in gerçekleştireceği bu yürüyüşte, doğanın ve tarihin izleri adım adım takip edilecek. 28 Mart Cuma günü Sarıyurt – Bayındır etabı ile başlayacak olan yürüyüş, ilk 5 etap sonunda 01 Nisan Salı günü Birgi – Ödemiş ile sona erecek.

ÇEKÜL Gönüllüsü olmaya davet ediyoruz

Doğaseverler, Efeler Yolu, Kültür Rotası ÇEKÜL Vakfı Yürüyüşü’ nü ÇEKÜL Vakfı ile Bircan Ateş ve Serkan Özer’in sosyal medya hesaplarından takip edebilecek. Bununla birlikte ÇEKÜL Gönüllüsü olmak isteyenler başvurularını, bu link üzerinden yapabilecek.

ÇEKÜL Vakfı Genel Sekreteri Ilgın Sözen, “Bu yürüyüş, doğa ve kültür mirasımızla kurduğumuz bağı güçlendirme çağrısıdır. 35 yıldır bu bilinçle çalışıyoruz ve Efeler Yolu’nu ÇEKÜL gönüllülerimizin adımlarıyla daha görünür kılmak istiyoruz” diyerek etkinliğin önemine vurgu yaptı.

Sözen, “Bugüne kadar birçok kentte bu bilinçle öncülük ettik ve etmeye devam ediyoruz. Havza boyutunda, yerel yönetimlerle iş birliği içinde yürüttüğümüz koruma çalışmalarımızın değerli bir parçası olan Efeler Yolu, Kültür Rotası, İzmir Valimiz Sayın Dr. Süleyman Elban’ın yürütücülüğünde hayata geçirildi. İzmir’in Bornova ilçesinden başlayıp Nif Dağı ve Bozdağlar’ı aşarak Kiraz’a kadar uzanan 500 kilometrelik Efeler Yolu Kültür Rotasını, ÇEKÜL Gönüllülerimiz Bircan Ateş ve Serkan Özer’in adımlarıyla görünür kılmak istiyoruz. İzmir Valiliği’nin de desteklediği bu yürüyüş, doğa ve kültür mirasımızla kurduğumuz bağı güçlendirme çağrısıdır. ÇEKÜL Vakfı olarak, bu değerleri yaşatmak ve geleceğe taşımak isteyen herkesi gönüllü olmaya davet ediyoruz’’ diye konuştu.

120 kilometrelik bir miras rotasını adımlayacağız

Efeler Yolu, Kültür Rotası yürüyüşünü gerçekleştirecek ÇEKÜL Gönüllüsü dağcı ve doğa yürüyüşçüsü Bircan Ateş, “Bu sadece bir yürüyüş değil; tarihin izini sürerken günümüzle bir köprü kuruyoruz’’ dedi. Ateş şu çağrıyı yaptı: “Önümüzde, doğa ve kültürle iç içe beş günlük bir yolculuk var. Efeler Yolu, Kültür Rotası’nın 7, 8, 9, 10 ve 11. etaplarını yürüyerek 120 kilometrelik bir miras rotasını adımlayacağız. Her adımda eski yolları, dağları ve yaylaları keşfedeceğiz. Yüzlerce yıllık köylerin sokaklarında hikâyeleri dinleyecek, doğanın ve kültürün iç içe geçtiği bu eşsiz rotayı birlikte deneyimleyeceğiz. Bu mirası yaşatmak ve geleceğe taşımak için sizleri de ÇEKÜL Gönüllüsü olmaya davet ediyoruz’’

Gönüllülük, iz bırakmanın en anlamlı yollarından biri

ÇEKÜL Gönüllüsü dağcı ve doğa yürüyüşçüsü Serkan Özer ise, “Efeler Yolu’nda her adımda bir doğa harikası ve unutulmuş hikâyelerle karşılaşacağız. Gönüllülük, iz bırakmanın en anlamlı yoludur” dedi.

