Ruh Sağlığının Önemine Dikkat Çekildi
Erciyes Üniversitesi (ERÜ) Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD. Başkanı Doç. Dr. Esra Demirci, “10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü” dolayısıyla açıklama yaptı.
Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD. Başkanı Doç. Dr. Esra Demirci, ‘10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü’nün, Dünya Ruh Sağlığı Federasyonu tarafından Dünya Ruh Sağlığı Günü olarak kabul edildiğini ve ruh sağlığına dikkat çekmek ve bu konudaki farkındalığı artırmak için önemli bir fırsat olduğu söyledi.
Doç. Dr. Esra Demirci, “Bu gün, özellikle yeni neslin ruh sağlığının korunması ve güçlendirilmesi için yapılacak çalışmalara vurgu yapar. Eğitim, bilinçlendirme ve destek mekanizmalarının geliştirilmesi, gençlerin ruhsal iyilik hallerinin artırılmasına katkıda bulunur. Dünya genelinde farklı etkinlikler ve kampanyalarla kutlanan bu gün, toplumda ruh sağlığının önemini vurgulayarak stigma ile mücadele etmeyi ve herkesin ruh sağlığına erişimini sağlamayı hedefler. Gençler için uygun destek sistemleri ve kaynaklar sunmak, onları bu zorlu dönemlerde daha dayanıklı hale getirebilir. Farkındalık yaratmak, ruh sağlığının konuşulmasını sağlamak ve destek arayışının teşvik edilmesi, daha sağlıklı bireyler ve toplumlar oluşturmada kritik bir adımdır.” diye konuştu.
Ruh Sağlığının Önemi
Doç. Dr. Demirci, “Ruh sağlığı yaşamın her döneminde önemli bir role sahiptir. Çocukluktan başlayarak, ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde yaşanan zorluklar, bireylerin duygusal ve zihinsel gelişimini derinden etkileyebilir. Son yıllarda yaşanan krizler (pandemi, savaşlar, göçler ve iklim değişikliği gibi) bu durumu daha da belirgin hale getirmiştir. Bu olaylar, bireylerin ruh sağlığı üzerinde ciddi etkiler yaratarak anksiyete, depresyon ve stres gibi sorunları artırmıştır. Sağlık sistemlerinin, sağlık çalışanlarını destekleyici mekanizmalar geliştirmesi gerektiği de bu süreçte önemli bir ders olarak ortaya çıkmıştır.” şeklinde konuştu.
Neler Yapılmalı?
Doç. Dr. Esra Demirci, “Ruh sağlığının, fiziksel sağlık ile sıkı bir ilişki içinde olduğu gerçeği, bireylerin genel iyilik halleri için büyük bir önem taşımaktadır. Bu nedenle, ruh sağlığına yönelik farkındalık ve destek mekanizmalarının güçlendirilmesi, daha sağlıklı toplumlar oluşturmanın anahtarıdır. Ruh sağlığına yatırım yapmak, hem bireyler hem de toplum için uzun vadeli faydalar sağlayacaktır. Diğer taraftan ruh sağlığını iyileştirmek, bireylerin potansiyelini gerçekleştirmesine yardımcı olurken, toplumsal dayanışma ve işbirliğini de artırmaktadır. Bu nedenle, ruh sağlığına yönelik politikaların ve programların desteklenmesi, hem bireylerin hem de toplumun sağlığını ve refahını yükseltmek için gereklidir. Küresel hedeflere ulaşmak için tüm bu alanlarda entegre bir yaklaşım benimsemek, toplumların daha sağlıklı ve sürdürülebilir bir geleceğe doğru ilerlemesine olanak tanıyacaktır.” ifadelerini kullandı.
Son Söz…
Kendi Ruh Sağlımız İçin Küçük Ama Etkili Bir Öneri
Doç. Dr. Esra Demirci, “Kendi ruh sağlımız için küçük ama etkili önerileri şu şekilde sıraladı. Her gün bir amaç bulmak, ruh halimizi olumlu yönde etkiler ve yaşam kalitemizi artırır. Kendimizi değerli hissettiren aktiviteler ve sevdiklerimizle geçirdiğimiz zaman, mental sağlığımızı güçlendirir. Küçük şeylerden bile mutluluk bulmak, yaşamı daha anlamlı kılar. Peki, senin için değerli olan şeyler neler? Bu sorunun yanıtını vermek atılacak ilk adımlardan bir tanesi olabilir.
