Dört şair ve yazardan (Köşe yazısı)

DÖRT ŞAİR VE YAZARDAN SULTAN II. ABDÜLHAMİD HAKKINDA TEESSÜRNAME VE İSTİMDATNAMELER 

Süleyman KOCABAŞ

[email protected]

          Sultan II. Abdülhamid, “Osmanlı Devletinin Çöküş Dönemi” denilen en buhranlı döneminde 33 yıl (1876- 1909) süren padişahlık yapmış, denilebilir ki, dıştan ve içten saldırılarla dört bir tarafından çatırdayan, buhranlar içinde kıvranan İmparatorluğu, usta politikası ve diplomasisi ile uzun süre yaşatmayı başarmış, bu dönemi içinde, içte ve dışta onun sevenleri ve sevmeyenleri olmuştur. Sultan’ın adına “İstibdat” denilen baskı yönetimi sebebiyle içte, ülke ve devletin kurtuluşunu Meşrutiyet rejiminin uygulanmasında gören, genelde sivil – asker genç bürokratlar ve gençliğe inhisar eden ona karşı mücadele ve düşmanlık sebebiyle, II. Abdülhamid’in karşılaştığı en büyük tehlikeler karşısında bile onun bu haline sevinen, tehlikeleri atlattığı için hüzün duyan ve üzülen kimseler olmuş, hatta bu uğurda onun hakkında teessürnameler yazılmıştır. Teessür, Arapça bir kelime olup “hüzün ve keder duyma” anlamındadır. Bir olay karşısında duyulan hüzün ve kederi manzum olarak dile getirmeye edebiyatımızda “teessürname denilmiştir.

      Sultan II. Abdülhamid hakkında teessürnameler,  padişahlık döneninde onun karşılaştığı tehlikelere sevinmek veya yönetimine karşı olarak ona düşmanlık beslemek şeklinde yazılmıştır.

  1. Abdülhamid hakkında “İstimdatnameler” ise, Sultan padişahlıktan düştükten, devlet ve ülke Meşrutiyet dönemi (1908 – 1918) parti ve hükümetlerinin elinde battıktan sonra, yaşanan büyük kayıplar ve acılar karşısında Sultan’ın “İstibdat” dönemini aramaya yönelik ona övgü ve özlem dolu şiirler olmuştur. İstimdat, Arapça bir kelime olup, “birinden yardım isteme” anlamındadır. Bunların manzum olanlarına “İstimdatname” denilmiştir. Sultan II. Abdülhamid’in padişahlık ve sonrası döneminde onun hakkında yazılmış birçok teessürnameler ve istimdatnameler vardır. Aşağıda bunlardan,  Sultan’ın dönemini ive sonrasını yaşamış dört şair ve yazarımızın bu yazdıklarından  bahsedeceğiz.

                                            Tevfik Fikret’in  Teessürnamesi

       Sultan II. Abdülhamid, Ermeni Komitacılarının vatan bölmeye yönelik isyanlarını aldığı etkili tedbirlerle bastırdığı  için onların düşmanlığını kazanmıştı. Bu komitacılar, II. Abdülhamid işbaşında kaldığı sürece emellerini gerçekleştiremeyecekleri için onu öldürmeye karar vermişler, bu uğurda  5 Temmuz 1905’de ona  Yıldız camiinde bir cuma namazı vakti  başarısız suikast girişiminde bulunmuşlardı. Sultan’ın camiden çıkarken komitacıların  planladıkları saate göre 2 dakika 42 saniye gecikmesi  ve bombaların bu müddet içinde patlaması sonucu  onu ölümden kurtarmış, suikastın dehşetine bakınız ki  27 kişi ölmüş, asıl hedeflerinde olan Sultan’ın ölmemesine üzülmüşlerdi. İşin garip tarafı, bu başarısızlığa Türklerden de üzülenlerin çıkması olmuştu.

       Şair Tevfik Fikret’in suikast günü “duygulanarak” yazdığı “ Bir Lahza-i  Teahhür” (Biraz Gecikme) başlıklı şiiri, Padişah’ın şahsında “Türk Milleti’ne suikast” tan başka bir şey olmayan suikast karşısında “devrin aydınları” denilen Meşrutiyet taraftarı zümrenin içine düştüğü gaflet, dalalet ve cehaletin bir “simgesi” olmuştur. Sekiz beyitten ibaret şiirin bazı  beyit ve mısraları şöyledir:

                    Biraz Gecikme

        “Bir darbe… Bir duman… Ve bütün bir düğün alayı.

