Dil Devrimi” Hakkında Yabancı İlim Adamlarının Görüşleri (Köşe yazısı) 

“DİL DEVRİMİ” İLE GELEN ‘DİLİMİZİN DEVRİLMESİ” HAKKINDA YABANCI İLİM ADAMLARININ GÖRÜŞLERİ  II
Süleyman KOCABAŞ
 İNGİLİZ TÜRKOLOOG H. C. HONY’UN GÖRÜŞLERİ                   
       Yazımızın birinci bölümünde, İngiliz Türkolog, Prof.  G, L. Lewis’in görüşlerinden bahsetmiştik. Bu ikinci bölümde ise yine bir İngiliz Türkolog H.C. Hony’un görüşlerinden bahsedeceğiz.
      İngiliz Türkolog H.C. Hony, İngilizce  Türkçe   Sözlük’ün  yazarıdır.  Türkçenin “Dil Devrimi” ile gelen içinde yüzdüğü büyük buhranı  1947’ de yayınlanan  “Iras” adlı  eserinde dile getirmiş, bu buhranı onun yazdıklarından anlatmaya yönelik olarak  Prof. Dr. Osman Turan, adı geçen  kitaptan    “Türk Dil Buhranına Toplu Bir Bakış” başlıklı yazısında alıntılar yapmıştır.
   “Iras” kitabından, dil uzmanlarımızdan Nejat Muallimoğlu (“Türkçe Bilen Aranıyor” kitabında) ve İsmail Habip Sevük de (“Dil Davası” kitabında) bahsetmişler ve aşağıda   Osman Turan’ın yaptığımız  alıntılar doğrultusunda bular da adı geçen kitaptan bahsetmişlerdir.
“ Türkiye’de okullarda ders kitaplarında okutulan dille, ana –babaların konuştuğu dil birbirinden  farklı hale gelmiştir.”
     “Türk  çocuğunun tahsil için  gittiği yere resmi makamlar ‘okul’,  ana babalar ve umumiyetle millet  ‘mektep’ der.  Onun okuduğu kitaplarda öyle kelimeler vardır ki,  bunları konuşma dilinde kimse kullanmaz; ana ve baba da anlamaz (Osmanlı döneminde olduğu gibi yeniden iki dilli hale gelmek).   Halbuki bu zamana kadar Avrupalılaşmak yolunda başlayan dil ıslahı, kültür ve edebiyat mensupları tarafından  normal bir yolda yapılmıştı (Osmanlının son  döneminde 1840 – 1910 zaman dilinde yaşanan  dilde sadeleştirme hareketi. Atatürk de Nutuk’unu bu 1927’de bu dille yazmıştı).  Dil, tabii ve yaşayan bir varlıktır.  Onun üzerinde yapılacak ameliyatların  küçük çapta olmaları bile, dilin sıhhatini tehlikeye koyar.”
           “Reformcular, dillerindeki  yabancı kelimeleri atmak ve  yerlerine uydurukça kelimeleri  koymak garabetine düşmüşlerdir.”
       “Türkiye’de dil hareketi, hemen hemen tamamıyla politikacılardan müteşekkil ve neşriyatı  abesiyattan (boş şeyler)        ibaret olan Dil Kurumu tarafından yapılmıştır.  Teşekkül tarzı İngilizceye benzeyen  Türkçenin maruz kaldığı vaziyeti  anlamak isteyen bir İngiliz’in, yalnız eski Anglo –Sakson  kelimelerini bırakarak diğer bütün yabancı  kelimeleri atmayı ve yerlerine Anglo – Sakson esasına dayanan  yeni uydurmaları koymak garabetine düşer.”
 “Bunlar yabancıdır diye atılan Arapça  kelimelerin yerine ya gülünç kelimeler uydurulmuş ya da  Fransızca  yabancı kelimeler alınmıştır.”