İnme (Felç) Önlenebilir ve Tedavi Edilebilir Bir Hastalıktır
Erciyes Üniversitesi (ERÜ) Tıp Fakültesi Nöroloji AD. Öğretim Üyesi Doç. Dr. Recep Baydemir “Ekim Ayı İnme Farkındalık Ayı” dolayasıyla bir açıklama yaptı.
Doç. Dr. Öğretim Üyesi Recep Baydemir, İnmeyi önlemek için yapılması gerekenler konusunda farkındalık yaratmak ve inmeye dikkat çekmek amacıyla yaptığı açıklamada, “29 Ekim’i Dünya İnme Günü olarak kutlamaktayız. İnme, halen dünyada ölüm nedenleri arasında 3. sırada, sakat bırakan hastalıklar arasında ise ilk sırada yer almaktadır. Dünyada her yıl yaklaşık 17 milyon kişi inme geçirmekte ve bunların 6 milyonu da hayatını kaybetmektedir. Her 2 saniyede 1 kişi inme geçirirken; 6 saniyede 1 kişi de inmeden hayatını kaybetmektedir.” ifadelerini kullandı.
İnme, Belirtilerine Dikkat Etmek Gerekir!
Doç. Dr. Baydemir, “İnmede; kol ve bacaklarda ani başlayan tek taraflı güçsüzlük ve/veya uyuşma, konuşma güçlüğü ve bozukluğu, yüzde asimetri, çift görme, dengesizlik ve bilinç seviyesindeki değişiklikler belirtiler arasında yer almaktadır. İnme riskinin azaltılmasında; tansiyon kontrolü, sigara kullanımının önlenmesi, sağlıklı beslenme, fiziksel aktivite ve egzersiz ile kullanılan ilaçların doktor tavsiyesi ile alınması birincil yöntemlerdendir. İnme beyin damar hastalıklarında ani olarak ortaya çıkan ve çok hızlı tedavi gerektiren bir durum olması sebebiyle derhal sağlık kuruluşuna başvurulması gerekmektedir.” diye konuştu.
İnme Tedavisine Ne Kadar Erken Başlanırsa, İyileşme Şansı O Kadar Yüksek Olur
Doç. Dr. Recep Baydemir, İnme tedavisine ne kadar erken başlanırsa, iyileşme şansının o kadar yüksek olduğunu, son 20 yılda geliştirilen yeni tedavi yöntemleri ile artık inmenin tedavi edilebilir bir hastalık haline geldiğine değindi.
Doç. Dr. Baydemir, “İlk 4.5 saat içinde damar yoluyla verilen pıhtı eritici tedavi (Doku plazminojen aktivatörü-tPA) ve ilk 6 saatlik zaman diliminde (bazı durumlarda 24 saate kadar uzayabilir) uygulanan mekanik olarak pıhtı çıkarma işlemi (endovasküler trombektomi) ile hastalığa bağlı ölüm ve sakat kalma oranları anlamlı şekilde azaltma eğiliminde olduğu, tıkanan damar bölgesinde her bir dakikada yaklaşık 2 milyon sinir hücresi fonksiyonunu yitirmektedir. Bu nedenle amaç; inme vakalarının erken tanınması (Zaman=Beyin) ile uygun ileri tedavi merkezlerine yönlendirerek en kısa zamanda tıkanan damar bölgesindeki dolaşımın tekrar sağlanmasıdır.” şeklinde konuştu.
Gözlerinizi Sevin!
Erciyes Üniversitesi (ERÜ) Tıp Fakültesi Hastaneleri Göz Hastalıkları AD. Başkanı Prof. Dr. Fatih Horozoğlu “10 Ekim Dünya Görme Günü” dolayısıyla bir açıklama yaptı.
Prof. Dr. Fatih Horozoğlu, 2024 yılının Dünya Görme Günü temasının “Gözlerini Sev” (Love Your Eyes) olduğunu, odaklanılan ana konunun çocukların görmesi ve görme sağlığı olduğunu söyledi.