Özer şöyle konuştu: “ÇEKÜL Vakfı Gönüllüsü olarak Efeler Yolu Kültür Rotası’nda doğal ve kültür mirasımızı keşfetmek ve geleceğe taşımak için yola çıkıyoruz. 27 ana ve 1 alternatif hattan oluşan bu 28 etaplık yürüyüş, bizi zamanın derinliklerine götürecek. Her adımda bir doğa harikasıyla karşılaşacak, belki de unutulmuş hikâyeleri yeniden gün yüzüne çıkaracağız. Gönüllülük, iz bırakmanın en anlamlı yollarından biri. ÇEKÜL Vakfı ile birlikte doğa ve kültürü yaşatabilir, mirasımızı geleceğe hep beraber taşıyabiliriz.”

ANBER ONAR’IN YENİ SERGİSİ “in case…”, GİRNE’DE, ART ROOMS GALERİ’DE AÇILDI!

Sanatçı Anber Onar’ın “in case…” isimli yeni sergisi, Kıbrıs’ın önde gelen çağdaş sanat galerilerinden Art Rooms Galeri’de açıldı! Sanatçının farklı tekniklerle ürettiği yeni çalışmalarını bir araya getiren sergide enstalasyon, fotoğraf, kolaj, video, heykel ve resim gibi çeşitli disiplinlerden eserler yer alıyor. Küratörlüğünü Oya Silbery’nin üstlendiği sergi toprak, savaş ve göç meselelerinden tanınma ve aidiyet sorunlarına; kimlik, beden ve birey temalarından özgürlükler, kısıtlamalar, hafıza, unutma, bakış ve iktidar ilişkilerine uzanan geniş bir kavramlar yelpazesinde şekilleniyor. Arkın Yaratıcı Sanatlar ve Tasarım Üniversitesi (ARUCAD) işbirliğiyle gerçekleşen “in case…” sergisi, 16 Mayıs 2025 tarihine kadar pazar hariç her gün 13.30 – 20.30 saatleri arasında Art Rooms Galeri’de ziyaret edilebilir.

Kıbrıs sanat dünyasının öncü isimlerinden Anber Onar’ın yeni dönem üretimlerini bir araya getiren sergisi “in case…”,izleyiciyi içine alan rahatlatıcı bir estetikle sararken, düşündürücü bir perspektif sunuyor. Sanatçı aynı zamanda, kişisel ile kamusal, yerel ile uluslararası arasında bir bağ oluşturan kendine özgü sanat diliyle, izleyenleri bu meselelere yönelik güncel politikaları sorgulamaya iten bir bakış getiriyor.

Anber Onar’ın eserlerinin temelini, “bağlı-katlamalar” adını verdiği özenle katlanmış ve bağlanmış kumaş nesneler (kumaş, deri veya tuval) oluşturuyor. Sanatçının eserleri toprak meseleleri, savaş, göç, iklim krizi ve mültecilerinin durumu gibi günümüzün bölgesel ve küresel sorunlarıyla bağlantılı olarak ortaya çıkıyor. Eserler aynı zamanda tanınma ve aidiyet meseleleri, kimlik ve ötekilik arasındaki sınırların inşası, içsel ve dışsal yerinden edilme, dışlanma mekânları, beden ve birey, özgürlükler ve kısıtlamalar, bellek ve unutma, bakışın ikircikli doğası ve onun güçle ilişkisi gibi kavramlara da işaret ediyor.

Bütün bu meseleleri “in case…” sergisinde bir araya getiren Onar eserlerini “Bağlı-katlamalar, geri dönüştürülmüş giysilerin yanı sıra örtü ve çarşaf gibi malzemeleri de içermektedir; dolayısıyla, bir zamanlar sahipleri için özel bir anlam taşıyorlardı. Ancak katlanma ve bağlanma süreciyle birlikte belirli bir kapanış yaşarlar: Orijinal anlamlarından soyutlanırlar, kimliklerini kaybederler ve sanatsal olarak yeniden çerçevelenip metaforlara dönüştürülebilecek malzeme unsurları haline gelirler. Onları farklı bağlamlarda sunduğumda, anlamları dünyada olup bitenlere nasıl bağlandıklarına göre değişecektir,” sözleriyle anlatıyor.