      “Mesela, harp, muharebe ve mücadele gibi üç ayrış mefhum sadece  bir ’savaş’ kelimesiyle  ifade edilmek istenerek  bu üç kelime atılmış,  diğer taraftan, birçok gülünç kelimeler konulmuş, bir kısım kelimelere zoraki ve yanlış manalar verilmiş;  buna mukabil, ecnebi,  Fransızca kelimeler Türkçeye sokulmuştur.
    Türkçeye mal olmuş Arap ve Acem kelimelerini atarak onların  yerine  ‘rötar’, ‘rekolte’ gibi garplı kelimelerin  alınması, bunlar,  ocaktaki tavanın içinden  kurutulmak isterken  ateşin içine düşman ekmekten  başka bir şey değildir.”
“Türk dili hakikaten büyük bir tehlike içindedir.
     “Ben bu zengin ve güzel sesli  dil için, hakiki bir tehlikenin mevcut olduğuna kâfi derecede işaret ettiğimi sanıyorum.  Zira şüphesiz ki, Türkçenin güzelliklerinden biri de,  aslında kötü telaffuz edilen Arapça kelimelerin  Türklerin maharetiyle gelişmiş olmasıdır. Bu değiştirme, birbirine az çok tenakuzlu (çelişkili) olan  esas  âmil (etken) gözükmektedir.”
“Türklerin dillerini  değiştirmede üç amaç vardır: Maziden gelen her şeyi söküp atmak, Avrupa’ya yaranmak,  derin düşünceden mahrum kaynaklanan faydasız milliyetçilik.
     “1-Mazi ile alakayı (ilişkiyi) tamamen kesmek, Osmanlı İmparatorluğundan kalan her şeyi söküp atmak arzusu.
     2-Avrupa milletleri camiası arasında  telakki edilme arzusu.
    3-Muhakemeden (derin düşünceden)  mahrum ve abes (faydasız) milliyetçilik.”
“Türkiye Cumhuriyeti bürokrasisi ve bir kısım yazarları da Osmanlı bürokrasisi  ve yazarları gibi iki dilli toplum oluşturdular.”
     “Bugün kötürüm ve uydurma  dil  konuşmada değil, sadece resmi çevrelerde  ve ikinci derecede  gazeteciler tarafından kullanılmaktadır.”
“Türkiye’de asıl tehlike uydurukça  dilin okullarda okutulmasıdır. Bu İngiltere’de olsa idi yapanlar ölümle cezalandırılırlardı.”
     “Fakat bu dil (uydurukça dil) mekteplerde okutulmakta ki,  asıl tehlike buradadır.  Böyle bir teşebbüs İngiltere’de vuku bulsa idi, mutlaka gülünç bir hale sokularak  ölüme mahkum edilirdi.  Türkler ise,  diğer herhangi bir yabancı milletten ziyade İngilizlerin anlayışına  yakın bir homoraya  (benzeri yapılanma ) sahiptir.  O halde İngiltere’de vuku bulsa maruz kalması gereken bir takibata niye maruz kalmadılar?”
“Türkiye’de profesörler ve öğretmenler, ülkenin menfaatlerini  kendi menfaatlerine  feda ettiler. Korku cumhuriyeti onları hakikati seçmekten alıkoydu.”
     “Türkiye’de profesör ve öğretmenler, hep devlet memuru olduklarından  ve orada henüz bizim anladığımız manada  bir hürriyet bulunmadığından, (Tek Parti dönemi  1923 – 1945 zaman dilimini kastediyor)  birisi bu  harekete (uydurukça   dile) muhalefet eder ve gülünç bir duruma sokmaya çalışırsa, mevkiini kaybeder veya hiç olmazsa mürteci (gerici)  olarak anılır. (1) O halde, biz,  Türklerin  diline ‘hayırlı olsun’ diyelim. “
“Türkiye’de dilin tahrip ve kötürüm edilmesini dünyada yalnızca Rusya destekliyor. Tehlikenin büyüklüğünü anlayan Türk aydınları, büyük bir ıstırap içinde yaşıyorlar.”