Prof. Dr. Fatih Horozoğlu, ‘10 Ekim Dünya Görme Günü’ nedeniyle yaptığı açıklamada, “Görme duyusu sağlıklı bir insanın dış dünyayı algılamasındaki en önemli özelliklerden biri olup psikolojik, mental ve sosyal bileşenleri olan bir fonksiyondur. Bebeklikten yaşlılığa yaşam kalitesinin yükseltilmesinde, sağlıklı bireylerden oluşan bir toplumun gelişiminde iyi görmenin korunması en önemli halk sağlığı ölçütlerindendir. Küçük yaşlarda görme bozukluğu yaşayan çocukların motor ve dil gelişimi ile birlikte bilişsel ve duygusal gelişimlerinde ciddi gecikmeler ortaya çıkabilmektedir.” dedi.
Prof. Dr. Horozoğlu, “Dünyada 300 milyon kişi görme azlığıyla, 45 milyona yakın kişi körlükle ve 500 milyonun üzerinde insan yakın görme sorunlarıyla karşılaşmaktadır. Birçok kişi uzun yıllar boyunca az görmesi nedeniyle engelli bir şekilde hayatını devam ettirmek zorunda kalmaktadır. Düzeltilmemiş kırma kusurları, katarakt, glokom, yaşa bağlı maküla dejenerasyonu, diyabetik retinopati, kornea bulanıklığı ve trahom dünyadaki en önemli görme kaybı nedenlerini oluşturmaktadır.” ifadelerini kullandı.
Göz sağlığının korunması için dikkat edilmesi gereken hususlara değinen Prof. Dr. Horozoğlu, “ İyi bir göz sağlığı için sağlıklı yaşam ve sağlıklı beslenme, gözleri ekran ışığı ve güneşten korumak, iş kazalarına karşı gerekli koruyucu ekipman kullanmak ve zamanında ve düzenli göz muayenesi yaptırmak gereklidir. Hiçbir sağlık sorunu olmayan bireylerin yılda en az bir kez göz muayenesi yaptırmaları göz sağlığının korunması açısından çok önemlidir. Gözlerinizi sevin ve onlara çok iyi bakın.” şeklinde konuştu.
Ruhsal hastalıklar, Türkiye’de sağlık harcamaları ve hastalıkların görülme sıklığı bakımından ikinci sırada
10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü dolayısıyla açıklamalarda bulunan DoktorTakvimi psikiyatri uzmanlarından Dr. Dilek Yeşilbaş, tüm dünyada ve Türkiye’de sağlık harcamaları ve hastalıkların görülme sıklığına bakıldığında ruhsal hastalıkların ikinci sırada yer aldığını belirtti. Türkiye’de 15 milyonu aşkın ruhsal hastalık tanısı almış kişi olduğunun sanıldığını söyleyen Yeşilbaş, bu rakamın buz dağının sadece görünen kısmı olduğunu ve son yıllarda çok arttığını gözlemlediğini ifade etti.
Ruh sağlığının, ruhsal hastalık yokluğundan daha fazlası olduğunu; bireyler, aileler ve toplum için hayati önem taşıdığını söyleyen DoktorTakvimi psikiyatri uzmanlarından Dr. Dilek Yeşilbaş, “Ailede tek bir bireyin herhangi ruhsal rahatsızlığının olması sadece o bireyi değil, içinde bulunduğu geniş aile yapısının diğer üyelerini de etkileyecektir. Hasta aynı zamanda birilerinin çocuğu, birilerinin ebeveyni, birilerinin kardeşi, birinin eşi, birilerinin yeğeni, kuzeni, eniştesi ya da yengesidir. Bu liste uzar gider. Yani biliriz ki tedavi ederken sadece hastanın değil onun ailesinin ruh sağlığına da dokunuruz. Dolayısıyla biz hekimler, bir evladı tedavi ettiğimizde bir aileyi tedavi ettiğimizin bilinciyle hareket etmeliyiz. Çünkü evladı sağlıklı olmayan bir annenin mutlu olması, annesi mutsuz olan bir çocuğun da iyileşme motivasyonunun olması mümkün değildir” diyor.