“in case…” sergisinin kitapçığı, zengin görsel içeriklerin yanı sıra Oya Silbery, Johann Pillai, Suna Güven, Michael Walsh ve Emin Çizenel’in Anber Onar’ın çalışmalarına dair kaleme aldıkları analitik metinlerini de içeriyor. Hem sergiye hem de sanatçının genel çalışma pratiğine odaklanan bir kitap ise önümüzdeki günlerde ARUCAD Press yayınları arasında yerini alacak.

Grand Pasha Girne’de Bayram Eğlencesi Bendeniz ve Gerçek Yalgın ile Taçlanıyor

Kuzey Kıbrıs’ta Bayram Eğlencesinin Adresi: Grand Pasha Girne

Kuzey Kıbrıs’ın en gözde otellerinden biri olan Grand Pasha Girne Otel, bayram coşkusunu sevdikleriyle birlikte özel bir atmosferde yaşamak isteyenleri eşsiz bir geceye davet ediyor. 31 Mart gecesi, Ramazan Bayramı’nı taçlandıracak muhteşem bir kutlamaya ev sahipliği yapacak olan Grand Pasha Girne’de, Türk pop müziğinin efsanevi sesi Bendeniz en sevilen şarkılarını seslendirecek. Teras Ocakbaşı’nda ise Gerçek Yalgın’ın büyüleyici sesiyle unutulmaz bir müzik ziyafeti yaşanacak.

Girne’nin öne çıkan otellerinden Grand Pasha Girne Otel, bayram tatilinde misafirlerine unutulmaz bir konaklama deneyimi sunmaya hazırlanıyor. Lüks konforu, eşsiz mutfağı ve büyüleyici atmosferiyle Grand Pasha Girne, kısa bir mola vermek isteyenleri benzersiz bir bayram programıyla karşılıyor.

Türk pop müziğinin efsane ismi Bendeniz 31 Mart tarihinde Grand Pasha Girne Hotel’in Balo Salonu’nda müzikseverlerle buluşuyor. Geçmişten günümüze en sevilen şarkılarını seslendirecek olan sanatçı, güçlü sahne performansı ve etkileyici yorumuyla dinleyicilere müzik ziyafeti sunacak. Ayrıca muhteşem sesiyle Gerçek Yalgın, Teras Ocakbaşı’nda sahne alarak müzik tutkunlarına keyif dolu anlar yaşatacak.

ONUR TUNA:“BATAKLIKTAKİ GÜL OLMAYA ÇALIŞ DİYORUM KENDİME”

Akran zorbalığını ele alan “Bağlantı Hatası” adlı filmde bir kız babası olarak seyirci karşısına çıkmaya hazırlanan Onur Tuna, Ayın Söyleşisi için Milliyet Sanat’ın Mart 2025 sayısında Asu Maro’nun konuğu! Tuna’nın hayatının duraklarında dolaşan samimi söyleşi, Çanakkale’deki çocukluğundan İzmir’deki üniversite hayatına, kendine özenle inşa ettiği oyunculuk kariyerinden ikinci tutkusu müziğe uzanıyor. En önemli şeyin, yaptığı işe kendisinin inanması olduğunu söyleyen Tuna bu yaklaşımını “Şöyle değerlendiriyorum; bulunduğun alan bataklık bile olsa bataklıktaki gül olmaya çalış diyorum kendime. Çalış. Olamayabilirsin. Belki çok üstüne basarlar. Belki ölürsün o bataklıkta. Ama sen yine de gül olmaya çalış,” sözleriyle anlatıyor.

“Artık çocuk istediğimi fark ediyorum”

Eğitimci bir aileden gelen Onur Tuna’nın, uzun süre kızının yanında olamadığı için kendisini eksik hisseden bir babayı canlandırdığı “Bağlantı Hatası” filmi, 28 Mart’ta vizyona girecek. Karakteri ilk okuduğunda heyecanlandığını söyleyen oyuncu “Açıkçası 40 yaşına geldim ve hormonal olarak artık çocuk istediğimi fark ediyorum zaman zaman. Hazırlanırken de acaba bir kız çocuğum olsaydı nasıl olurdu diye düşünerek çok vakit geçirdim,” diyor.