     “Rusya’dan başka hiçbir yabancı memlekette  beğenilmeyen,  tutmayan ve desteklenmeyen, dil hareketi karşısında  sırf ilmi ve insani  endişelerle duyulan bu tepkiye  milli menfaat ve hisleri  ilave ettiğimiz zaman, meselenin büyük tehlike arz ettiğini anlayan Türk fikir ve düşünce adamlarının  ne kadar mustarip (sıkıntılı ve üzgün) olmaları ve ne yapmaları gerektiği daha iyi anlaşılır.” (2)
“Aşağılık duygusu yanında her şeylerini Frenklere beğendirmek maksadıyla hareket eden Türkler, hâlâ  gaflet uykusundan uyanamadılar.”
   “Aşağılık duygusuyla, her şeyi Frenk’e (kıta kara Avrupası) beğendirmek  ve bu maksatla Türkçeyi de  Fransızcaya benzetmek isteyen bu insanların, Avrupalı ilim çevreleri  karşısında hissiz kalmaları,  gafletten uyanmamaları da  anlaşılır bir şey değildir.”
“Uydurmacıların bir dil (Irkçılık, Türkçülük adına)  hastalığı da Orta Asya kabile diline dönmek hastalığıdır.”
    “Biz de, beşinci asırdaki Hengist ve Horsa’nın kullandığı dile dönersek, bugünkü İngilizcenin hali nice olur? Böyle boş hevese kapılarak, bir millet,  kendi mazisini inkara kalkarsa, hepimiz, toptan kabile hayatına döneriz.”
     “Dil Devrimi” ile gelen “Dilimizin  Devrilmesi” ne, bizim ilim adamlarımız  ve yazarlarımızın ağlanmasından daha çok, aklı selim ve sağduyu sahibi yabancı ilim adamlarının “ağlaması” nı dile getiren bu dizi yazımızın  üçüncü bölümünde Lewis ve Hony’den sonra diğer yabancı ilim adamlarının görüşlerine yer vereceğiz.
             DİP NOTLAR:
       1- Kendisi  üniversitede profesör  olması sebebiyle, edebiyatçı ve dil uzmanlarımızdan Necmettin Hacıeminoğlu da neredeyse  bütün profesörlerin  “tepkisizliği” nden hep yakınır;  dilin tahribi karşısında bunların “devasa suskunluğu” nu şöyle dile getirir:  “Dil meselesi  bahis konusu olduğu zaman  bazı kimseler  ilmi de, doğruyu da, hakikati de unutmaktadırlar… İlim geleneğinin esası, gerçek ilim adamı olmaktır. Bizde ise, tam tersine, ilim adamlığı, birtakım akademik unvanları takmaktan  ibarettir. İlim zihniyeti, hakikate saygı, cesaret ve şahsiyet daima ikinci plandadır… İmkanları kendi menfaatine kullanan ‘istismarcılar’ da tükenmeyecektir. Dil meselesinde cinayetler böyle işlenmektedir…” (Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, Türkçenin  Karanlık Günleri, Ankara, 1974,  s. 56 – 57)
      2-Komünist Rusya’nın, Türkiye’de uydurukça dil icadına destek vermesinin amacı, , Azerbaycan ve Orta Asya Türkleri  ile Anadolu Türkleri arasındaki dil birliğini bozmak, bu yolla da Doğu ve Batı Türk dünyasının kendisine karşı tehlikeli olarak gördüğü birliğini engellemektir.
YABANCI  İLİM ADAMLARI –TÜRKOLOGLARIN “DİL DEVRİMİ” İLE GELEN ‘DİLİMİZİN DEVRİLMESİ” GÖRÜŞLER I
PROF.  GEOFFREY L. LEWİS’İN GÖRÜŞLERİ
“Türkler  Dillerini Kendi Elleriyle Nasıl Öldürdüler?”