“Ülkemizde 15 milyonu aşkın ruhsal hastalık tanısı almış kişi var”
Tüm dünyada ve Türkiye’de sağlık harcamaları ve hastalıkların görülme sıklığına bakıldığında ruhsal hastalıkların ikinci sırada yer aldığını belirten Uzm. Dr. Dilek Yeşilbaş, “Birinci sırada ise kalp hastalıkları var. Ülkemizde 15 milyonu aşkın ruhsal hastalık tanısı almış kişi olduğu sanılıyor. Bu rakamın buz dağının sadece görünen kısmı olduğunu ve son yıllarda çok arttığını gözlemliyorum. En sık görünen ruhsal hastalıklar ise depresyon, kaygı bozuklukları, obsesif kompulsif bozukluk, bipolar bozukluk gibi görünmektedir. En sık destek başvurusu kadınlardan gelmektedir. Erkekler bıçak kemiğe dayanmadan pek gelmez. Oysa ‘erkekler de ağlar ve erkekler de insandır’ gerçeğinin altını çizmek isterim” ifadelerini kullanıyor.
“Ciddi sıkıntılar yaşayan pek çok hasta doktora gitmiyor”
Ruhsal açıdan ciddi sıkıntılar yaşayan pek çok hastanın doktora gitmediği ifade eden Dr. Dilek Yeşilbaş, “Başlıca sebebin ruhsal hastalıkları tümden reddetmek ya da konuya önyargıyla yaklaşmak olduğuna inanıyorum. Bazıları da kaynağı iman eksikliği, güçsüzlük, zafiyet, kusur veya eksiklik gibi yanlış inanışlara bağlayıp hastalık olarak görmüyor. İnsanlar mide ülseri, diyabet ya da tansiyon gibi hastalıkları kabul ettikleri kolaylıkta ruhsal rahatsızlıkları kabul etmiyor. Hastaların çevresindeki insanların önemli bir kısmı da ‘sen halledersin, biraz gayret edersen yaparsın, sen de hiç çabalamıyorsun, bak millette ne dertler var’ gibi hastayı anlamaktan son derece uzak ifadelerde bulunuyor. Bu da hastaların ya tedaviye başvurmamalarına ya da gizli kapaklı gelip tedaviyi yarım bırakmalarına neden oluyor. Oysa ruhsal hastalıklar elle tutulmaz, gözle görülmez ve öyle dertlerdir ki hiç kimse isteyerek böyle bir sıkıntıyı çekmez. Elinde olsa zaten aşar ve hayatına devam eder. Tüm bu handikapları aşıp ruhsal destek almaya gelen kişiler ise benim nazarımda çok cesur kişiler. Bütün bu önyargıları aşıp, kendileriyle yüzleşip, pek çok sıkıntıyı göze alarak dertlerine çare ararlar. Öteki türlüsü şu veya bu sebeple kendinden kaçmak, tedaviden mahrum kalmak ve bir çukurda gereksiz yere mücadele etmekten ibarettir” şeklinde konuşuyor.
“Uzun süredir geçmeyen, sebebi tespit edilemeyen durumlar psikolojik olabilir”
“Son dönemde herhangi bir teşhis konulamayan hastaların ‘psikolojiktir’ şeklinde değerlendirildiğini düşünüyorum” diyen Dr. Dilek Yeşilbaş, sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu durum, hekimlerin konuya daha bütüncül bir yaklaşım sergilemeleri gerektiğini gösteriyor. Bir hastalığa psikolojik demek için hastanın bütünüyle değerlendirilmesi, tüm organik ve genel tıbbi nedenlerin elenmesi ve bir şey bulunamıyor ise psikiyatriye yönlendirilmesi gerekir. Öte yandan ruhsal rahatsızlığa sahip pek çok hasta, kronik geçmeyen ağrılarla (fibromiyalji), sedef, egzama, kronik ürtiker, geçmeyen kabızlık ve ishal, çarpıntı, ölüm korkuları, kalp krizi endişeleri, bel sırt omuz tutulmaları ağrılarıyla farklı farklı kliniklerde sürünmektedir. Bağırsaklarımızın ve cildimizin en duygusal organlarımız olduğunu hatırlatmak isterim. Ellerinde poşet poşet tetkikler, defalarca yapılan tahliller, çekilen MR’lar, filmlerle hastanelerde dolaşanları görüyorum. Sizler de belki bunlardan birisiniz. Lütfen bir de aklınıza bütün bu uzun süredir geçmeyen ve bir türlü de sebebi tespit edilemeyen durumların psikolojik nedeni olabileceğini, bir de psikiyatriye görünmenizin iyi olabileceğini düşünün olur mu?”