“Yüzlerce tekerleme biliyorum, hepsi ezberimde”

Araba kullanırken sürekli tekerleme söylediğini anlatan Onur Tuna bu durumu “Yüzlerce tekerleme biliyorum, hepsi ezberimde. Buradan Sarıyer’e kadar tekerleme konuşabilirim. İster istemez uykuda insanın kas sistemi gevşer. Uyandığınızda sete gitmeden önce, bunu tekrar aktif hâle getirebilmek için belli temrinler yapmanız gerekiyor ki birazdan gidip başka birinin cümlelerini konuşacaksınız sette. Bu mantıkla ben kaptırdım fonetik ve artikülasyon çalışmaya ve tekerleme konusunda ilerledim,” sözleriyle anlatıyor.

Doğan Ür ve Elif’ten Umut Dolu Bir Masal: “Ne Güzel”
Çocukların saf hayallerini, masumiyetini ve barış dolu dünyalarını anlatan “Ne Güzel” On Air Music Co. markasıyla yayımlandı. Doğan Ür’ün müziği ve Elif’in hayalleriyle şekillenen bu özel eser, savaşlardan ve kötülüklerden uzak, neşeyle kahkahaların yankılandığı bir dünyaya kapı aralıyor.

Şarkının hikâyesinde, küçük bir kız çocuğu ve sevimli köpeği, kağıttan bir origami kuşunun sırtında barış dolu diyarlara yolculuk yapıyor. Sabun baloncuklarıyla tankları çiçeklere, füzeleri havuca çeviren bu büyülü dünya, çocukların içindeki umudu hatırlatıyor: “Ne Güzel”

Sevgiyle Çekilen Bir Hikâye
Şarkının video klibi, 10 yaşındaki Elif’in şehir dışındaki çiftlik evinde çekildi. Elif, şarkı söylemeyi seven, hayvanlara hayran bir çocuk. Pandemi döneminde ailesiyle birlikte Kandıra yolu üzerindeki çiftliklerinde yaşamaya başladı. Orada koyunlar, inekler, kediler, sevgi dolu köpeği Bade ve birçok hayvan dostu ile birlikte büyüdü. Elif’in en büyük hayali, tüm çocukların barış içinde, neşe ve kahkahayla dolu bir dünyada yaşaması…

Bu masalsı hikâye Doğan Ür tarafından tamamen geleneksel yöntemlerle kare kare elle çizilen bir animasyonla hayat buldu. Yapay zekâ kullanılmadan, 5 ay süren büyük bir emekle, Toonsquid animasyon çizim programı ile tamamlandı.

Müzikal Yolculuk: Mandolin, Mızıka ve Gitarın Sıcak Dokunuşu
Şarkının kayıtları Doğan Ür’ün ev stüdyosunda canlı enstrümanlarla gerçekleştirildi. Mandolin, mızıka ve gitar, şarkının doğal dokusunu güçlendirdi. Mix ve mastering işlemleri ise Altı Dört Stüdyosu’nda Muratcan Yenigün tarafından yapıldı.

Doğan Ür şarkı ile ilgili olarak: “Her geçen gün daha da zor görünse de, çocukların kahkahalarla güldüğü, hep birlikte şarkılar söylediği bir dünyaya ulaşmak dileğiyle… Belki de barış, bir sabun baloncuğunun içinde saklıdır.” şeklinde açıklamada bulundu.  “Ne Güzel” şimdi tüm dijital müzik platformlarında yayında!

ABD ve Arjantin’den Sonra; Türkiye’de Millî Eğitim Bakanlığı’nı Bir an Önce ve Derhal Kapatmalıdır!