      İngiliz Türkolog G.  L. Lewis’in,  1999’da yayınladığı ve Türkçeye 2004 yılında çevrilen “ The Turkısh  Language Reform:  A Catastrophiç  Succes” (Trajik Başarı  – Türk Dil Reformu” isimli kitabında, Dil Devriminin öncüsü Atatürk’ün önce “tecrübe, deneme” kabilinden başvurduğu Türkçeden bütün yabancı kelimelerin atılarak yerlerine Türkçe olanlarının konulmasını ve bu mümkün olmazsa yerlerine  uyduma kelimeler getirmeye  yönelik “uydurukça   dil” nden, daha sonra bunun zararlarını  görerek bundan nasıl vazgeçtiğinden ve o öldükten sonra ise uydurukça   dile döşünün nasıl bir büyük bir hata olduğunu dile getirdikten sonra   şunları yazar:
      “Atatürk bütün bu çalışmaların (uydurukça   dil akımının)  aşırıya kaçtığına karar verdiğinde ve kendi doğal ifade biçimine döndüğünde, onun sahneden çekilmesi için makul bir aralık tanıdılar ve sonra işlerine kaldıkları yerden devam ettiler.  Sözcük (kelime)  uydurmakta bir beğeni geliştirmişler ve bu iş onların birçoğu için bir meslek haline gelmişti.  Dolayısıyla uydurmaya devam ettirmeler  ki,  bunun için bu insanlar çok sert bir şekilde  suçlanmamalıdırlar. Nihayetinde Atatürk’ün  öz Türkçenin ıssız kıyılarından geri çekilişi, onun hiç kimseye dayatmadan  teşebbüs etmediği  kişisel bir  karar üzerine temellenmiştir.  Fakat uydurmaya devam ederken Atatürk’ün  izini takip ettiklerini  iddia etmekte ısrar ettiler ki,  bu onların affedilmez bir suçudur…
Dildeki fakirleşmenin boyutları, modern bir Türkçeden   Türkçeye sözlüğü, özellikle de Arap kökenli sözcüklerin  çoğunu içeren ‘m’ ve daha az sayıda olmakla birlikte ‘t’ ve ‘i’   ile başlayan  sayfalara göz atarak anlaşılabilir.  Tek kelimelik karşılıkları olmaları değil de bir tanımla açıklanmış sözcüklere baktığımızda  bulacağımız her kelime reformcular açısından bir başarısızlığı ifade etmektedir… Müddet, mühlet, mehil ve vade  sözcüklerinin hepsi  ‘süre’ sözcüğünün karşısında yenilmiştir…
     İngilizceden Türkçeye geçen kelimelerin çoğunun Osmanlıcada  yani erken dönem Cumhuriyet Türkiyesinde  birer karşılığı vardı. Modern Türk insanını seçim imkanı ise neredeyse sadece ‘değişme’ ve ‘başkalaşmak’  arasında sınırlıdır…
    Osmanlı Türkçesinin engin kaynakları  reformcuların tasarrufundaydı.  Bu bereketli kelime hazinesinin tümü kalıcı kalmak zorunda değillerdi;  istediklerini ayıklayıp seçmekte özgürdüler, fakat onlar; bile bile miraslarını harcamayı seçtiler…”(Geoffrey L. Lewis,  “Trajik Başarı  – Türk Dil Reformu”, Çev. M. F. Uslu, Gelenek Yayıncılık, İstanbul, 2004, s. 94, 185, 186, 197)
      Geoffrey, kitabının yayınlanmasının ardından  konferans vermesi için Türkiye’ye davet edildi.  11 Şubat 2002 tarihinde verdiği  konferansında   uydurukça dil taraftarlarının    verdikleri zararlardan olarak şunlardan bahsetti:
700 yıllık dilde ‘etnik temizlik’  bir ‘felaket’ oldu. Nesiller gün geçtikçe  birbirini  daha anlayamaz hale geliyorlar
        “Bu akşam Türk  Dil Reformu hakkında konuşacağım… Bu konudaki kitabıma ‘A Catastrophiç  Succes’ (Yıkıcı   Bir Başarı)  adını verdim.  Her ne kadar bu reform konuşma dili üzerinde o kadar büyük bir tesir  yaratmadıysa da  1930’ dan  önce yazılmış her şeyi ve o z amandan beri yazılanları yeni nesiller için  gün geçtikçe daha  anlaşılmaz hale getirdi. Bu reform inkar edilemez bir şekilde  muvaffak olmuştur, etnik temizlik yapma konusunda  muvaffak (başarılı olmak, zafer kazanmak) olmuştur. Türkçe olmayan unsurları temizlemek bakımından  muvaffak olmuştur.  Öyle ki daha evvel yedi yüz  sene yapılanları  son asır içinde tamamen değiştirmiştir.  Bu muvaffakiyetin  niçin bir felaket olarak  isimlendirdiğimi size izah edeceğimi ümit ediyorum.”