“Ruh sağlığını korumak birtakım tedbirlerle mümkün”
Ruh sağlığını korumanın birtakım tedbirler alarak mümkün olduğunu söyleyen Dr. Dilek Yeşilbaş, “Bunlar daha çok sosyal destek almak; sevdiğiniz, sizi seven, güvendiğiniz insanlarla görüşmek; spor yapmak yani hareket etmek (en basitinden yürüyüşler yapmak) ve sağlıklı beslenmektir. Genellikle içe dönmek, kabuğuna çekilmek, izole olmak sorunu daha da derinleştirir. Dışa dönmek, paylaşmak, size iyi gelen insanlarla iyi gelen aktiviteleri yapmak ise tedaviyi ve gidişatı olumlu yönde etkiler. En öncelikli hedefimiz elbette hastalık olmadan önlemini almak, elimizden geleni yapmaktır” ifadelerini kullanıyor.
“Ruh ve beden sağlığının bir bütündür”
Ruh ve beden sağlığının bir bütün olduğunu belirten Dr. Dilek Yeşilbaş, “Muhakkak D vitamini, B12, folik asit, karaciğer, böbrek ve tiroid fonksiyonlarını değerlendiren kan tahlillerine bakılması gerekir. Bunlarda bir eksiklik varsa yerine konulması şarttır. D vitamini düzeyi düşük olduğu için depresyonda olan pek çok hasta mevcuttur. Tiroid hormon bozukluğu olan, demir değerleri düşük olan genel vücut sağlığı bozuk olan bir insanın ruh sağlığını tek taraflı düzeltmeye çalışmak, bir anlamda kuşu tek kanatla uçurmaya çalışmaya benzer. Bu değerler düşükse kilo veremezsiniz, bedeninizin diğer organlarında da hastalıklar olur ve tabi ki depresyon, kaygı bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk vs. gibi pek çok ruhsal hastalığın oluşmasına da zemin hazırlanmış olur. Bana göre de yanlış ve eksik bir tedavinin en büyük zararı hasta kişinin ümidinin kırılmasıdır. ‘Tedaviye gittim yine de düzelemedim’ düşüncesi bir hastaya verilebilecek en büyük zarardır ve hekimlerin hastayı, hastalığı bütünüyle değerlendirmeleri en çok da bu yüzden önemlidir” diyor.
“Sosyal medyanın hastalıklar üzerine olumlu ve olumsuz etkileri var”
Bir diğer önemli hususun “hastalık yoktur, hasta vardır” ilkesi olduğunu ifade eden Dr. Dilek Yeşilbaş, “Her insan biriciktir. Aynı hastalık her insanın biyolojik, genetik, çevresel ve kişisel farklılıklarından dolayı farklı farklı seyir gösterebilir. Bu yüzden her hastanın tedavisi bir kuyumcu titizliğiyle ele alınmalı, ona uygun tedavi modalitesi hassasiyetle geliştirilmelidir ki elimizdeki pırlantanın en hak ettiği tasarımı yapılabilsin, gerçek değeri görünür olsun. Ayrıca sosyal medyanın hastalıklar üzerine olumlu ve olumsuz etkileri olduğunu söylemeliyim. Pek çok hastamın yarım yamalak bilgilerle kendilerine teşhis koyup garip tedavi yolları peşinden gittiğini görüyorum. Yarım hoca dinden, yarım doktor candan eder hesabı; ya yanlış insanların peşinden gidip umut, para ve zaman kaybediyorlar ya da mevcut tedavilerini bırakma, kesintiye uğratma, bir tedaviyi bırakıp diğerine başlama gibi yanlışlıklar yapıp nihayetinde şifaya giden yolu kendi kendilerine baltalıyorlar” şeklinde konuşuyor.
Psikiyatriye başvurmanın, bir psikoterapi hizmeti almanın toplumda halen kabul görmemesi sebebiyle insanların bundan geri durduklarını söyleyen Dr. Dilek Yeşilbaş, “Maalesef artan maliyetler de tedaviyi etkileyen önemli bir nedendir. Ruhsal rahatsızlıklar bir günde veya birkaç görüşmede çözülebilir durumlar değildir. Uzun soluklu takip ve tedavi gerekir” diyor.