ABD Başkanı Donald Trump’ın, Eğitim Bakanlığı’nı israf ve kalitesizlik gerekçesiyle kapatma kararı aldığı ve yine Arjantin’de Milei hükümetinin küçülme politikaları kapsamında eğitim yönetiminde radikal değişiklikler yaptığı bir dönemde Türkiye’nin Millî Eğitim Bakanlığı’nı hayli hayli kapatması gerektiğini kaydeden DESAM Başkanı Gürkan Avcı, yaptığı basın açıklamasında şunları söyledi;

ABD ve Arjantin’de atılan adımlar ve dile getirilen gerekçeler Türkiye’deki eğitim sisteminin içinde bulunduğu derin krizi bir kez daha gündeme taşımıştır. Trump, ABD’nin eğitimde dünya sıralamasında 40. olmasına rağmen öğrenci başına harcamada birinci olduğunu vurgulayarak, federal bürokrasinin hantallığına ve verimsizliğine işaret etmiş ve Eğitim Bakanlığı’nı kapatma kararı almıştır, Arjantin’de de Milei hükümeti benzer gerekçelerle Eğitim Bakanlığı’nda benzer adımlar atmıştır. Türkiye’de ise Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), özellikle AKP’nin 23 yıllık iktidarı boyunca eğitimi bir kamu hizmeti olmaktan çıkarıp, adeta bir kaos ve eşitsizlik merkezi haline getirmiştir.

Eğitim sistemindeki kronik sorunlar, AKP’nin yazboz tahtasına çevirdiği reformlarla katlanarak artmış; öğretmenlerin, öğrencilerin ve velilerin hayatı çekilmez hale gelmiş; OECD raporlarında Türkiye’nin vahim durumu gözler önüne serilmiş; liyakatsizlik, adam kayırmacılık, ideolojik dayatmalar ve kalitesizlik ise sistemin her kademesine sirayet etmiştir. AKP iktidarı, eğitimi “Paran kadar eğitim, paran kadar kaliteli eğitim” anlayışına indirgemiş; devlet okullarında eğitimi bitirme noktasına getirmiş, kaliteli eğitimi yalnızca bürokrasinin, siyasetin ve iş insanlarının yani ayrıcalıklı kesimlerin çocuklarına sunulan bir ayrıcalık haline dönüştürmüştür.

Bu gerekçelerle, MEB’in kapatılması ve eğitim sisteminin kökten yeniden yapılandırılması artık bir zorunluluk haline gelmiştir. Aşağıda, DESAM’ın bu görüşünü gerekçelendiren kapsamlı açıklamamızı kamuoyuyla paylaşıyoruz.

AKP’nin 23 Yılda Eğitimde Yarattığı Kaos ve Kalitesizlik

AKP’nin 2002’den bu yana sürdürdüğü iktidar, eğitim sistemini bir deneme tahtasına çevirmiştir. 4+4+4 sistemi, sürekli değişen sınav modelleri (TEOG, LGS, YKS), müfredatın ideolojik bir araca dönüştürülmesi, öğretmen yetiştirme politikalarındaki tutarsızlık ve daha nice “reform” girişimi, eğitimi istikrarsız ve öngörülemez bir hale getirmiştir. OECD’nin PISA 2022 sonuçlarına göre, Türkiye 52 ülke arasında 39. sırada yer almış; öğrencilerin büyük kısmı matematik, fen bilimleri ve okuma becerilerinde temel yeterliliği bile sağlayamamıştır. TIMSS ve PIRLS gibi uluslararası değerlendirmelerde de Türkiye, sürekli gerileyen bir grafik çizmiştir. Bu tablo, AKP’nin 23 yıllık yönetiminde eğitimi geliştirmek bir yana, mevcut potansiyeli bile koruyamadığını açıkça ortaya koymaktadır. Devlet okullarında eğitim adeta tükenmiş; kalabalık sınıflar, yetersiz materyaller, fiziki altyapı eksiklikleri ve öğretmen açığı gibi sorunlar içinden çıkılmaz bir hale gelmiştir.