       Geoffrey, konferansının devamında,  1932’ de Dil Devriminin başlatıldığından bahisle,  öz Türkçecilik adıyla Türkçedeki Arapça ve Farsça kelimelerin atılıp yerlerine Türkçe karşılıklarının bulunması için  halk dilinde yaşayan kelimelerden tarama çalışmasının başladığını ve bunların “Tarama Dergisi” nde yayınladığını, yazarların yazılarını yazarken onlara bundan kullanacakları kelimelerin Türkçe karşılıklarının bulunarak kullanılması zorunluluğu getirildiği üzerinde durarak  şunları söyledi: “Gazeteciler fıkralarını  Osmanlıca yazıp kelimelerin yenileriyle   değiştirmesi için ‘ikameci’ye veriyorlardı.  İkameci tarama Dergisi’ni açıp münasip gördüğü kelimeyi eskisinin yerine koyuyordu.  Aynı zamanda diğer bir gazetedeki  ikameci,  aynı Osmanlıca kelimenin yerine  koymak üzere, başka bir yeni kelimeyi seçebiliyordu.
     Atatürk bu noktada  reformun bir çıkmaza girdiğini ve Türkçede muadili olmayan, karşılıklarının  Türk  etimolojisinde de yapılma imkanı olmayan umumi kullanımdaki ecnebi menşeli kelimelerin  lisanda bırakılmasına karar verdi. Bundan cesaret  bulun herkesi bir gayrettir aldı.
     Lanetlenmiş Arapça ve Farsça kelimeleri atmak için kökler  icat etmek yerine , dürüstçe saf Türkçe  karşılıklar bulmaya çalışanlar,  çok ciddi bir hata yaptılar. Mesela Arapça  ‘maarif’ in  Türkçe muadili yoktu.
     Reformcular kadim Türkçedeki  ‘eğitimek’ fiilinden  isim olarak ‘eğitim’ kelimesini imal ettiler.  Esasen ‘eğitimek’  diye bir kelime yoktu:  Manası (insanları veya hayvanlar beslemek
anlamında) olduğu için ‘eğitimek’ fiili yanlış okunmuştu, ama bu bile ‘eğitim’ kelimesinin  ‘maarif’ in yerini almasına  mâni olamadı.
   ‘Millet’ için  araştırmacılar aralarında  ‘uluş’ ve ‘ulus’ olan  sekiz muhtemel karşılık buldular ve yanlış olanı seçtiler.  ‘Ulus’, hakiki bir Türkçe kelimeydi, fakat millet değil, memleket demekti.  Moğollar bu kelimeyi aldı.  Moğol söyleyişine uydurarak ‘ulus’ haline getirdi ve ‘imparatorluk’   veya ‘halk’ diye  bir mana verdi.  On dördüncü asırda Türkler kelimeyi Moğol söyleyişiyle geri aldı ve onu  yedinci asra kadar  kulandılar; bugün tekrar aldılar… Birçok yeni kelime Türkçe kök ve  eklerden  doğru bir şekilde  teşkil edilmiştir. Bununla beraber büyük ekseriyeti böyle değildir…
Reformcular (Dil Devrimcileri)  miraslarını bilerek çöpe attılar
     Bunlar (uydurmaca  kelime imalı) reformcuların yaptığı tipik bir hatadır. Diğeri ise,  Türkçede karşılığı olmayan, Türkçe ek ve köklerden  yenilerini de  yaratma zahmetine katlanılmayan, Arapça ve Farsçadan  gelmiş olan pek çok kelimeyi  atarak  lisanı fakirleştirmeleridir.  Osmanlı Türkçesinin  inanılmaz büyüklükteki  kaynakları  hizmetlerinde idi.  Bu bereketli kelime hazinesinin  tamamını  kabul etmeleri gerekmiyordu; istediklerini seçmekte serbesttiler, ama onlar bilerek miraslarını çöpe attılar.