        Bir bayağı seyirci kalabalığı, haşin, kudurmuş,

       Kahreden bir gücün tırnaklarıyla, didik  didik,

       Yükseldi havalara bacak, kelle, kan, kemik…

        Ey sayın patlayış, ey intikamcı duman,

        Kimsin nesin?… Bu saldırışa seni yollayan kim, sebep ne?

        Arkanda binlerce gözetleyen varken sen orada yoksun;

        Sen görünmeyen, fakat kurtarıcı bir eli andırıyorsun.

        …………..

        Dehşetle, asırların sakat görenek ve bâtıl an’anelerini

        Silkerek milletleri en çetin uykularından uyandırırsın.

        Ey şanlı avcı, tuzağını beyhude kurmadın;

        Attın, fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın !

        …………………

        Bir milleti çiğnemekle bugün eğlenen alçak,

        Bu keyfiyetini biraz gecikme anına borçludur!” (Tevfik  Fikret, Rübabı Şikeste, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul, 1962, s. 35-37)

         Şiir ismini, Sultan’ın Şeyhülislâm Cemalettin Efendi ile cami içinde   az bir görüşmesi, “biraz gecikme” sayılmasından almış, Sultan’ın bu “biraz gecikme” kurtarmıştı. Şiir’de geçen “şanlı avcı” Ermeni Komitacısı, “av, alçak” da II. Abdülhamid’tir.

       Tevfik Fikret, bu uğursuz şiirini İstibdat yönetimine karşı duyduğu  Sultan’a düşmanlığı sebebiyle, Sultan öldürülürse adı geçen yönetimin ortadan kalkacağı düşüncesine kapılarak yazılmıştı. Fikret,  18 Ağustos 1915’de de öldü. Bu sebepten,  Sultan II. Abdülhamid’den sonra  ülke ve devletin içine düştüğü daha büyük acıları ve kayıpları göremedi.  Uzun yaşayıp görebilse idi, herhalde onun hakkında aşağıda göreceğimiz üzere teessürname  yazan şairler gibi  o da  istimdatnameler yazardı.

                                     Rıza Tevfik’in (Bölükbaşı) İstimdatnamesi

       Tarihimizde “Filozof Rıza” lakabıyla anılan Rıza Tevfik, 1869’da Edirne’de doğdu. Mekteb –i Tıbbiye’yi bitirdi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı. Meşrutiyet ilan edilince Edirne mebusu seçildi. İttihatçılarla ihtilafa düşerek onlardan ayrıldı. Hürriyet ve İtilaf Partisi’ne katıldı. Mütareke döneminde  bakanlık ve Meclis başkanlığı yaptı.  Ağustos 1920’de Paris’te Sevr Antlaşması’nın imzalayanlar arasında bulunduğu için Cumhuriyet döneminde 150’likler listesine dahil edilerek Osmanlı Hanedanı ile birlikte yurt dışına sürüldü. Hicaz, Amerika ve Ürdün’de yaşadı. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü kendi döneminde  bazı 150’likler için af çıkarınca yurda döndü. 1949’da İstanbul’da öldü. “Biraz da Ben Konuşayım” isimli hatıra kitabında kendisini savunur. Şiirlerini “Serab-ı Ömrüm” isimli kitabında topladı. Rıza Tevfik’in Sultan II. Abdülhamid hakkındaki istimdatnamesi şöyledir:

         Sultan Hamid’in Ruhaniyetinden İstimdat

          “Nerdesin, şevketli Sultan Hamid Han

          Feryadım varır mı barigahına

          Ölüm uykusundan bir lahza uyan,

          Şu nankör milletin bak günahına!

          Tarihler ismini andığı zaman

          Sana hak verecek, ey koca Sultan;

          Bizdik utanmadan iftira atan,

          Arzın en siyasi Padişahına!

          Padişah her zaman zâlim dedik;

          İhtilale kıyam etmeli dedik;

          Şeytan ne dediyse, biz belli dedik,

          Çalıştık fitnenin intibahına!