Devlet Okullarında Eğitimin Çöküşü ve “Paran Kadar Eğitim” Anlayışı

AKP iktidarı, eğitimi bir kamu hizmeti olmaktan çıkararak, parası olanın erişebileceği bir meta haline getirmiştir. Devlet okullarında eğitim kalitesi dibe vurmuş; fiziki koşullar yetersiz, derslikler kalabalık, laboratuvarlar ve kütüphaneler işlevsiz hale gelmiştir. Buna karşılık, özel okulların sayısı hızla artmış; ancak bu okullara erişim, yalnızca yüksek gelirli ailelerin çocukları için mümkün olmuştur. AKP’nin politikaları, kaliteli eğitimi bürokrasinin, siyasetin ve iş insanlarının yani ayrıcalıklı kesimlerin çocuklarına sunulan bir lüks haline getirmiştir. Devlet okullarında okuyan 20 milyonu aşkın öğrenci ise kaderine terk edilmiş; fırsat eşitsizliği tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar derinleşmiştir. “Paran kadar eğitim, paran kadar kaliteli eğitim” anlayışı, AKP’nin eğitimde yarattığı en büyük yıkımdır ve bu durum, toplumun geleceğini ipotek altına almaktadır.

Öğretmenlerin Çaresizliği ve Mesleki Tükenmişlik

Eğitim sisteminin temel taşı olan öğretmenler, AKP iktidarında hem maddi hem manevi açıdan çöküntüye uğramıştır. Atanamayan öğretmenlerin sayısı milyona yaklaşmış; ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik gibi güvencesiz modellerle öğretmenler sömürülmüştür. Kadrolu öğretmenlerin maaşları enflasyon karşısında erimiş; ek ders ücretleri yetersiz kalmış, özlük hakları ise sürekli budanmıştır. Tayin, terfi ve görevde yükselme süreçlerinde liyakat tamamen devre dışı bırakılmış; torpil, adam kayırmacılık ve siyasi sadakat ve sendika ayrımcılığı öncelikli kriterler haline gelmiştir. Okul yöneticilerinin büyük kısmı, eğitimci kimliğinden ziyade iktidara yakınlıklarıyla seçilmiş; bu da okullarda baskıcı ve keyfi bir yönetim anlayışını hâkim kılmıştır. Öğretmenler, ideolojik dayatmalarla müfredatı uygulamaya zorlanmış; mesleki saygınlıkları ve motivasyonları yerle bir edilmiştir. AKP’nin öğretmenleri hiçe sayan politikaları, eğitimi doğrudan baltalamıştır.

Velilerin ve Öğrencilerin Bitmeyen Çilesi

AKP’nin eğitim politikaları, velileri ve öğrencileri de adeta bir çıkmaza sürüklemiştir. Sınav odaklı sistem, öğrencileri yaratıcılıktan ve eleştirel düşünceden uzaklaştırarak birer test makinesine çevirmiştir. Sürekli değişen sınav sistemleri, öğrencilerin ve velilerin geleceğe dair plan yapmasını imkânsız hale getirmiştir. Ders kitaplarının niteliksizliği, yardımcı kaynaklara olan bağımlılık ve özel ders furyası, velilere ağır bir maddi yük bindirmiştir. Okullarda hijyen sorunları, ısıtma-soğutma gibi temel ihtiyaçların karşılanamaması, taşımalı eğitimdeki aksaklıklar ve kırsal kesimdeki öğrencilerin okula erişim zorlukları, velilerin ve öğrencilerin hayatını çekilmez kılmıştır. Eğitim, bir umut kapısı olmaktan çıkıp bir eziyet haline gelmiştir.

Liyakatsizlik, İdeolojik Dayatmalar ve Bürokratik Çürüme

AKP iktidarında MEB, liyakatsiz ve ehliyetsiz yöneticilerin elinde kuklaya dönmüştür. Okul müdürlerinden il milli eğitim müdürlerine, genel müdürlüklerden müsteşarlıklara kadar tüm kademelerde, yetkinlik yerine siyasi sadakat ve ideolojik yakınlık belirleyici olmuştur. Eğitim yönetimi, profesyonel bir hizmet anlayışından uzaklaşarak, iktidarın arka bahçesi haline gelmiştir. Müfredata eklenen ideolojik içerikler, genç nesillerin demokratik, evrensel, insani ve vicdani, gerçekte özgün değerlerle yetişmesini engellemiş; bilimsel eğitim yerine AKP menşeli dogma yaklaşımlar önceliklendirilmiştir. Bakanlık bürokrasisi, Trump’ın ABD için dile getirdiği gibi, hantallaşmış ve işlevsizleşmiştir; kaynaklar verimli kullanılamamış, projeler yarım kalmış, denetim mekanizmaları çökmüştür.