        Geoffrey, konferansının sonunda Türk dilinde yaşananları “felaket” olarak adlandırarak bunları dört madde halinde şöyle  sıralar:
   “Reformu niçin felaket olarak vasıflandırdığımı dört maddede izah etmeye çalışayım:
     1-“Bir aydınlar dili oluşturarak, toplumlarını  iki dilli haline getirdiler”:Reformcular (Dil Devrimi ile gelen Dil devrimi savunucuları, uydurukça  dilciler),  entelektüellerle (aydınlar)  entelektüel olmayanlar (halk)  arasındaki lisan farkını göremediler, yeni bir lisan yarattılar. (Ahmet Kemal Yahyaoğlu, Öztürkçeciliğin İçyüzü Türkçenin Katli, Yakın Plan Yayınları, İstanbul, 2013,  s. 159 – 160)
    2- “Dillerini aciz bıraktılar, fakirleştirdiler”: Reformcular,  unutulmaya mahkum ettikleri bütün Arapça ve Farsça kelimelere karşılık bulmada aciz kaldılar ve lisanı fakirleştirdiler.  Bu kayıp,  konuşurken ve yazarken, hislerini ifade edecek bir kelime arayıp da, o kelime bir  Etrüsklü kadar ölü olduğu ve yerine yeni bir kelime konulmadığı için, bulmayan her Türk’ü  çaresiz bırakmaktadır.
     3– “Uydurmaca dil bile Öztürkçe değildi”: Yeni imal edilmiş kelimelerin çoğu  öz Türkçe olmaktan çok uzaktır.
   4- “Maziden – geçmişten koparma projesi”: 50 yaş üstündeki Türklerin ekseriyeti  modern  Türk edebiyatının en büyük dönemlerinden biri olan 1920 – 1930  arası kaynaklarından koparılmıştır.  Kitabevlerinde gördüğüm ‘Modern Türkçeye (uydurukça dile)  yapılmış tercümelerin  asıllarının yerini tutması mümkün değildir.
“ Çok büyük felaket I : 1930’ larda yayınlanan  Yakup Kadri’nin (Karaosmanoğlu) kitabını bile bugünkü dile tercüme edecek eleman bulunamıyor.”
    1995 senesinde bir gazeteye yazılmış bir okuyucu mektubundan kısaca bahsedeceğim:  ‘Yakup Kadri’nin bir kitabını arıyordum. Hiçbir yerde bulamadım.  Onun kitaplarının yeni baskısını  yapan neşriyatcıya (yayınevi sahibine), niçin bu kitabın yeni baskısı olmadığını sordum.  ‘Türkçeye tercüme edecek kimse bulamadıkları” nı söyledi. Bu kitap  1930’ larda  yayınlandı; daha talebe iken onu okumuştum; şimdi Türkçeye  tercüme edilmesi gerekiyor. Yakup Kadri onu   Çince mi yazmıştı acaba?  Daha da garibi, o Türkçeyi  anlayıp yeni süprüntüye (uydurukça dile) tercüme edecek kimse bulunamıyor.”