          Divane sen değil, meğer bizmişiz;

          Bir çürük ipliğe  hülya dizmişiz,

          Sade âdi değil, edepsizmişiz,

          Tükürdük atalar kıblegahına!…” (Necip Fazıl Kısakürek, Babıâli,  Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 1986, s. 309 – 310, Prof. Dr. Osmanlı Turan, Türkiye’de Siyasi Buhranın Kaynakları, İstanbul Matbaası, İstanbul, 1969, s. 54)

                               Süleyman Nazif’in Teessürname  ve İstimdatnamesi

      Şair, yazar ve devlet adamı Süleyman Nazif,  29 Ocak 1870’de Diyarbakır’da doğdu. Doğum bölgesinde özel eğitim alarak kendisini yetiştirdi. Gençliğinde edebiyata merak sardı. Çeşitli dergi ve gazetelerde şiir ve nesir yazılar yazdı. İstanbul’a gelerek burada Jön Türklerin Meşrutiyet mücadelesini katıldı. İttihatçıların döneminde onların  Basra, Kastamonu, Trabzon, Musul, Bağdat valiliklerini yaptı. Mütareke döneminde İtilaf Devletlerinin İstanbul’u işgalini Hadisat gazetesinde 23 Kasım 1918’de yazdığı “Kara Bir Gün” isimli ünlü yazısı ile tenkit etti. İngilizler tarafından Malta’ya sürülenler arasında yer aldı. 4 Ocak 1927’de İstanbul’da öldü.

        Süleyman Nazif, Jön Türklerle Sultan II. Abdülhamid’e karşı Meşrutiyet mücadelesi verirken, Ağustos 1897’de yazdığı “Ey Ebnayı Vatan” (Ey Vatan Oğulları), isimli şiirinde Sultan’ın “İstibdat” yönetiminin yıkılması için kan dökülmesine kadar varan isteklerde bulunur. Bunu yönelik bir kısım beyit ve mısralar şöyledir:

          Ey Ebnayı Vatan

        “İşte gülzarı (gül bahçesi) vatan mahvoldu İstibdat ile

          Bizden istimdat eder her zerre feryat ile

          Geçmesin eyyamımız (günlerimiz) beyhude istimdat ile

          Pençeleşmek muktazı gaddar ile, biat ile.

          Zulmü İstibdat devri derdü yes’e eyyamıdır

          Arkadaşlar!… Kan dökün kan dökmenin hengamıdır.” (Hilmi Yücebaş, Süleyman Nazif’ten Hatıralar, Dizerkonca Matbaası, İstanbul, 1957, s. 125)

         Meşrutiyetini ilanı mücadelesinde Sultan II. Abdülhamid’in yönetimini yerin dibine batıran ve yıkılması için kan akmasını bile isteyen Süleyman Nazif’in,  Meşrutiyet ilan edilip ülke yönetimine İttihatçılar hâkim olunca, bunlar döneminde yaşanan büyük kayıplar ve facialar karşısında bu sefer de diğer bir kısım Jön Türkler gibi II. Abdülhamid’den “İstimdat” istemesi ilginçtir ki, bunu aşağıdaki şiirinde dile getirmiştir:

          Sultan Hamid’e Şarkı

         “Padişahım gelmişken yâda (anma) biz

         İşte geldik senden istimdada biz

         Öldürürler basarsak feryada biz

         Hasret olduk eski İstibdada biz.

        Dembedem (hiddetli) coşmakta fakr – u ihtiyaç

        Her ocak sönmüş ve susmuş, millet aç

        Memleket matemde öksüz taht –u taç

        Hasret olduk devri İstibdada biz.” (Yücebaş,  s. 125)

                              Mehmet Akif Ersoy’un  Teessürname ve İstimdatnamesi

     İstiklal Marşımızın yazarı, milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy (1873 – 1936) Süleyman Nazif gibi, ilkin Sultan II. Abdülhamid’in “İstibdat” yönetiminin yıkılmasına çalışarak, Sultan’ın aleyhine şiirler yazmış, ardından Meşrutiyet döneminde ülkenin içine düştüğü felaketi görerek o da sonunda II. Abdülhamid’in devrine özlemini dile getirmiştir.

        “İstibdat” isimli şiirinde Sultan’ın yönetimini şöyle yerin dibine batırır:

                                                   İstibdat

           “Yıkıldın, gittin amma ey mülevves devr-i istibdat (kirli istibdat devri)

            Bıraktın milletin kalbinde çıkmaz bir mülevves yâd (kötü bir hatıra)

            Diyor ecdadımız makberlerinden (mezarlarından) ey sefil ahfat (oğullar)

            Niçin binlerce masum öldürülürken her gelen cellad…

             ………………………………………

            Otuz üç yıl devam etsin, başından gitmesin nekbet (felaket))…

            Bir ibrettin amma olmayaydık böyle bir ibret!” (Mehmet Akif Ersoy, Safahat,  İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul, 1973, s. 85)

       Mehmet Akif, bir başka şiirinde ise İstimdatname olarak Meşrutiyet devrinde yaşanan felaketler karşısında  II. Abdülhamid’in dönemine özlemini şöyle dile getirir:

          “Nasıl da kadrini vaktiyle bilmedik tuhaf iş:

           Semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş

            ……………………………………………………….