Eğitim Sistemindeki Diğer Kronik Sorunlar

AKP’nin 23 yıllık yönetimi, eğitimde saymakla bitmeyen sorunlar üretmiştir:

  • Fırsat Eşitsizliği: Kırsal kesimdeki okulların kapanması, taşımalı eğitimin yarattığı mağduriyetler ve kız çocuklarının okullaşma oranındaki düşüş.
  • Mesleki Eğitimdeki Çöküş: Meslek liselerinin niteliksiz hale gelmesi, ara eleman yetiştirme kapasitesinin kaybolması.
  • Üniversite Öncesi Hazırlık Sürecinin Çökmesi: YKS’deki adaletsizlikler, kontenjan sorunları ve gençlerin umutsuzluğu.
  • Okul Öncesi Eğitimin Yetersizliği: Anaokulu erişimindeki kısıtlılık ve erken çocukluk eğitimindeki ihmaller.
  • Dijital Eğitimdeki Fiyasko: Pandemi sürecinde EBA’nın yetersizliği ve internet-bilgisayar erişimi olmayan öğrencilerin dışlanması.

Bu sorunlar, AKP’nin eğitimi bir kamu hizmeti olarak değil, bir rant ve kontrol aracı olarak gördüğünü kanıtlamaktadır.

Çözüm: MEB’in Kapatılması ve Eğitimde Yeni Bir Başlangıç

AKP’nin 23 yıllık başarısızlığı, MEB’in mevcut yapısıyla devam edemeyeceğini açıkça göstermiştir. ABD’deki ve Arjantin’deki gibi cesur bir adım atılmalı; MEB kapatılmalı ve eğitim yönetimi Valilikler koordinasyonunda ve nezdinde oluşturulacak yerelleştirilmiş, özerk dinamik birimlere devredilmelidir. Eğitim, merkeziyetçi bir bürokrasinin elinden alınarak, il bazında yerel ihtiyaçlara göre şekillendirilmelidir. Öğretmen istihdamı performansa dayalı bir modele geçmeli; kaynaklar verimli kullanılmalı, müfredat ideolojik dayatmalardan arındırılıp demokratik, bilimsel, evrensel ama Türkiye’ye özgün standartlara çekilmelidir. Devlet okulları yeniden ayağa kaldırılmalı; kaliteli eğitim, ayrıcalıklı kesimlerin değil, tüm toplumun hakkı haline getirilmelidir.

Sonuç

AKP’nin 23 yıllık iktidarında, Millî Eğitim Bakanlığı bir çözüm merkezi olmaktan çıkıp, sorunların kaynağı haline gelmiştir. Eğitim, bir kamu hizmeti olmaktan uzaklaşmış; devlet okullarında kalite bitmiş, genç nesillerin geleceği karartılmıştır. “Paran kadar eğitim” anlayışıyla toplumun büyük bir kısmı dışlanmış; fırsat eşitsizliği, liyakatsizlik ve ideolojik dayatmalar sistemi çökertmiştir. MEB’in kapatılması, bu çürümüş yapıyı sona erdirmenin ilk adımıdır. Türkiye’nin geleceği için, eğitimi yeniden inşa etmek zorundayız. Kamuoyunu bu haklı mücadelede yanımızda olmaya ve bu değişimi gerçekleştirmeye çağırıyoruz.

YETİM VAKFI GAZZE’DEKİ 7 BİN YETİM ÇOCUK İÇİN SEFERBER OLDU

Yetim Vakfı Sponsorluk Destek Sistemi kapsamında Gazze’de 2 bin yetim çocuğa destek veriyordu. Şimdi 7 bin yetim çocuk daha destek sistemine alınıyor.

