Atatürkçü Düşünce Derneği Kayseri Şube başkanı Haluk Bilgesay, 26 Ağustos 1922’nin; Anadolu Türk’ünün bin yıl geri sürülmeye başkaldırısının olduğu kadar, bin yıl ileri gitme azminin de vücut bulmuş hali olduğunu belirterek bu konuda şu açıklamayı yaptı.
Emperyalizmi ilk olarak Çanakkale’de durduran Mustafa Kemal Paşa, İzmir’den başlatılan büyük saldırıyı da Sakarya’da püskürtmüş, düşmanı Anadolu’nun temiz bağrında boğmak için günün ilk ışıklarını bekliyordu. Azim ve kararını harekete geçirerek ayağa kaldırdığı Ulusunun bütün varını, olanca gücünü cepheye sürmüş, kahredici son darbesini 26 Ağustos 1922 sabahı indirmeye hazırdı.
O’nu maceracı bulanlar da vardı, asırlardır taarruz savaşı yapmamış ordumuzun kazanmasının olanaksız olduğunu söyleyenler de, yaptığı planı çok riskli bulanlar da, İstanbul’da, Ankara’da, hatta kurduğu mecliste yenilgi haberini sinsice ya da açıkça bekleyen, “Keşke Yunan kazansa” diye duaya çökmüş alçaklar da…
Oysa Mustafa Kemal’in, 16 Mayıs 1919’da Bandırma Vapuru’na adımını attığından beri hiç kuşkusu yoktu. Ulusuna güveni tamdı. Komutanlarla yaptığı son toplantıda “Bütün sorumluluk benim” diyor ve ekliyordu “Hiç endişe etmeyin. Hücum emrini verip kamçımı indirdiğimden 15 gün sonra İzmir’deyiz.”
14 gün sonra 8 Eylül akşamı, Belkahve’den dumanlar içindeki İzmir’e bakarken İsmet Paşa’ya “Bir rüya görmüş gibiyim İsmet” diyordu.
İnebolu’dan yükledikleri kutsal emanetleriyle “Ayın altında Akşehir üstünden Afyon’a doğru” giden dünyanın ilk ve tek kağnı taburlarını yöneten yiğit Anadolu kadınlarının, Çiğiltepe’yi söz verdiği saatte ele geçirememeyi gururuna yediremediği için yaşamına son verecek kadar adanmış Albay Reşat Çiğiltepe gibi komutanların, sıtma krizi geçirirken Kocatepe’nin sarp yamaçlarından sessizce Sincanlı Ovası’na, Yunan hatlarının gerisine süzülen Süvari Kolordusu Komutanı Fahrettin Altay gibi kahramanların, Yüzbaşı Agah Efendi, Mülazım Yıldırım Kemal gibi ölüme gülerek giden vatanseverlerin, binlerce neferin ve kadını, erkeği, çocuğuyla topyekun bir ulusun Başkomutanlarına güvenlerinin ve Ulusal Bağımsızlığı kazanma kararlılıklarının tek bir ana yoğunlaşmış halidir 26 Ağustos 1922!
“… sarışın bir kurda benziyordu
ve mavi gözleri çakmak çakmaktı
yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu, bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı…” (Kurtuluş Savaşı Destanı / Nazım Hikmet)
Kocatepe’deki “Sarışın Kurt”, yüz yıl önceki yıldızlı gecenin alaca karanlığında, kuş uçuşu 300 kilometre uzaktaki İzmir rıhtımını görüyor, o sarp kayalıklardan Afyon ovasına atlayacağı dakikaları sayıyordu.
“Sarışın Kurt” Kocatepe’den sadece Afyon ovasına değil, ulusuyla birlikte bin yıl öteye atlamaya kararlıydı.
Tarihin ilginç rastlantısıdır; Kocatepe’de 26 Ağustos 1922 sabahı başlayan kutsal savaştan tam 851 yıl önce, 26 Ağustos 1071’de Malazgirt Ovası’nda da bir başka büyük savaş yaşanmıştı. Bazı kendini bilmezler, bu iki savaşı vuruşturup Kocatepe’yi unutturmaya çabalıyorlar. “Keşke Yunan kazansaydı” diyen vatansızların takipçileri olan, Kocatepe olmasaydı kutlayacak Malazgirt’lerinin kalmayacağını anlamaktan aciz bu zavallılar; 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile girişilen emperyalist işgalin ve 15 Mayıs 1919 günü İzmir’den başlatılan saldırının Türk Ulusu’nu Malazgirt öncesine atma ya da Anadolu’da yok etme amaçlı olduğunun ayırdında olmadıklarından Milletimizin bilincini zehirleme gayretindeler.
26 Ağustos 1922; Anadolu Türk’ünün bin yıl geri sürülmeye başkaldırısının olduğu kadar, bin yıl ileri gitme azminin de vücut bulmuş halidir.
Türk Ulusu, Kocatepe’de neyi başardığını hiç unutmayacak, boyutu ne olursa olsun bütün saldırıları defedecek, bütün tuzakları bozacak, bütün ihanetleri aşacak, Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye hedefinden asla kopmayacak, bu hedefe kesinlikle ulaşacaktır.
Atatürkçü Düşünce Derneği olarak Büyük Taarruz’un 100. yılında Kocatepe’de, Mustafa Kemal Atatürk ve kahraman silah arkadaşlarını saygıyla, şükranla anıyor, şehit ve gazilerimizin aziz anıları önünde eğiliyoruz.