“Çok büyük felaket  II: 1960’ larda yayınlanan  1001 Temel Eserin bile 2000’ li yılların başında tercümeleri yapıldı”
“O  dönemde (1930’ lu yıllar)  yazılmış eserlerin  orijinallerini bulabilmek hepimizin problemidir.  Daha 1960’ larda Milli Eğitim Bakanlığı tarafından  neşredilen  ‘1000 Temel Eser’ serisinde bile, 1960’ ların  başlarında yani   daha  40 – 50 sene evvel konuşma Türkçesi ile yazılmış eserlerin birçoğu maalesef yeni Türkçeye tercüme edilmiş olarak  halka sunuldu.   Bu şekli ile bu eserlerin  ne kadar ‘temel eser’ oldukları münakaşa edilebilir.  Sadece şiir kitapları  bu katliamdan kurtulabildi.  27 Mayıs  darbesinden sonra yeniden resmi politika haline  getirilmiş tasfiyeciliğe  boyun eğen muhafazakar bir iktidar (Adalet Partisi iktidarı) tarafından  neşredilen bu kitaplar da esasında tasfiyeciliğe hizmet etmiş oldu.  Bu eserlerin orijinallerinin neşredilmesi  Türkçe için çok  büyük bir  hizmet olacaktır.  Gençler için bazı kelimelerin manaları bir lügatçe halinde kitabın sonuna ilave edilebilir…”
Öz Türkçe kelime bulmakta çaresiz ve  yetersiz  kalanlar  dilin gümrük kapılarını İngilizce veya Fransızcaya  sonunu kadar açtılar. 50 yıllık  enkaz kolay temizlenemez.
“Eski lisanı seven, her ne kadar,  bazı kelimelerin  geri dönüşünü görerek sevinseler de, Dil Reformunun bittiğini düşünerek kendilerini aldatmamalıdırlar.  Bugün çok az kelime yaratılmaktadır. İngilizce veya Fransızca  biliyorsanız ne diye yeni kelime yaratmak için kendinizi yorarsınız?  Fakat 50 senedir   beyin yıkamanın neticelerini ortadan  kaldırmak o kadar kolay değildir.” (Yahyaoğlu, s. 163 – 166)
     Lewis’in İsmet İnönü’nün kendi dönemlerinde uydurukça dile katkı ve destekleri  hakkında yazdıkları: “ İsmet İnönü dil reformunun her zaman hararetli destekçilerinden birisi olmuştur: Onun ‘gelenek’ sözcüğünün yaratıcısı olduğu hatırlanmalıdır. 1945 Anayasası  taslağının hazırlanmasında da bizzat bulunmuştur.
    1962-65  yılları arasında, birbirini izleyen koalisyon hükümetleri döneminde İsmet İnönü başbakanken Türk Dil Kurumuna her türlü desteği vermiştir (Başbakan Menderes’in kestiği  devlet bütçesinden desteği yeniden vermeye başladı); mesela okullarda okutulan ders kitaplarının yazarları Eğitim Bakanlığı tarafından ‘arı bir Türkçe’ kullanmak için eğitilmişlerdir…” (Yahyaoğlu, s. 277)

5 / 5

Yazar - Davut Güleç

Gazeteci, televizyoncu, Uzman polis-adliye muhabiri, Spor yazarı, TEMA’cı, Kızılay’cı, Dağcı, Trekkingci, Alp disiplini kayak milli hakemi, Herkes İçin Spor Federasyonu Kayseri il temsilcisi, Erciyes Kar Kaplanları Spor Kulübü Basın sözcüsü, Kayseri Spor Adamları Derneği yönetim kurulu üyesi, Kent Güvenlik konseyi üyesi, Halkla İlişkiler Tanıtım, Adalet, Kamu Yönetimi mezunu ----- Davut Güleç Kimdir ? -----

İlginizi Çekebilir

İLHAN KARAÇAY, TÜRKLERE TİCARİ HESAP AÇMAYAN HOLLANDA BANKALARININ, KARA PARA İDDİALARINI GÖLGE ADAMA SORDU

Hollanda bankalarının işyeri hesabı açmak isteyen Türk yatırımcılara hesap açmaması ve Türkiye’yi kara para aklamakla …