Yetim Vakfı, İsrail saldırılarının başlamasından bu yana Gazze’de yetim kalan yaklaşık 40 bin çocuğun 7 bini  için sponsorluk kampanyası başlattı. Dünya genelinde toplam 13 bin yetime destek sağlayan vakıf, savaşın sürdüğü Gazze’de şimdiye kadar 2 binden fazla yetim çocuğa ulaştı ve bu sayıyı 9 bine çıkarmayı hedefliyor.

Gazze’de İnsani Kriz Derinleşiyor

7 Ekim 2023’ten bu yana süren saldırılarda 40 bine yakın çocuğun yetim kaldığı Gazze’de, insani yardım kuruluşları krizin derinleşmesine karşı mücadele ediyor. Gazze’de hayatını kaybedenlerin yüzde 70’inden fazlasını kadın ve çocukların oluşturması, bölgedeki insani dramın boyutlarını gözler önüne sererken, hayatta kalan binlerce çocuk da ebeveynlerini kaybetmenin travmasıyla yüzleşiyor.

Yetim Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Murat Yılmaz, Gazze’deki durumun vahametine dikkat çekerek, “Gazze halkının en az yüzde 3’ü artık yaşamıyor. Bu, dünya tarihinde görülmemiş bir insani kriz. Gazze’de yaşanan trajedi karşısında sessiz kalamayız. Her gün bombaların altında hayatta kalmaya çalışan, bir lokma ekmek bulmakta zorlanan bu masum çocuklar bizim sorumluluğumuzdur. Hayatta kalan yetim, öksüz ve sosyal yetimlerin gıda, barınma, eğitim ve psikolojik destek ihtiyaçları had safhada” dedi.

Yılmaz, konuya ilişkin yaptığı açıklamada, “Şu anda Gazze’de 2 bin yetimimize düzenli destek sağlıyoruz, ancak hedefimiz bu sayıyı 9 bine çıkarmak. Bu hedefe ulaşmak için tüm hayırseverleri kampanyamıza destek olmaya çağırıyoruz” ifadelerini kullandı.

Sponsorluk Sistemi Nasıl İşliyor?

Kampanyaya destek olmak için sponsorluk sisteminin olduğunu belirten Yılmaz, “Aylık 600 TL, yıllık 7.200 TL ile bir yetim çocuğun hayatına dokunabilirsiniz. Onların hikayesi kederle başladı ama sonu mutlulukla bitecek hikayeler yazabiliriz” diye konuştu.

Yetim Vakfı’nın Gazze’nin yanı sıra Filistin’in diğer bölgeleri, Suriye, Arakan, Lübnan, Yemen ve Afganistan dahil 45 ülkede faaliyet gösterdiğini hatırlatan Yılmaz, geçen yıl 300 bine yakın bağışçı sayesinde 2,5 milyona yakın yetim, öksüz ve sosyal yetime destek sağladıklarını vurguladı.

Davut Güleç

Gazeteci, televizyoncu, Uzman polis-adliye muhabiri, Spor yazarı, TEMA’cı, Kızılay’cı, Dağcı, Trekkingci, Alp disiplini kayak milli hakemi, Herkes İçin Spor Federasyonu Kayseri il temsilcisi, Erciyes Kar Kaplanları Spor Kulübü Basın sözcüsü, Kayseri Spor Adamları Derneği yönetim kurulu üyesi, Kent Güvenlik konseyi üyesi, Halkla İlişkiler Tanıtım, Adalet, Kamu Yönetimi mezunu ----- Davut Güleç Kimdir ? -----

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Gizliliğe genel bakış

Bu web sitesi, size mümkün olan en iyi kullanıcı deneyimini sunabilmek için çerezleri kullanır. Çerez bilgileri tarayıcınızda saklanır ve web sitemize döndüğünüzde sizi tanımak ve ekibimizin web sitesinin hangi bölümlerini en ilginç ve yararlı bulduğunuzu anlamasına yardımcı olmak gibi işlevleri yerine getirir.