           ‘Devr-i Sabık’ mı  (İstibdat Devri) dedin şimdi? Elindeyse çevir,

            Ensesinden tutup eyyamı da (günleri de) gelsin o devir.” (Ersoy, s. 387)

          Sultan II. Abdülhamid’in  saltanatının ilk yıllarında, Osmanlı İmparatorluğu “Çevre” sinden toprak kayıplarına uğramış, felaketler yaşamıştı. Osmanlı Devleti, 1877-78  Türk –Rus Harbinden yenik çıkınca,  imzalanan 1878 Berlin Antlaşmasıyla Sırbistan, Karadağ, Romanya, Bulgaristan’ı kaybetti.  1881’de Fransa Tunus’u,  1882’de İngiltere Mısır’ı  işgal etti. 1890’lı yıllarda Basra Körfezi Arap Şeyhlim ve Emirlikleri, İngiltere ile yaptıkları ikili antlaşmalarla Osmanlı Devletinden  koptular.  II. Abdülhamid zamanındaki bu kayıplar, İmparatorluğun “Çevre” topraklarındaki  kayıplardı. Bu sebepten milletimize fazla dokunmadı.

        Sultan II. Abdülhamid, kendisinin padişahlıktan uzaklaştırılmasını yönelik 31 Mart 1909 İhtilali sonucu tahtından 27 Nisan 1909’da indirilince, Osmanlı İmparatorluğunu  Jön Türklere “Yükseliş Devri” sınırlarında teslim etmişti. Bunlardan özelikle, hükümet olmalara ağırlıklarını vuran  İttihat ve Terakki Partisi (kısaca İttihatçılar) yanlış ve tecrübesiz yönetimi sonucu, İmparatorluk, bunların elinde 1918’de yıkılana  kadar savaşsız  hiçbir yıl yaşamadı. II. Abdülhamid işbaşında olmaya devam etse idi ne yapıp yapar bunları engellerdi.  1909 “ Arnavutluk  İsyanı”, 1911- 1912 Osmanlı –İtalyan Harbi, 1912 – 1913 Balkan Harbi, 1914 – 1918 I. Dünya Harbi sonunda  yaşanan büyük kayıplar, Osmanlı’nın   “Merkez” topraklarını da  içine almış, Başkent İstanbul bile düşman işgaline uğramış, sınırlar “Kuruluş Devri” sınırlarına çekilmiştir ki,  Milletimize en acı gelen işte bu olmuş, İttihatçılara bu sebepten yüklenilmiş, bunların iktidarı II. Abdülhamid’in dönemi ile kıyaslanırken bu dönemde “Merkez” fazla zarar gördüğünden Sultan’ın yönetimi aranır olmuş, onun hakkında istimdatnameler bu sebepten yazılmıştır.

       Ama, artık olan olmuş, Sultan II. Abdülhamid ve yönetimini  başa getirmek   hiç mümkün olamayacağından, önemli olan, tarihte olup bitenlerden doğru ve gerçekçi dersler ve tecrübeler çıkararak, uğursuz tarihin üzerimizde tekerrürünü önlemeye çalışmak olmalıdır.

Yazar - Davut Güleç

Gazeteci, televizyoncu, Uzman polis-adliye muhabiri, Spor yazarı, TEMA’cı, Kızılay’cı, Dağcı, Trekkingci, Alp disiplini kayak milli hakemi, Herkes İçin Spor Federasyonu Kayseri il temsilcisi, Erciyes Kar Kaplanları Spor Kulübü Basın sözcüsü, Kayseri Spor Adamları Derneği yönetim kurulu üyesi, Kent Güvenlik konseyi üyesi, Halkla İlişkiler Tanıtım, Adalet, Kamu Yönetimi mezunu ----- Davut Güleç Kimdir ? -----

İlginizi Çekebilir

İLHAN KARAÇAY, TÜRKLERE TİCARİ HESAP AÇMAYAN HOLLANDA BANKALARININ, KARA PARA İDDİALARINI GÖLGE ADAMA SORDU

Hollanda bankalarının işyeri hesabı açmak isteyen Türk yatırımcılara hesap açmaması ve Türkiye’yi kara para aklamakla …